Paylaş
◊ Dirimart’taki serginde neler göreceğiz?
-Her şey birbirine bağlı. Siyah-beyaz, renkli resimler, rölyefler. Eskizlerim var, geçirgen, nefes alan. Uçan bir halı gibi, ağırlığını inkâr eden bazı yerlerde daha ağır olmasına rağmen hafif görünen, tıpkı bir balerin. Çünkü dans bana en liberal, en uluslararası ifade gibi geliyor. Belki babam klasik bir balet olduğu için böyle bir şey yapmaya karar verdim ve çalışmaya başladım. “Bütün dengelerin yok olduğu, yerçekiminin ifade biçimlerimize yeni bir mana getirme şansı bulduğu bir evren yaratabilir miyim” diye düşündüm sergiyi hazırlarken. New York Drawing Center’daki ilk sergimde gösterdiğim karakalem çizimler var. Karakalem çizimlerimi daha önce Avrupa’da göstermediğim için bu benim ilk şansım. Siyah maskeli figürler var. Rüyaların gerçek dünyayla bağlantısı, astral seyahatle ilgili merakım da burada ortaya çıkıyor biraz.
◊ Astral seyahatin gerçek olduğunu mu düşünüyorsun?
-Evet inanıyorum ve astral seyahatle ilgili deneyimlerim de var. Rüyalarımda gerçek olduğunu düşündüğüm dünyalara gidebildim. Farklı boyutları tekrar tekrar ziyaret edebildim.
◊ Gittiğin yerleri uyandıktan sonra hatırlıyor musun peki?
-Müthiş şeyler deneyimledim, rüyalarımı kontrol edebiliyorum. Kendimi hazırlıyorum, sıkça gittiğim yerler var, gittiğim zaman hangi çekmecede ne olduğunu bildiğim yerler. Rüyalarımda şekil bile değiştirebiliyorum. Hatırlamayı öğrendim. Bazen bir şeyi görüyorum ve onu hatırlıyorum. Şu anda sahip olduğumuz, ‘idrak’ denen farkına varış, anlayış ve kapsama yerleştirme dürtülerinin çok dışında bizi çevreleyen ilişkiler var. "Ankaralıyım, orada doğdum, büyüdüm" gibi detaylardan çok öte bir bütünlük var ve bu farklı boyutlarda. Bu boyutlarda ilerledikçe belirli frekansları tanımayı fark etmeyi öğreniyoruz.
◊ Einstein’ın bu konuyla ilgili ünlü bir sözü var. “Sahip olmayı istediğiniz gerçekliğin frekansına uyumlandığınızda artık yapacak bir şey yoktur. O gerçeklik size ait olur.” Sence, aynı frekansta olduğumuz her şeye sahip olabilir miyiz?
-Enerji ve titreşim ruhun yapısında var olan bir şey. Eğer inancın güçlüyse, kendi inancınla ilgili kanıtların olduğu frekansa bağlanman daha kolay olabilir. Ama her şeyden önce her insanın bir değeri var. Bir insanın değeri diğerinden az değil. Yaşam dediğimiz yolculukta her ne kadar bardağın boş tarafını görüp, hayatı kendimiz için zorlaştırsak da aslında bardağın dolu tarafını görüp, bize verilmiş olan gizli yeteneği bulup, kendi kişisel görevimizi yerine getirebiliriz.
Yıl, 2001. New York’a Fashion Institute of Technology’de dersler almaya ve abim Arslan Sükan’ın yanına yaşamaya gitmiştim. Haluk ile Arslan, Bilkent’ten arkadaşlar. New York’a ilk vardığım gece o zamanların en hip yerlerinden olan ‘Bread’ Cafe’de Haluk’la tanıştım. Yine o hafta, ünlü galeri Deitch Projects’de Haluk’un ‘Blood Pressure’ sergisinin açılışına gittim. Soho sokakları Haluk’un açılışı ile yıkılıyordu... O günden bugüne Haluk’un başarılarına bolca şahit arkadaşlığımız, İstanbul’da uzun bir aradan sonra açtığı sergisi için buluşturdu bizi...
Bazen insanların beni hayal kırıklığına uğratmasına izin veriyorum
◊ Serginin başlığı ‘Akasha’ bize ne anlatmak istiyor?
-Sergiyi hazırlarken aklımda görünmez olanlar vardı. Çünkü benim için gerçek görünürlük ruhun yaşamı. Reenkarnasyona inanıyorum, Tanrı'nın büyüklüğüne inanıyorum. Tanrı'nın her şey olduğuna, seçiciliği olmayan bir varlık olduğuna inanıyorum. Seni bana, beni sana tercih etmeyecek. Hayal gücüne inanıyorum, toleranslı bir dünya istiyorum. Benim ne olduğum önemli değil, bana bir şans verildiği zaman, daha da iyi biri olarak hayatıma devam etmek istiyorum.
◊ Bu bir anlamda şifa gibi...
-Şifaya ulaşmak öyle zor bir şey ki. Sihir gibi. Bu dünyada geçirdiğimiz zamanda bir insanın başka bir insana verebileceği tek bir şey olduğuna inanıyorum. O da sevgi. Sevgi derken aşktan bahsetmiyorum, bahsettiğim sana ait olan saf bir şey. Her insanın sahip olduğu, eğer isterse cömertçe paylaşabileceği
tek hazine bu.
◊ Dünyada çoğu insan arayış gibi geliyor bana. Günlük hayattan kaçmak, sorunlarımızı unutmak istiyoruz. Mutlu olmak istiyoruz aslında...
-Ben mutlu olmayı seçtim. Mutlu olmanın bir seçim olduğunu biliyorum. Mutsuz olmak daha kolay çünkü çözümü başka yerlerde arıyoruz. İnsanlara inanmayı seviyorum. Bazen çok kurnaz olduğumu düşünüyorum, insanların beni hayal kırıklığına uğratmasına izin veriyorum.
◊ Kendini bulmak nedir sana göre?
-Bana göre yaşamda kendi çağrını bulmak demek. Ne yapmaktan keyif aldığı ya da neyi iyi yaptığının farkına varmak, öğrenmek, araştırmak. İçinde bulunduğun sosyal ortamdan dışarıya çıkma gücünü ve iznini kendine vererek, evren tarafından sana verilmiş olan yeteneğin, farklılaştıran özelliğin farkına varmak. Ve en iyi örneklerini keyif alarak dünyayla paylaşmak.
◊ Peki, sırada neler var?
-Üzerinde dört yıldır çalıştığım bir video projesi var. Tahminen tamamlamam 5-6 ayımı alacak. Uzun yıllar dijital sanat alanında çalıştım, ara verdikten sonra büyük bir riskle analoğa geri döndüm. Video ve dijital sanat formatından vazgeçmiş değilim, birlikte çalıştığım çok değerli insanlar var. Bir de kitap projemiz var. Syd Mead, Abdi Assadi, Threeasfour gibi isimlerin yer aldığı; hayal gücü, gerçek yaşam, ruhsal bağlantı gibi konular üzerine bir çok konunun tartışıldığı bazı yeni çalışmalarımın bulunduğu, Lisa Smith’in tasarladığı bir kitap yayımlanacak. Hong Kong Art Basel Fuarı’na yetişmesini planlıyoruz.
Türkiye'de kendimize hiç özgürlük veremiyoruz
◊ Yaklaşık sekiz sene önce New York’a yerleştin. Neden?
-O an zihnimde dev bir ok vardı. New York’a git. New York’a git Haluk! Çok fazla arkadaşım var orada. Zaten sık sık gidip geliyordum, dünyanın en kalabalık şehrinde inzivaya çekilmeye karar verdim. 3 köpek, 6 bavul ev aradım. Ev buldum, taşındım. İş buldum...
◊ Renkli gece hayatın, magazin sayfaları hepsi bir anda uçtu gitti. Nasıl bir inziva süreci yaşadın, buradaki hayatı hiç mi özlemedin?
-Her şey 2008 yılında boşlukta olduğum bir dönemde şaman bir şifacı ile tanışmamla başladı. Abdi Assadi ile geçirdiğim bir seans sonrasında adeta yok olduğumu hissettim ve hayatı bambaşka görmeye başladım. Yeni bir dünyaya girdim ve hayat düzenimi sadeleştirdim. Sadece çok sevdiğim 7-8 arkadaşımla görüşüyorum ama çok daha katmanlı dostluklarım var. Artık hiçbir şeyi, tek bir açıdan bakarak değerlendiremiyorum. Her açıdan bakmak istiyorum. Su da olmak istiyorum, bardak da... Bardaktaki ruj izi de, onun için de düşen gölge de. Bilinç seviyemi zorluyorum. Bana göre basit diye bir şey yok. Her şey basit, aynı zamanda komplike. Zaten, hayatta en sade şeyler en karmaşıktır. Benim hayatım her zaman karmaşık, gittiğim her yere de karmaşa götürüyorum, bunun çaresi yok...
◊ “Düzensizliğin içinde kendime yeni bir düzen yarattım” diyorsun...
-Dharma kavramından bahsetmek istiyorum, İstanbul’daki bir önceki sergimde de vardı. Doğu kültüründe kozmik düzen, düzensizliğin düzeni. Yani bize düzensiz görünen her şeyin aslında kendi içinde bir düzeni var. Her şey olması gereken zamanda olması gerektiği gibi oluyor. Yaşam bizi öyle farklı noktalara getiriyor ki kapsam içinde farklılaşmaya başlıyoruz. Aslında hepimiz özümüzde aynıyız ve insan yaşamının dünyadan çok daha geniş bir varlık sebebi var.
◊ Nedir varlık sebebimiz sence?
-Bu konuda uzman değilim, sadece bu yaşamın ruhun yaşamı olduğuna inanıyorum. Dünyaya geldiğimiz zaman bize verilen ruhlarımızın eğitimden geçtiğini düşünüyorum. Fırsatlar ve fırsatsızlıklar veriliyor, iyilik ya da kötülük yapma imkânları veriliyor. Hiçbir şey kolay değil ama kimseyi yargılamamayı öğrenirsek, daha ileri bir düzeye gelebiliriz.
◊ Senin için aydınlanma nedir? Uyanış nasıl başlar?
-Spiritüel anlamda uyanış bence insanın sadece kendisi içinde olan bir uyanış ve farkındalıktan öte, diğer insanların, yani yeryüzünü paylaştığımız varlıkların hisleri, duyguları ve bizim bilmediğimiz iç dünyaları olduğuna inanmak demek. Çünkü hepimizin iç dünyasında bu hayatla ve neden burada olduğumuzla ilgili kaygılar, sorular var. Nerede, ne zaman doğduğumuz fark etmez, yeryüzündeki her insanın özünde çok benzer bir yazılımı, kodu olduğuna inanıyorum. İnsanların her anlamda eşit olduklarını fark ettiklerinde Tanrı'ya daha yakın bir gerçekliğe doğru uyanışa geçtiklerine inanıyorum. Çünkü bana göre birbirlerimiz arasındaki farkı fark ettiğimiz anda Tanrı’dan çok uzaklaşıyoruz.
◊ Ailemizi seçemiyoruz, bize verilen koşullara doğuyoruz. Bazı kalıplar içinde yetişiyoruz, eğitim, iş derken özgürlüğümüz elimizden alınıyor aslında. Bundan nasıl kurtulacağız?
-Bir insan verildiği yaşam sürecinde kendini en iyi şekilde tanımaya çalışmalı. Acaba beden mi ruha hizmet etmeli, yoksa ruh mu bedenin içine konulduğu toplumun tanımlarına göre kendini şekillendirmeyi öğrenmeli? Hangisi yüce bir şey; ruh mu beden mi? Bunun cevabını hepimiz çok iyi biliyoruz. Özellikle Türkiye’de eğitimimizden gelen bir şey var. Biz pek çok şeyin Batı’ya ait olduğunu düşünüyoruz ve eğitimimizde hep referanslar var. Oraya bak, buradan örnek al. Özellikle Türkiye’de kendimize hiç özgürlük veremiyoruz. Amerika’ya gittikten uzun zaman sonra anladım bunu. Kimse kimsenin orijinal olabilmesine izin vermeyi istemiyor. Çok iyi bir iş yaparsan “Yves Klein gibi” diyor. Sanki biz sürpriz yumurtadan çıktık; hiçbir geçmişimiz, estetik ve şiirselliğimiz yok. Amerikalılar bizim gibi değil. Herkes kendi düşüncesini söyleyebiliyor, Picasso’yu dahi eleştirebiliyor.
◊ Taklit kültürü yerleştiği için özgün olan da anlaşılamıyor. Anlaşılsa bile değeri bilinmiyor ne yazık ki.
-Bir insanın diğerine verebileceği en büyük hediye özgürlük. Ne ünlü olmak bizi bir şey yapıyor, ne de para. Zaten hepimiz her yaşamda değişiyoruz. Gerçek olan ruhlarımız. Tabii ruhu olduğunu fark edenler için söylüyorum. Bir de ne yaptığının farkında olmayanlar var. Başarıyı para kazanmak zannedenler, kontrol etmeyi güç zannedenler, bir gün öğrenecekler ki en büyük güç bambaşka bir yerde.
◊ Nedir peki bu ‘büyük güç’?
-En büyük güç insanın kendini hiçbir şeyin etkilemesine izin vermemesi. Sen istemezsen hiçbir şey etkilemez, senin gücün senin için. Kimsenin patronu olmak, kimseyi kontrol etmek seni insan yapmıyor. Onun için ben de sadece duymak istediğim kişileri duyuyorum. Geriye kalanların sesini kapatıyorum.
Paylaş