İSTANBUL’da yeni bir Büyük Şehir Belediye Başkanı var: Kadir Topbaş. Kendisi, sanat tarihi doktorası olan bir mimar.
Daha önce Beyoğlu Belediye Başkanlığı da yapmış. Yani belediyecilik deneyimi de var. Üstelik ezici çoğunlukla iktidar olan AKP’nin adayı olarak seçildi. Kısaca kuşun işlemez bir konumda. Bu durumda ben başkandan, şehir planlaması, kaçak yapılaşmayı durdurma, belediyenin mali kaynaklarının güçlendirilmesi, belediyede bürokrasiyi ve suistimalleri azaltma, BİT’lerin özelleştirilmesi, kamu sağlığı, trafik düzenini tesisi, kayıt dışılıkla savaş, esnafın denetlenmesi gibi çetin konulara el atmasını istiyorum. Arkasında bu kadar yüksek halk desteği olan bir başkan olarak, kendisinden ‘vatandaşı sadece sorunların değil, çözümlerin bir parçası haline getirecek’ iktisadi bir yönetim modeli oluşturmasını talep ediyorum. Mesela, çöp toplamak ve bunları fenni bir şekilde işleyerek yer altına depolamak belediyenin görevi. Peki bu konuda vatandaşın ödevi ne? Sadece çöpünü atmak mı? Zor ama, Avrupa’da yıllardır uygulanan bir çok rasyonel bir proje, İstanbul’da da hayata geçirilebilir.
* * *
Yapılacak iş kısaca şöyle: Evsel çöpler, vatandaşlar tarafından ‘plastik’ , ‘kağıt’ , ‘cam’ ve ‘gıda atıkları’ olarak tasnif edilip, farklı renklerde özel olarak işaretlenmiş torbalara konularak her binanın kendi çöp sandıklarına, çöp kamyonları geçmeden bir süre önce konacak. Bu şekilde torbalanmış, geri kazanılabilecek malzemeler kirlenmeden tasnifli bir şekilde ait olduğu işleme merkezlerine götürülecek. Geriye kalan az miktarda gıda atıkları, toprağa gömülerek doğada hercümerc olmaya terkedilecek. Böylece hem çöpten para kazanılacak hem de çevre de kirlenmemiş olacak. Ayrıca bu torbaların fiyatlandırması, vatandaşları, çöp toplama giderlerine, çıkardığı çöp oranda katkıda bulunmasının bir aracı da olabilir. Ben tam bunları düşünürken baktım ki başkan, Eyüp-Miniatürk ve Cihangir-Çamlıca arasında teleferik çalıştırmak gibi lunapark projeleri üzerinde çalışıyor.
* * *
İstanbul’un esasen yetersiz yolları, iyice yetersiz hale geldi. Artık İstanbul şoförleri için başta ana caddelerde olmak üzere, her tür yolda, özellikle durulmaz veya park edilmez levhalarının dibine araçları iki sıra bırakmak hak olarak tesçil edildi. Tesettürlü veya sarı saçlı hanımlardan, yanağı cep telefonlu şehir magandalarına; İngilizce’yi su gibi konuşan Avrupa görmüş profesyonellerden, Kartal’dan başka arabaya binmeye parası el vermeyen kır kökenlilere kadar herkes arabasını, park edilebilecek en yakın yere değil, işinin olduğu yerin en yakınına park edip gidiyor. Trafik polisleri ile vatandaşlar arasında bu konuda ‘ulusal mutabakat’ tesis edilmiş durumda. Bu durumda yapılacak tek iş, ‘park edilmez’ ve ‘durulmaz’ levhalarının sökülmesidir. Hiç olmazsa bu kadar dürüst olalım bari.
* * *
İstanbul’da deniz kıyılarının, parkların, bahçelerin, kaldırımların, yolların, üst geçitlerin altlarının ve üstlerinin, kavşakların, en sıkışık yol köşelerinin ‘sabit-seyyar veya yüzer’ esnafca işgali de tamamlanmak üzere. (Henüz yer kapmamış olanlar ellerini çabuk tutsunlar.) Vatandaşlarımız da işgal edilmiş ve amacı dışında kullanılan bu kamusal mekanlarda, güzel güzel ve çok ucuza alışverişlerini yapmakta ve yemeklerini yemektedir. Alan razı, satan razı; belediye razı, máliye razı. Kim ne diyebilir?
Son Söz: Toplumsal sorunların kaynağı, bireysel çözümlerdir.