TÜRKİYE İş Bankası, TBMM'nin paralarının İş Bankası'nda mevduat olarak tutulmasına bir şükran ifadesi olarak her milletvekiline bir tane dizüstü bilgisayar hediye etmiş.
Bazı milletvekilleri bu hediyeyi almak istememiş, bir kısmı da alıp bunları okullara hibe etmiş. Buna benzer uygulamaların başka kuruluşlarda da yapılageldiğini biliyoruz. Nitekim Vahap Munyar da Pazartesi günkü yazısında, bazı devlet üniversitelerin mevduatını belli bir bankada tutması karşılığında, o bankaca, rektörlük makamına hediye edilen veya kullanıma tahsis edilen lüks arabalardan bahsetti. Olaya ne kadar hoşgörüyle bakarsak bakalım, ortada bir yamukluk olduğu açık.
* * *
Önce bu hediye işinin matematiğini irdeleyelim. TBMM, bir devlet dairesidir. Bütün giderleri devlet bütçesinden karşılanır. Paranın nereye harcanacağı da, TBMM'nin bütçesinde yer almıştır. TBMM'ye gelen paralar, geldiği gün harcanmayacağına göre, bir mikar paranın bir süre bankada durması kaçınılmazdır. Paralar hangi bankada (veya bankalarda) duruyorsa, o bankaların da bu paralara faiz ödemesi gerekir. Çünkü o bankalar, bu paraları Hazine Bonosu'na yatırıp faiz geliri elde ederler. TBMM'nin bankada duran mevduatına verilen faiz, devletin ek geliridir. Çünkü faiz, onun verdiği paradan doğmuştur. Bir banka için, mevduat sahibine ‘‘hediye’’ vermek bir ek giderdir. Nitekim bu hediyelerin bedeli ‘‘masraf’’ kabul edilir ve vergi matrahından düşülür. Hediye, ister otomobil, ister dizüstü bilgisayar olsun, para olarak değil de ‘‘ayin’’ (mal) olarak ödenen faizden başka bir şey değildir. Nasıl bankada duran mevduatın faizi mevduat sahibine aitse, hediye edilen mallar (bilgisayarlar) da mevduat sahibinin yani devletin malıdır. Bu bilgisayarları, şahıs malı haline dönüştürmek, devletin malını iç etmektir.
* * *
Şimdi denilecek ki; láfı amma uzattın. Ne olmuş yáni? Milletvekillerinin dizüstü bilgisayarı olması kötü bir şey mi? Artık bilgi çağına girdik, vekillerimiz de bilgi çağında portatif bilgisayar sahibi olmalı. Zaten Atatürk de ulusa ‘‘muassır medeniyet seviyesine’’ ulaşmayı hedef olarak göstermedi mi? İş Bankası da Atatürk'ün kurduğu bir banka olarak, onun vasiyetini yerine getiyor. Hepsi bu. Öküz altında buzağı aramayı bırak!
* * *
Her geçen gün, yaptığımız yanlışlara gitgide daha çok alışıyoruz. Yanlış da doğru da anlamını kaybetti. Vakıf, bir özel hukuk kurumuyken, kamu kuruluşları vakıf kurmaya başladı. Ortaya yüzlerce devlet vakfı çıktı. Vakıf gerçek kişilerin varlıklarını, halka vakfetmesi, kısaca 'vermek' iken, tam tersi bir kavrama, halktan ‘‘almak’’ haline dönüştü. Bunlara da alıştık. Hatta devlet vakıfları tasfiye edilirse, devlet hizmeti aksar demeye başladık. Serbest Bölge'leri, ihracatı arttırsın diye kurup, vergi imtiyazları ile donattık; serbest bölgeler üzerinden ithalat patladı. Ona da alıştık. Serbest Bölgelerden ithalat yapılmazsa, işler durur demeye başladık. Yurt dışından gelenlere, havaalanlarında KDV'siz mal satışını da alıştık. Olmazsa havaalanları batar demeye başladık. Her yanlışlık, kendini ekonomik sisteme öyle entegre etti ki, adeta vazgeçilmez hale geldi. Şimdi yanlışlıkları söker alırsak, sistem çöker diye korkuyoruz. Halbuki sistem yanlışlardan çöküyor.