Euro banknotları ve madeni paralarının tedavüle çıktığı 2002 başından beri de neredeyse üç yıl geçti. Nereden bakılırsa bakılsın, Avrupa Birliği ülkelerinde Euro’ya geçiş, bir başarı olarak durmaktadır. Bir para biriminin (dolar, Euro, sterling v.s.) gücü, onun arkasında duran iki kurumun gücünün bileşkesi kadardır. Paraların arkasında duran kurumlardan biri, onu ihraç eden ‘Merkez Bankası’, diğeri ise ait olduğu devlet ve onun adına hareket eden ‘Hazine’dir. Euro’nun arkasında ‘Avrupa Merkez Bankası’ vardır. Ama diğer gerekli kurum olan devlet veya onun adına hareket eden ‘Avrupa Birliği Hazinesi’ ortada yoktur. Euro’nun geleceğiyle ilgili endişelerin ana kaynağı işte buydu. Yani AB’nin bir ‘Hazine’sinin olmamasıydı. Bu eksiklik, üye ülkelerin bütçe açıklarının gönüllü olarak sınırlandırılmasıyla aşılmaya çalışılmaktadır. ‘Tek para birimi’nin (single currency) yani Euro’nun AB ülkelerinin ekonomilerine en büyük yararı ‘tek faiz’ (single rate of interest) sağlamış olmasıdır. Bu suretle, birlik içinde sıcak para hareketleri ortadan kalkmış ve genelde AB’de parasal istikrar sağlanmıştır. Ayrıca faizlerin inmesiyle, üye devletlerin borçlanma maliyeti düşmüştür. Bu sayede üye devletlerde kamu borcunun milli gelire oranının önemi azaltmıştır. Böylece Euro’nun ulusal para birimi olduğu her ülkede, paranın değerini savunabilecek eli sıkı bir Maliye Bakanı olmamasının menfi etkisi sınırlanmıştır. Şunu bilhassa vurgulamam gerek. Bir ülke parasının değerini savunma görevi, sadece o ülkenin Merkez Bankası’na ait değildir. En az onun kadar Maliye Bakanları da bu savunmadan sorumludur. Türkiye tecrübesi, bunun en tipik örneğidir.
* * *
Tek paraya, tek faize ve eşit yüzdede kamu açığına rağmen, Euro’ya geçildiğinden bu yana üye ülkelerin milli gelir artış hızları eşit olmamıştır. 1998 ile 2004 yılları arasında en hızlı zenginleşen ülkeler İspanya ve Finlandiya, en yavaş zenginleşen (aslında fakirleşen) ülkeler de Almanya ve İtalya olmuştur. Ben Almanya’nın bu geri kalışında, Batı Almanya’nın, Doğu Almanya’yla birleşmesinin getirdiği külfetler olduğuna inanıyorum. Şöyle bir soru akla gelmektedir: Acaba Euro, farklı ülke ekonomilerinin birbirine yakın performans göstermesini sağlayacakken bu ‘benzeşme’ (convergence) neden olmamıştır? Yoksa ‘tek para’ ters bir etki mi yaratmıştır? Bunun cevabı ülke performansların trend çizgisi incelenerek verilebilir. Son onbeş yılda, İspanya ve Finlandiya’nın zaten hızla zenginleştiği anlaşılmaktadır. Hatta Euro bu farkı azaltmıştır bile. Anlaşılıyor ki, bundan sonra da ülkelerin ve ülke içinde bölgelerin kalkınma hızları ‘eşit’ olmayacaktır. Çünkü kalkınma, makro ekonomik parametler hizaya gelince, otomatik olarak elde edilebilen bir sonuç değildir.
* * *
Kalkınma hızı bakımından, AB üyeliği Türkiye’ye nasıl tesir edecektir ? Yüksek reel faizlerin biriktirdiği deprem (kriz) enerjisini bir tarafa koyarsak, faizler düşeceği için,Türkiye AB’nin diğer ülkelerinden daha hızlı kalkınacaktır. Zaten doymamış bir iç pazara sahip ülkelerde bunun başka türlü olmaması gerekir. Fakirler daha hızlı zenginleşince, AB ülkeleri arasındaki gelişmişlik farkı azalır ve birlik olmanın sağlaması gereken benzeşme gerçekleşir. Türkiye’nin milli gelirinin, AB ülkelerinden hızlı artması bir bakıma bir ölçme bozukluğunun giderilmesi de olacaktır. Tek para altında, benzeşme sağlandıkça, kişi başına milli gelir hesaplarında gözlemlenen ‘Kambiyo Kuru’ ve ‘Satınalma Paritesi’ ölçü farkları ortadan kalkacaktır. Yani Türkiye, son üç yılda gözlemlediğimiz üzere, gerçekte sağladığı büyüme hızından daha yüksek bir hızla milli gelirini büyütmüş olarak istatistiklere geçecektir. Bu, yabancılar için,Türkiye’nin yaşaması ucuz bir ülke olmaktan uzaklaşması demektir.
* * *
Türkiye, gerek AB üyeliği yolunda ilerlerken gerekse üye olduktan sonra, büyümesini ihracata dayandırmak zorundadır. Rekabetçi olabilmek verimli çalışmaktan; verim, teknolojik yatımlar yapmaktan, o da büyük hacımlı üretimi hedeflemekten geçmektedir. Büyük hacımlı üretim de ancak öncelikle AB ve sonra da Dünya pazarlarına satış yapmakla mümkün olur. Bir yandan TL değerlenirken, diğer yandan rekabetçi olabilmek için, reel ücretlerin nispi olarak gerilemesini gerektirecektir. Bu kaderi değiştirmek için, harcamaları ‘eğitim ve teknolojik gelişmeye’ kaydırmak şarttır.
Son Söz : Bilgiyle desteklenmeyen emek, değerini bulamaz...