BUGÜN (dün) şeker bayramının son günü. Hepinizin bayramını kutluyorum. Bu bayramın Arapça adı ‘İğd-i fıtr’. ‘İğd’ veya ‘id’ bayram, ‘fıtr’ ise oruç bozan adam demek.
Bir ay süreyle, nispeten kısıtlı bir hayat süren müslümanlara, bu sürenin sonunda bayram etmeleri emredilmiştir. Kısaca orucunu bozan adamın (insanın) bayramıdır bu. Herhelde biz Türkler, Ramazan ayında oruç tutarken, en çok tatlı yemeğe hasret duyduğumuz için, bu bayrama ‘şeker’ adını vermeyi münasip görmüşüz. Bayram etmenin veya bayram kutlamanın en tipik iki eylemi, ‘yemek’ ve ‘gitmek’ tir. İnsanlar, bayram denince sürekli biryerlere gitmeyi ve birşeyler yemeği düşünür. Şimdilerde ‘ulaşım ve iletişim’ çağında olduğumuzdan, muhtemelen bayram etmek, yemekten çok, gitmek-gelmek yani hareket etmek haline dönüşmüştür. Pek tabii bir de cep telefonu meselesi var. Bayramda mutluluğun sırrı, sürekli cep telefonuyla konuşmak ve mesaj atmaktır. Bu da çağdaş bayramın olmazsa olmaz şartı.
* * *
Bundan tam 40 yıl önce, Arçelik şirketinin verdiği bursla Amerika’ya iş idaresi masteri yapmaya gittim. O zaman 26 yaşındaydım. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ni bitireli dört yıl olmuştu. Arçelik’te bölüm müdürlüğüne kadar yükselmiş ve 25 ay yedek subaylık yapmıştım. Şimdiki Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt’la, Tuzla Piyade Okulunda beraber olmuştuk. Harbiye mezunu Yaşar, yedek subaylarla yakın bir arkadaşlık kurmuştu. O kadar ki, bazı komutanlar onu da yedek subay sanıp, ‘Yaşar teğmen, senin terhisin ne zaman ?’ diye sormuşlar. O da ben muvazzaf subayım diye cevap vermiş. Gerçekten öyleymiş; baksanıza hálá terhis olmadı. Neyse. Gazete ve dergilere hikayeler yazmış röportajlar yapmıştım. Kendimce uyanık bir adamdım. Hanyayı ve Konya’yı biliyordum. Epey Amerikan filmi de seyretmiştim. Amerika’yı bildiğimi sanıyordum. Orada bizim Türkiye’de yaşadığımız trafik problemleri yaşanmazdı. Orada fakirlik yoktu. Orada düzen tıkır tıkır işlerdi.
* * *
Benim okula gittiğim Philadelphia şehri, Atlantik kıyısına yakındı. Yazın denize girmek ve eylenmek için sahildeki Atlantic City’e gidilirdi. 1965 yazında sıcak bir Pazar sabahı, beş arkadaş bir arabaya binip, bu plaj kasabasına gittik. Deniz girdik, dolaştık, yemek yedik. Akşamüstü saat altı-yedi sularında geri dönmek üzere toparlandık. Atlantic City ile Philadelphia arası yaklaşık 60 km’dir. Gidiş bir saatten az sürmüştü. Dikkat edin ! dönüş kalabalık olur demişlerdi, biz de onun için erken hareket ettik. Ekspres yol üç gidiş, üç gelişliydi. Kasabadan çıktıktan bir süre sonra trafik yoğunlaşmaya başladı. Bir süre sonra, yavaş sürüşten, dur-kalk fazına geçtik. Hava kararmaya başladı. Saatler geçiyor, biz bir türlü şehre yaklaşamıyorduk. Nihayet simsiyah gece bastırdı. Saat on civarında uzaktan Philadelphia gökdelenlerin ışıkları gözüktü. Artık uzun duruşlar ve kısa sürüşler aşamasına gelmiştik. Lafı uzatmayayım, ben yatağa girdiğimde, saat gece yarısından sonra birbuçuktu. Ertesi gün radyo ve TV’den öğrendik ki, bizden bir saat sonra hareket edenler, ancak gün ağarırken şehre varmışlar. Trafiğin tamamen açılması, Pazartesi sabahı saat dokuzu bulmuş. Biz de, bu olaydan sonra bir daha Pazar günü Atlantik City’ye gitmedik.
* * *
Benim uzmanlık alanıma giren mühendislik ekonomisinin temel sorunlarından birincisi ‘kapasite seçimi’ dir. Bayramın yarattığı trafik yükünü rahat kaldıracak bir yol ve köprü kapasitesi inşa etmek, kesinlikle gayri iktisadidir. Boşuna sızlanmayalım. Eğer trafikten bu kadar şikayetçi isek, yola hiç çıkmayalım.