Paylaş
Bu Karayip adasının yaşam felsefesini sade bir biçimde özetlemek gerekirse, “Problem diye bir şey yoktur, sadece durumlar vardır” diyebiliriz. Zaten Jamaika’da her şey oldukça rafine. Fazla, gereksiz hiçbir şey yok. Bu durumu otellerde de tarzları birbirinden ne kadar farklı olursa olsun bir standart olarak hissedebiliyorsunuz.
Jamaika, New York’tan dört saatlik uçuşla vardığınız, dağlık topografyası, yağmur ormanları, sığ kayalıkların yanı sıra muhteşem kum plajlardan oluşan sahilleriyle oldukça etkileyici bir ada. Adeta kendi fon müziğiyle beraber deneyimleniyor. Efsane müzisyen Bob Marley, 1960’larda reggae müzigi bu adadan dünyaya ve tüm zamanlara yaydı. Haliyle egzotik ülkeden çıkmış dünya çapında ünlü bir isim olarak turizmi de yapılıyor. Ama bir Küba-Hemingway eşleşmesindeki gibi yoğunluk yok, yine sakin her şey.
Keşfetmeyi, akışa bırakarak deneyimlemeyi seven iki arkadaş olarak yine neredeyse hiç araştırma yapmadan, yine hava raporuna bakmadan, sadece kalmak istediğimiz otelleri belirleyerek yola koyulduk. Yaz başında, yorgunluğa dönüşmeyecek bir tatildi ihtiyacımız. Bolca deniz, güneş, yemyeşil tropik bir doğa hayalleriyle vardık adaya. Hani bazı tatillerden dönüşte bir tatile daha ihtiyacınız var gibi hissedersiniz, çünkü hep koşturmacayla geçmiştir zaman... Jamaika tam hayal ettiğimiz gibiydi; ayağımızdaki tek parmak arası terliği bile bir noktada tamamen bırakmış olduğumuzu gördük.
Ian Fleming’in
evi burada
İlk olarak adanın kuzeyindeki ‘Goldeneye’ otele yerleştik. Evet, James Bond serisinden bildiğimiz Goldeneye... Ian Fleming’in James Bond maceralarını yazarken kaldığı ev, bu resort’un içerisinde bulunuyor. Fleming 1942’de bir deniz operasyonunda görevli olarak buraya, Oracabessa şehrinin kıyılarına geliyor. Operasyonun adı da Goldeneye. Belli ki o zamandan aklına koyuyor ve savaş sonrası 1946’da bu 15 dönümlük tropik bölgeyi satın almak için dönüyor. Hayalindeki evi de o anda çiziveriyor bir kâğıt parçasına.
1952’de, evinin yatak odasında, günde 2 bin kelime yazarak önce ‘Casino Royale’i kaleme alıyor. 13 romanlık James Bond serisi böylece başlamış oluyor. Serinin sonraki üç kitabı ( Dr. No, Live and Let Die / Yaşamak İçin Öldür ve The Man With the Golden Gun/ Altın Tabancalı Adam ) da Jamaika’da geçiyor.
Fleming’in ölümünden sonra Goldeneye’ı satın alıp resort’a çeviren Chris Blackwell’in kökleri Jamaika’ya dayanıyor. İngiltere’de okuduktan sonra çocukluğunun geçtiği ve 18. y.y’dan beri ailesinin yaşadığı adaya dönmüş ve ‘Island Records’ plak şirketini kurmuş. Müzik endüstrisi tarihinde, kültürel alana en çok etki edip değiştiren plak şirketi olarak kabul ediliyor. İşte reggae müziğin Jamaika’dan dünyaya açılmasını sağlayan, Bob Marley and the Wailers albümlerini yapan da Blackwell. Roxy Music, Brian Eno, Grace Jones, Marianne Faithfull, Tom Waits, Robert Palmer, Cat Stevens ve U2 gibi birçok dünya müziği de onun sayesinde dinleyicileriyle buluşuyor.
Ian Fleming (sağda), James Bond serisinin büyük bölümünü Jamaika’da kaleme aldı.
Zamanın durduğu mekânlar
Ünlü oyuncular Errol Flynn, Katherine Hepburn, Elizabeth Taylor, Richard Burton, Sophia Loren, ressam Lucian Freud, fotoğrafçı Cecil Beaton ve yazar Truman Capote de Goldeneye ve civarında takılıyorlar.
1961’de ‘Dr. No’ Jamaika’da çekiliyor ve Blackwell hem filmin müziklerine hem de mekân seçimine danışmanlık yapıyor. 1976’da Goldeneye arazisini satın alıyor, bir süre konut ve davet mekânı olarak kullanıyor. 1989’da Island Records’u satıp Island Outpost adında butik oteller grubunu kuruyor. 2007’de de yıllar içinde büyütmüş olduğu Goldeneye arazisini resort otele çeviriyor.
Böylesi bir tarihin tesisin hiçbir yerinde gözünüze sokulmadığı hatta neredeyse tek şahit deniz ve mehtapmış diyeceğiniz bir sakinlik ve basitlik hâkim Goldeneye’da. Zaten burayı bozmayan, enerjisini ve sihrini koruyan da bu anlayış. Doğadan başka bakacak, yapacak hiçbir şey yok neredeyse. Böyle bir tatili tercih edenlerin gittiği yer olarak kalmış bu sayede. En büyük aktivite, saatlerce süren günbatımı ve ay doğumu sırasındaki gökyüzü seremonisi.
Denizi tarif için kelimeler kifayetsiz
Tatilimizin diğer yarısını farklı bir yerde geçirmek isteğiyle Goldeneye’dan Jamaica Inn’e geçtik. 1950’den beri var olan bu ikonik butik otel, Ocho Rios bölgesinde. Yemyeşil tropik bir bahçeye yayılmış odaları, mükemmellik derecesinde bir kumsalı var. Otelde zaman durmuş gibi. Adeta 1950’lerde çekilmiş bir filmin içerisindesiniz. Resmi dili İngilizce olan Jamaikalıların Amerikan filmlerinden çıkmış gibi bir aksan ve tavırla konuşmaları da bizi kimi zaman Morgan Freeman’a, kimi zaman Will Smith’e sipariş veriyormuşuz havasına soktu elbette.
İngiliz kolonyal mimariye sahip otele hâkim olan mavi tonu ise sadece ‘Jamaika mavisi’ olarak tanımlanabilir sanırım. Marilyn Monroe-Arthur Miller çiftinin balayını burada geçirdiğini belirtelim. Ian Fleming, Noel Crowd, Errol Flynn ve Katherine Hepburn de barında epey martini yudumlamış. İngiltere başbakanlarından Sir Winston Churchill de otelin müdavimlerinden. Hatta bir seferinde otelin resmini yapmış, sonra bu resim Brunei Sultanı tarafından satın alınmış.
Monroe - Miller çifti Jamaika’da balayında
60 yıldır otele eşlik eden siyah labrador geleneği var; Shadow 1, Shadow 2, Shadow 3 diye gidiyor isimleri. Kimi zaman birileriyle yüzüyor, kanoya biniyor veya ağzında bir şeyler getirip at-getir oynamak istiyorlar. Bozburun Yat Kulüp’teki Django’muz gibi...
Ege Denizi kıvamındaki berraklığı, tuz oranı, rengi, ısısı, kısaca her şeyiyle buranın okyanusu ve kum plajı olağanüstü, kelimeler kifayetsiz.
Bob Marley müzesi ile yine Bob Marley’nin dinlenmek için gittiği, Chris Blackwell’e ait olan Strawberry Hill otelini bir sonraki gidişimize bıraktık. Çünkü yapmayacak o kadar çok şey vardı ki, bu sakinliğin tadını çıkarmak bu seferlik önceliğimizdi. Adanın güneyinde Montego Bay’de de görülmesi gereken onca yer olduğunu öğrenip dönüş yoluna koyulduk...
Paylaş