BUGÜN size bir köyün hikáyesini anlatacağım. Bu kentköy, son sekiz yıldır ailecek haftanın birkaç gününü geçirdiğimiz Zekeriyaköy.
Daha doğrusu o köyün Garanti-Koza Evleri yöresi, kısaca bizim köy. Köyümüz, Kilyos'a 7-8 kilometre mesafede, çevresi ormanlık bir vadide kurulmuştur. Evinizin penceresinden baktığınızda mutlaka ormanı görürsünüz. Köyümüzde herhangi bir binanın balkonundan öyle resimler çekebilirsiniz ki, görenler herhalde burası Avrupa veya Amerika'nın şık bir banliyösü der. Bu köyde yaşamak çok keyiflidir. Ancak bir o kadar da meşakkatlidir. Köyde hırsız girmedik ev kalmaması dışında, fazla bir hareket yoktur. Elektrik de sık kesilir. Özellikle kışın yaşam zorlaşır. Bazen üç dört gün, kardan yollar kapanır. Hava, şehir içine göre genelde 4 derece daha soğuktur. Hele kuzeydan Karadeniz rüzgárı esti mi, su birikintileri hemen donar. İklim, bitki yetişmesine son derece uygundur. On yıl önce dikilen ağaçların boyu, on metreyi geçti bile. Köyümüzde yaklaşık 800 ev var. Üçte ikisi dolu. Buraya yerleşenlerin öğrenim seviyesi, tahmin ediyorum sadece Türkiye'de değil, dünyada da en yüksek düzeydedir. Kısaca ‘‘Bu milleti eğitmek lazım’’ diye başlayan konuşmalar, köyümüz sakinleri için geçerli değildir. Burada yaşayanlar, tabiri caizse fazla bile okumuştur. Hemen herkes İngilizce bilir ve yurtdışında bulunmuştur.
* * *
Köyümüzün en belirgin özelliği, burada köpeklerin Hindistan'daki inekler gibi kutsal sayılmasıdır. Sitede beş yüz kadar sahipli ve ‘‘köpekperver’’ veya ‘‘köpekperest’’in himaye ettiği yüz kadar da kutsal ve egemen sokak köpeği vardır. Köpek saldırılarından korumak için, iki adım ötedeki komşunuza arabayla gitmeniz gerekir. Bir başka korunma yöntemi de kalın bir sopayla dolaşmaktır. Köpekler, hava karardıktan sonra sürekli havlar. Bu köyde horoz ötmesiyle uyanmak mümkün değildir. Ama köpeklerin koro halinde havlamasıyla yataktan fırlamak mutattır. Sitemizin diğer bir özelliği, başta hanım ve genç sürücüler olmak üzere, herkesin arabasını mümkün olduğu kadar hızlı sürmesidir. Araçlar her yere, lalettayin park edilir. Sürücünün tek amacı, yürüme mesafesini asgariye indirmektir. Sitenin bir başka alışkanlığı da çöpleri, çöp kutularının yanına bırakmaktır. Bu çöpler, köyün eski sahipleri inekler tarafından yenir. Köyümüzde, ortak hizmetleri yürüten bir kooperatif vardır. Ancak yüzlerce ev sahibi, kooperatife para ödemeden, sağlanan hizmetlerden yararlanmakta, yani asalak yaşamakta hiç beis görmez.
* * *
Bu kadar okumuş, hali vakti yerinde, dostlarıyla iyi ilişkiler kuran, iyi giyinen, iyi yiyen, iyi içen, iyi konuşan, ülkenin ve dünyanın gidişine çok üzülen insanın nasıl olup da ‘‘kendi standartlarında’’ uygar bir yaşam çevresi oluşturamadığının bir izahı olmak gerekir. Galiba sebep bir tanımda yatıyor. Benimsenen ‘‘gelişme’’ tanımına göre, maddi ve manevi imkánlarımız arttıkça, sadece ‘‘ego’’muzu geliştiriyoruz. Ben şuyum, ben buyum, ben böyleyim, ben şöyleyim, ben en başarılıyım diye övünüp duruyoruz. Buna mukabil ‘‘süper-ego’’larımız, yani sosyal sorumluluk bilincimiz çok az gelişiyor. Çevremizde yanlış giden şeylerden kendimizi sorumlu tutmuyoruz. Aksaklıklardan sürekli şikáyet ediyor daha iyisini istiyoruz. Ama iş ödev yapmaya gelince, yan çiziyoruz.
Son Söz: Faydalı olmanın ilk adımı, zarar vermemektir.