Ege Cansen

Yık gitsin Atatürk Havalimanı’nı

6 Şubat 2013
SONUNDA resim netleşti. Karadeniz kıyısında Taya Kadın mevkiinde üçüncü hava limanı inşa edilecek deniyordu.

Anlaşıldı ki Atatürk Havalimanı ile yeni inşa edilecek hava limanının, uçakların alçalıp yükselme yolları çakıştığı için bir arada kullanılması mümkün değilmiş. Pek tabii birileri çıkıp, biz bunu zaten biliyorduk diyecektir. Ama nedense kamuoyuna başlangıçta böyle bir açıklama yapılmadı. Bu teknik imkânsızlık ortaya çıkınca, iki ilave karar alınması gerekti. Birincisi, yeni hava limanının kapasitesinin büyük tutulması, ikincisi de Atatürk Havalimanı’nın yıkılıp imara açılması. Her iki karar da özellikle ikinci memnuniyetle alındı. Bu suretle yeni limanın Yap-İşlet yoluyla ihale çıkılması ve Atatürk Havalimanı işletmecisi firmanın sözleşmeden doğan çıkarlarının korunması bir bakıma güvenceye alındı.

BÖYLE BİR GİRİŞİM İKTİSADİ OLAMAZ

Atatürk Hava Limanı’nın yıkılması kararı, herhalde Atatürk adını silmek için alınmamıştır. Eski ve benim tercih ettiğim adıyla Yeşilköy Hava Limanı, İstanbul için ideal bir yerde konumlanmıştır. Kara, deniz ve demiryolu ile bağlantılıdır. İşletmeye alınmak üzere olan Boğaziçi tünellerinin bağlantı yollarının uzantısındadır. Yeşilköy, İstanbul’un Trakya’daki yerleşim alanlarına yakındır. Yanındaki Askeri Hava alanının Yeşilköy Limanına katılması Başbakan’ın iki dudağı arasında bir karardır. İnişi zorlaştıran “resmi-kaçak” binaların yüksek katlarının tıraşlanması çok kolaydır. Kaldı ki Çorlu’da zaman, zaman kullanılan ve büyütülebilecek bir hava alanı vardır.   İstanbul, esas Anadolu yakasında büyümektedir ve büyümeye devam etmelidir. Çünkü Türk ekonomisinin ağırlığı Anadolu’dadır. İstanbul’un Anadolu yakasında ve çevre illerde oturanlar, yurt dışına uçmak için, Boğaziçi’ni geçmeden hava limanına ulaşabilmelidir. Sabiha Gökçen bunun için inşa edilmiştir ve büyüme potansiyeli sonsuzdur. Hal böyleyken Yeşilköy’ü yıkıp, Sabiha Gökçen’in büyümesini kısıtlayıp, milyarlarca dolar dış borç alıp, Terkos Gölü civarına, 150 milyon yolcu kapasiteli hava limanı inşa etmek iktisadi olamaz.

BAL GİBİ OLUR

İşletmecilikte “doğruluğunu kendi kanıtlayan yanlışlar” diye bir kavram vardır.  Mesela Üçüncü Köprü ve Üçüncü Hava Limanı tek başlarına iktisadi değilse, ikisi bir arada yapılır ve alternatifleri de yok edilirse, bu proje iktisadi oluverir. Bir süre sonra “gördünüz mü, üçüncü köprü olmasaydı, uçağı kaçıracaktık, Allah bunları inşa edenlerden razı oldun” diyenler çıkacaktır. Bundan emin olun. Susun ve şovu seyredin.
Son Söz: Rant gelmiş cihâne, inşaat bahane.

Yazının Devamını Oku

Altın patates değildir

2 Şubat 2013
Türk ekonomisinin zayıf yönü “cari işlemler açığı” yani döviz kazancının, döviz harcamalarını karşılayamamasıdır. Bu yüzden sürekli dış borç almaktayız.

Bu borcun kamu yerine özel sektör tarafından alınması sonucu değiştirmemektedir. Türkiye dışarıdan borçlanmadan ekonominin çarklarını çevirememektedir. Kredi derecelendirme notumuzun zar zor BBB düzeyine gelmiş olmasının sebebi de budur. Başta Başbakan Yardımcısı Babacan ve Merkez Bankası Başkanı Başçı olmak üzere, ekonomiye yön verenler, en az benim kadar bu zafiyetin bilincindedir. Bu sebeple 2012 yılında milli gelir büyümemiz yavaşlatılarak, cari döviz açığımız küçültülmüştür. Hedef gerçekleştiğine göre icraat başarılı olmuştur. “Amaca Ulaşmak” bir eylemin başarılı olduğunun en nesnel kanıtıdır.

KÖTÜ MUHASEBE

Tüm ekonomilere ama özellikle gelişmekte olan ülke ekonomilerine musallat olmuş iki bela vardır. Bunlardan birincisi “küçük hesap” (sub optimiztion) diğeri “kötü muhasebe” (bad accounting) tir. Bugün “cari açık ne kadar azaldı?” sorusunu cevaplamaya çalışacağım için kötü muhasebe belasından bahsetme ihtiyacı duydum. İyi muhasebenin iki kıstası gözetmesi gerekir. Birincisi, ölçülen şey mesela “cari işlemler açığı” bilimsel olarak nedir ve niçin ölçülmektedir? Yapılan ölçüm yani bulunan rakam gerçekten bu tanıma ve ölçmenin amacına uygun mudur?  Yani ölçme doğru mudur?  İkincisi ölçülen şeyin (bu yazı bağlamında cari işlemler açığı) “dönemselliği” ilkesine sadık kalınmış mıdır? Yani geçen yılın rakamı ile bu yılın rakamı arasında bir kayma olmuş mudur? Eğer bu iki kıstasa uygun ölçü alınmamışsa, eldeki resmi rakamlara bakarak cari işlemler açığı geçen yıla göre şu kadar azalmıştır demek hatadır. Filli durum budur.

DURUMA GÖRE, ALTIN HEM MALDIR HEM DE ÖDEME ARACIDIR

Nükleer çalışmaları inatla sürdüren İran’ın burnunu sürtmeye çalışan Amerika,  İran’a finansal ambargo uygulamaktadır. Bu maksatla, İran’dan petrol veya doğal gaz alanların, bankacılık sistemi üzerinden ödeme yapmasını yasakladı. Bunda da başarılı oldu. İran ekonomisi, enflasyon-devalüasyon sarmalına paçayı kaptırdı. Şimdi debelenip duruyor. İran’dan petrol ve doğal gaz ithal eden Türkiye, borcunu ödemek için (haklı olarak)  bir hileye başvurdu. İran petrol şirketine Halk bankasında bir hesap açıldı. Para oraya yattı, onlar da bu parayla altın alıp ülkelerine yolladılar. Bu işlem de altın da (görünüşte) bir emtia olduğu için resmi hesaplara “altın ihracatı” diye geçti. Ama bu işlem bir mal ihracı değil ödeme şekliydi. Bunu da herkes biliyordu. O kadar ki ABD şimdi bu muvazaa ticari işlemi de yasakladı. Ama biz hâlâ ister altın, ister patates satarım diyip duruyoruz. 

CARİ AÇIK NE KADAR AZALDI

2011 yılının cari açığı, resmi kayıtlarda 77 milyar dolardır. Ama bunun içinde kabaca 5 milyarlık net altın ithalatı vardır. Yani açık aslında 72 milyar dolardı. Bu yıl kayıtlara göre cari açık 53 milyar dolar olacak. Ancak bunun içinde kabaca 6 milyar dolarlık net altın ihracatı var. Yani cari açık gerçekte 59 milyar dolardır. Cari açık azalışı da dendiği gibi 24 milyar dolar veya geçen yıla göre %31 değil, 13 milyar dolar veya % 18’dir. Bu da aslında önemli ve olumlu bir sonuçtur.

Yazının Devamını Oku

Yargıcın anlamadığı dille kendini savunma hakkı

30 Ocak 2013
“Anadilde Savunma Hakkı” diye tuhaf bir yasal düzenleme “barış” adına TBMM’den geçmek üzeredir. Tekrarda fayda var.

Bir ülkenin resmi dilini bilmeyen (Türkiye’de Türkçe) yerli ve yabancı davacı veya davalıların, mahkemelerde tercüman vasıtasıyla hak aramaları veya kendilerini savunmaları kadar doğal bir şey olamaz. Ülkemizde de bu usule hep uyulmuştur. Peki, yeni düzenleme ne getiriyor? Gelen şu: Bir eski savcının TV’de dediği gibi “Önceden tercüman, sanığa veriliyordu; şimdi yargıçlara ve savcıya verilecektir.”  Bunun sonunda varacağı nokta, belli vakalarda yargılama dilinin Kürtçe olmasıdır.  

KANUNLAR HEM TÜRKÇE HEM KÜRTÇE YAZILMALI

Bir sanığın kendini laiki veçhile Kürtçe savunabilmesi için,  savcının da iddianameyi Kürtçe de hazırlatma mecburiyeti vardır. Aksi takdirde sanık, tam olarak ne ile suçlandığını anlayamaz, savunmasını da gereği gibi yapamaz. Bunun için sadece iddianameyi hazırlayacak savcının değil, yargıçlara tercümanlık edecek uzmanın da elinde Kürtçe yazılmış kanunlar olması şarttır. Hukuki ifadeler, öyle ayaküstü tercüme edilemez. Edilirse çok büyük hatalar oluşur. Bu da adaleti zedeler. O zaman da karşımıza “hangi dilde yazılı kanun esastır” sorusu çıkacaktır. Nitekim İngilizce ve Türkçe hazırlanan uluslararası sözleşmelerde “İngilizce metin esastır” veya “Türkçe metin esastır” ibaresi konulur. Yoksa işin içinden çıkılamaz.

DAVA, ANADİLİ AYNI OLMAYAN İKİ KİŞİ ARASINDA İSE

Mahkemenin dili Türkçe iken, davalı ve davacının anadilleri farklı olabilir. Bu durumda mahkemenin yargılamayı sağlıklı bir şekilde sürdürmesi çok zor olacaktır. Bazen ifadeleri iki defa tercüme etme zorunlu olabilir ki, muhtemel anlam kaymaları işi çığırından çıkaracaktır.

FERDİ HUKUK, MÜLKİ HUKUK

Bir memlekette birçok dil kullanılabilir ama tek resmi dil olur. Resmi dilin mutlaka tek olması gereken kamusal alan da yargıdır. Eğer bir memlekette birden fazla resmi dil varsa, o ülke aslında birden fazla ülkeden kurulu bir federasyon demektir. Siz bakmayın milletin “anadilde savunma hakkının” aslında ne demek olduğunu bilmiyormuş gibi davranmasına. Konu tartışılmaya başlanmış, her şey apaçık ortaya çıkmıştır. Ama kişiler, yine de ne var bunda edasıyla havaya bakmaya devam ediyorlar. İşte, ağzından kan gelen kişiye “şerbet içtim, kırmızılık ondandır” dedirten siyaset sanatı budur.

Yazının Devamını Oku

Ekmek israfı

26 Ocak 2013
BAŞBAKANIMIZ ve başöğretmenimiz Recep Tayyip Erdoğan, ekmek israfı işine de el koymuş bulunuyor.

Ben kendimi bildim bileli, ekmek israfı meselesi gündemdedir. Demek ki bu ekmek israfının önüne geçilememiş. Başbakanımızın verdiği bilgilere göre yılda 5 milyar ekmek çöpe gidiyormuş. Somali’de insanlar açlıktan ölürken, bizim dudağımızdaki yağı ekmekle silip, sonra onu çöpe atmamız günahtır diyor. Yerden göğe kadar haklıdır. Yağlı ekmek ağza atılmalıdır. Bir de “ekmek bıçakla kesilmez” gibi bir gelenekten bahsetti. Doğrudur, bıçak yoksa ekmek kopartılır. Ama bıçak ortada dururken, büyüklerimizin niçin bıçakla kesmek yanlıştır dediğini anlamadım. Ekmeği bıçakla kesmek hem daha hijyeniktir, hem de düzgün dilimlenmiş ekmek daha az israf edilir.

ESMER EKMEK İSRAF EDİLMEZ Mİ?

Konu, ekmek israfı iken, Başbakanın tebliği bir anda “beyaz değil, kepekli undan yapılan ekmek yiyelim” önerisine dönüştü. Ekmeğin israf edilmesi ile rengi arasında ne gibi sebep-sonuç ilişkisi var diye düşündüm. Pek bulamadım. Olsa, olsa kepekli undan yapılan ekmek, beyaz ekmek yani francala kadar lezzetli olamayacağı için az yenir, böylece israf da azalır diye akıl yürütüldüğü sonucuna vardım. 

SONUNDA KEPEĞİN KERRAKESİ ANLAŞILDI

Benim şöyle bir anlama ilkem var: “Bir ifade, ilk bakışta ne kadar anlamsız durursa dursun, onu söyleyenin mutlaka anlamı olan bir fikri vardır.  Beyaz ekmek aleyhine yürütülen kampanyanın “israfa engel olmak” teması üzerine kurulması bilimsel olarak yanlıştı. Ama bunu ortaya atanların bir amacı mutlaka vardı. Dün bu amacın ne olduğunu açıklandı. Eğer buğdayın kabuğu olan kepek, ekmeklik una katılırsa 1 milyon ton buğday tasarruf edilecekmiş. Yani, daha az un, daha çok kepek yersek, Türkiye’de ekmek yapmak için kullanılan buğday miktarı 1 milyon ton azalacaktır.”

BEDAVA VEYA UCUZ OLAN HER ŞEY İSRAF EDİLİR

Ekmek israfının %95’i herhalde, ekmeğin bedava olduğu lokantalarda ve parasız yemek yenen yemekhanelerde olmaktadır. Ben,evlerde önemli miktarda ekmek israf edildiğini sanmıyorum. Çünkü insanlar para verip aldıkları şeyleri israf etmezler. Ayrıca ekmek kızartıcıları, evlerde ekmek israfını çok azaltmıştır. Bundan eminim. Ama bütün bunların ekmeğin kepekli veya beyaz olmasıyla ilgisi yoktur. Amaç pahalı beyaz ekmekten, ucuz ve galiba daha sağlıklı esmer ekmeğe geçmekse, bu böyle söylensin. Eğer ekmek zammı yoldaysa o da açıkça söylensin. Ekmek fiyatları da türüne göre belirlensin. Ama insanların tüketim özgürlüğüne karışılmasın.

Yazının Devamını Oku

Umberto’nun çorabı Erbil’in toprağı Umre’nin havlusu

23 Ocak 2013
MENHUS bir hastalığa yakalandığı için gazeteciliğin ordinaryüsü Mehmet Ali Birand’ın çok da uzun bir zaman geçmeden aramızdan ayrılacağını biliyorduk.

Daha önemlisi bunu kendisi de biliyordu. Ama yine de vefatı ani oldu. Birand, ömrünün bu son dönemini olağanüstü bir şekilde değerlendirdi. Dışarıdan gördüğümüz kadarıyla “tam gaz” yaşadı. Kendisi hayata veda ederken etrafına ve ekrandan seyircilerine hayat saçtı. Tek kelimeyle müthiş bir performans gösterdi. Allah hepimize ölüm kendini gösterdikten sonra dahi bu karşısında kadar metanetle durmayı nasip etsin. Demek ki, çok kuvvetli sarsılmaz bir imanı varmış.

SİYASETE MUHALEFETTEN GİRİLİR

Bildiğim kadarıyla siyaset, seyis kökünden gelir. At terbiye etmek demektir. Bu kelimenin ikinci ve daha çok bilinmen anlamı, halkı ve devleti idare etmektir. Çıkar peşinde koşmak için siyasete atılanlar hariç, siyasette öne çıkanların hepsinin kafasında “toplumu terbiye etme” fikri vardır. Her toplumda, her ülkede ve her zaman bir iktidarda ve iktidarda olan siyasetçiler vardır. Çünkü iktidar boşluk kaldırmaz. Siyasete atılmak isteyenlerin aradığı boşluk muhalefettedir. Yani siyasete, muhalefetten girilir. İsterse bu muhalefet, iktidar partisi içinde olsa bile.

GAZETECİ SİYASETÇİ VEYA SİYASETÇİ GAZETECİ

Osmanlıdan beri siyasete atılmak isteyenlerin çoğu işe gazetecilikle başlamıştır.w Bunların bir kısmı sonuna kadar “gazeteci” kisvesi ile siyaset yapmayı sürdürmüştür. Aziz dostum Profesör Asaf Savaş Akat, Birand’ın Galatasaray Lisesi’nden sınıf arkadaşıymış. Geçen Pazar günü Vatan Gazetesindeki köşe yazısında Birand için şöyle diyordu. “Herhalde siyasete atılır diye düşünmüştüm. Yanılmışım… Gazeteci oldu. Sadece daha iyi gazeteci olmaya odaklandı. Bunu başardı. Daha da önemlisi, bir zoru becerdi. Siyasete girmeden “siyasi aktör” olabildi.

SİMGELER ÇOK ANLAMLIYDI

Gazetelerden öğrendiğime göre Birand, torunu Umberto’nun çorabı, Erbil’den getirilen toprak ve umrede giydiği havlu (ihram) ile birlikte gömülmüş. Pek tabii, onunla birlikte mezara giren bu maddi eşyanın, ona manevi ahret yolculuğunda refakat etmeyeceği açıktır. Bu eşya, “siyasi aktör” Mehmet Ali Birand’ın siyasi çizgisini anlatmaktadır. Özet olarak, yakınları onun, enternasyonalizmini, Kürtlerin özgürlük davasına verdiği desteği ve İslamcı siyasetçilere duyduğu saygıyı bu vesileyle bir kez daha vurgulamak istemişlerdir. Ruhu şad olsun.

Yazının Devamını Oku

Çok borç iyidir

19 Ocak 2013
AKBANK Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer, geçen Pazar günü gazetemizde yer alan beyanatında şöyle diyordu.

“Hane halkları, kamu kesimi, reel sektör ve finans sektörünün toplam borçlarının, GSMH’ye (milli gelire) oranı Türkiye’de % 120 düzeyinde. Avrupa’da bu oran 3-4 katına çıkıyor. Örneğin İngiltere’de yüzde 500. ABD’de toplam borçluluk GSMH’nin 2,5 katını buluyor. Yani bizde tüm kesimlerde düşük borçluluk var. Büyüme trendinin arkasında yatan dinamik budur.” Suzan Hanım, bunları dedikten sonra sözlerini şöyle tamamlıyordu: “Bizde hane halkının borcu, harcanabilir gelirlerinin yüzde % 50’sinden az. ABD ve Avrupa ülkelerinde bu oran yüzde 80-120 arasında değişiyor. Hane halklarının borçluluk düzeyinin yüksek olması Avrupa ülkelerini duraksatıyor”.

TAM TERSİ DOĞRUDUR

Suzan Sabancı Dinçer, yurt dışında seçkin üniversitelerde finans ve işletmecilik konularında mastır düzeyinde eğitim almıştır. Ülkemizin büyük bir bankasının her kademesinde çalışmış ve Yönetim Kurulu Başkanı olmuş tecrübeli bir bankacıdır. Daha önemlisi emrinde veya çevresinde iktisatta doktor-profesör unvanlı çalışma arkadaşları vardır. Yani, herhangi bir bilgi noksanı yoktur. Bu sebeple kendisinin, “finans sektörü büyüklüğü” anlamına da gelen “borçlar toplamı” yüzünden gelişmiş ülkelerin büyüyemediğini söylemesi bana ters geldi. Çünkü bu, Akbank’ın kredilerinin ve mevduatının (yani bilançosunun) büyümesi, Türk ekonomisi için kötüdür demekle eş anlamlıdır ki; doğru değildir. Gerçi buna benzer şeyleri, profesyonel iktisatçılar da (kriz şaşkınlığından olsa gerek)söyler oldular. Eğer, bir ülke zenginleştikçe, oransal olarak büyüme hızı düşer denmek isteniyorsa buna itirazım olmaz. Ama “borçları” büyük olduğu için bazı ülkeler hızlı büyüyemiyor denirse bu hata olur. Çünkü bir ülkede ne kadar pasif (borç) varsa, o kadar aktif (varlık) vardır. Başka türlü ulusal ekonominin bilançosu tutmaz. Bu bir muhasebe eşitliğidir.     

TÜRKİYE YABANCI KAYNAKLA BİLANÇO BÜYÜTEBİLDİĞİ İÇİN BÜYÜDÜ

Türkiye ve benzeri ülkelerin oransal olarak gelişmiş ülkelerden hızlı büyümesi, nüfus artışı, sermaye ithali ve teknoloji transferi sayesindedir. Türkiye’nin de “Toplam Borçluluğu”nun milli gelire oranı son 10 içinde hızla artmıştır. Yani Türkiye büyüdükçe, hane halklarının, kamu kesiminin, reel ve finansal sektörün borçları artmıştır.
Çünkü varlıkları çoğalmıştır. Yani bilançosu büyümüştür. Eğer bilançosu büyümeseydi, Türkiye bu kadar hızlı zenginleşemezdi.
Son Söz: Kriz çıkmadığı sürece, borç büyümeye engel değildir.      

Yazının Devamını Oku

Yaşasın! Dünyada alacak bolluğu var

16 Ocak 2013
SİZ, şimdiye kadar alacaklısı olmayan borçlu gördünüz mü? Korkmayın, ne kadar borç varsa o kadar alacak vardır diye haykırın.

Bu bir özdeşliktir. Eğer borçlu olmak kötü ise, alacaklı olmak iyidir. Değil mi? Öyleyse niçin “borç krizi”nden kahroluyor de dünyanın mali durumu çok iyi; hamdolsun alacak bolluğundan geçilmiyor diye sevinmiyoruz? Çünkü sorun, alacakların (borçların) çokluğunda değil, bir kısmının batmış olmasındadır. 

İKİ BORÇ, İKİZ BORÇ DEĞİL

İki tür borç vardır. Biri “iç borç” diğeri “dış borç”tur. İç borcun diğer adı “kamu borcu” dur. Sebebi bütçe açıklarıdır. Kamu borcu, ülke borcu değildir. Sakın kamu borcuna, ülke borcu demeyin. Bu vahim bir hata olur. Mesela Japonya’nın çok büyük kamu borcu vardır, ama ülke borcu yoktur. Ülke borcu “dış borç”tur. Sebebi, cari işlem açıklarıdır. Bütçe açıklarının birikimli toplamı, kamu borç stokunu teşkil eder. Cari açıkların birikimli toplamı ise “dış açık” stokudur. Bir zamanlar “ikiz açık” (twin deficit) diye bir tabir çok moda olmuştu. İkiz açığın sebebi tektir bu da “tasarruf açığı”dır denirdi. Hâlâ bu hatalı dili kullananlar var. Siz onlara bakmayın. İç açıkla dış açık ikiz değildir. Yani bir olursa diğeri de olur çıkarımı yanlıştır. Bunlar farklı sebeplerden oluşan iki farklı açıktır. Sebebi de tasarruf açığı değildir. Sadece dış açığa, milli gelir denklemi icabı “tasarruf açığı” denebilir. Ancak o da yanlıştır. Doğrusu “tüketim fazlası”dır.   

İÇ BORCUN SEBEBİ 

Galat olarak “iç borç” daha kötüsü ülke borcu denilen doğru adı “kamu kesimi net borcu” olan birikimli açığın oluşmasının sebebi, eksik vergilendirmedir. Eğer bir ülkenin devlet bütçesi (daha doğrusu belediyeler ve KİT’ler dâhil tüm kamu kesimi) açık veriyorsa, o devlet yeterli vergi toplayamıyor demektir. İsterseniz buna, kamunun gelirinden fazla harcaması var deyin. Dolayısıyla iç borcu kapamanın yolu daha fazla vergi toplamak ve/veya harcamaları kısmaktır. Ama bizatihi kamu borcu mutlaka kötü bir şey değildir. Hatta zaman, zaman kamunun borçlanması ekonomi için iyidir. Hemen baltaları kapıp, borcun üstüne saldırmayın.

DIŞ BORCUN SEBEBİ

Dış borcun sebebi, döviz fiyatlarının sürekli düşük tutulmasıdır. Türk Parasının Değerini Koruma ilkesinin fiilen yürürlükte olduğunu unutmayın. Her ülke zaman, zaman cari açık veya fazla verebilir. Bu normaldir. Anormal olan cari açıksız yaşayamamaktır. Döviz fiyatı doğru yere gelirse, açık kendiliğinden kapanır. (Devamı var.)

Yazının Devamını Oku

Tunus izlenimleri

12 Ocak 2013
YILBAŞINI vesile ederek, Güngör (Uras) eşi Nuran, eşim Handan ve ben, dört günlüğüne Tunus’a gittik.

Yaklaşık 3 saatlik bir uçuştan sonra büyük komutan Anibal’ın ülkesi Kartaca’ya yani Tunus’a vardık. Tatlı serin bir hava bizi karşıladı. Tunus bizim dilimizde hem ülkenin hem de başkentin adı. Fransızcada ülkenin adı Tunisia, başkentin adı Tunis. 11 milyon nüfuslu Tunus, Türkiye’nin beşte bir büyüklüğünde bir ülke. Kuzey-Güney doğrultusu boyunca uzanmış, Kuzey Afrika’da yer alan bir Akdeniz ülkesi. Mevsim icabı da olsa gerek hemen her yer yemyeşildi.  

ARAP BAHARI ÇABUK GEÇMİŞ

Modern Tunus’un kurucusu Habib Burgiba (1903-2000) dır. Burgiba tabiri caizse tam bir Atatürkçüdür. Burgiba, “bağımsızlık” için savaşmış, “laik” bir “ulus devlet” kurmuştur. Ama demokrasinin temellerini atamamıştır. Yerine geçen Zeynel Abidin de aynı politikayı sürdürmüştür. Abidin, adına  “Arap Baharı” denilen halk gösterilerinden ürküp, yurt dışına kaçmıştır. Arap Baharı “Saray Darbesi” ne dönüşmüş, yerine Zeynel’in eski arkadaşı ve rakibi Bin Ali geçmiştir. Ülkede hem Arapça hem de Fransızca resmi dil gibi kullanılıyor. Tunuslular, her vesile ile “Light İslam” bir hayat tarzını benimsediklerini söz ve davranışlarıyla ortaya koymaktalar. Açıkçası ben, Tunus’ta ne bir “devrim” ne de bir “devrim sonrası” hava görmedim. Sadece ortalıkta gereksiz sayıda polis ve asker var. Devamlı araç durdurup evrak kontrol ediyor veya şoförlerden çorba parası tırtıklamaya bakıyor.  Tunus, anladığım kadarıyla oligarşi (seçkinler) tarafından yönetiliyor.

KALKINMAK ZOR, GELİŞMEK DAHA ZOR BİR ZANAAT

Tunus ekonomisi yeterli döviz kazanamıyor. Paraları dövize dönüşmüyor. (konvertibl değil). Turist için Tunus’ta hayat çok ucuz. Yerli halk ise gelir düşüklüğünden şikâyetçi. Ben Tunus’u beklediğim gibi buldum. Güngör ise, duvara yaslanarak devamlı sigara içen gençleri gördükçe üzüldü durdu. Tunus, makûs talihini nasıl yener diye kafa patlattı. Tunus’ta tüketim malları kalitesi düşük olmakla birlikte, gözle görülür bir fakirlik yok. Medine dedikleri eski şehirleri ve fakir mahalleri hariç Tunus, Avrupai bir şekilde planlanmış ve inşa edilmiş, özellikle sayfiyeleriyle rahat yaşanılabilir modern bir şehir. Tunusluların temizlik standardı, Türkiye’den düşük. Taksiler ise aşırı pis. Taksi şoförleri, bizdeki gibi turist kazıklamak üzere eğitilmiş. Yine bizdeki gibi, şoförler “terbiyesiz ve tedbirsiz” araç kullanmayı “ileri sürüş tekniği” olarak kabul ediyor. Bütün bunlar bana çok yabancı gelmedi. Şüphe yok ki Tunuslular, medeniyetin kimyasını çözseler, daha yüksek hayat seviyesine ulaşırlar. Çünkü bu potansiyelleri var. 
Son Söz: Bir baharla demokrasi olmaz.

Yazının Devamını Oku