Her detayı çok hesaplı, çok planlı. Peki bu, kocasının annesi Diana gibi iz bırakması için yeterli mi?
Risk almak her zamankinden daha büyük bir risk günümüzde. Yeni olan bir fikrin veya tasarımın taşıdığı risk sosyal medyanın gücünün amansızlığı karşısında gereksiz bir risk olarak görülmeye başlandı.
Dünya satımlı dünya artık. Stil ikonlarımız da artık paket program. Herkes öğrendi artık, atla deve değil; eskiyle yeniyi, yüksek markayla hızlı tüketim markalarını karıştır, sokak stilini bloglardan takip et. Moda endüstrisinin son yıllarda yaratıcılık yerine ticari başarıyı en önemli kriter haline getirmesi stil ikonluğu mertebesinin içeriğini de değiştirdi.
Cambridge Dükü Prens William, düşesi Prenses Middleton, 8 aylık minik prens George ve Kate’in ayağından çıkarmadığı L.K Bennett marka ayakkabıları, Avustralya ve Yeni Zelanda kraliyet gezisini bu minvalde başarıyla tamamladılar. Middleton’ın stili her gün bloglarda, gazete köşelerinde mercek altına alındı, Diana ile fotoğrafları yan yana konuldu. Sonuç: Sıfır falso, sıfır skandal. Her güne ayrı bir renk kampanyası ve kraliyet ailesine yakışır etek boyları, Kraliçe Elizabeth’in elmas broşu, bol bol Prenses Diana stil detaylarıyla bezenmiş, iyi çalışılmış bir kraliyet seyahat bavulu hazırlanmıştı.
Son kraliyet ziyaretinden notlar
Düşesin her daim kocasının stil ikonu annesiyle kıyaslanması gayet olağan. Prenses Diana, hem giyim stili hem de yeri geldiğinde kraliyet ailesi kurallarını tanımayan tavrı, insancıl ve yardımsever duruşuyla gelmiş geçmiş en unutulmaz stil ikonlarından. Kraliyet ailelerinin alışık olmadığı kısa kesimli saçı, dönemin moda öncüsü renk ve model seçimleriyle halen koleksiyonlara, çekimlere ilham olabiliyor. Ve en çok da yeni kraliçe adayına ve onu giydiren ekibe referans oluyor.
Kate Middleton akıllı, hayatın içinden gelen, hedef odaklı çalışkan öğrenci kontenjanından yeni bir stil ikonu. Stilindeki her detay çok hesaplı, çok planlı. Elbette ki dünyanın gözü her dakika üzerinde bir prensesin attığı her adım, giydiği her kıyafet ince ince çalışılacak. Catherine Walker kırmızı palto-elbisesiyse Diana’nın 1984’de bir kraliyet ziyareti sırası uçaktan inişinin temsili elbisesi niteliğindeydi. Son turunda tercih edilen tasarımcıların başında gelinliğini de tasarlayan Alexander Mc Queen markasının tasarımcısı Sarah Burton geliyordu. Stella Mc Cartney, Roksanda Illincic , Rebecca Taylor, Tory Burch, Hobbs, Jenny Packham, Diane Von Furstenberg ve Zimmermann tasarımı elbiselerle İngiliz, Amerikan ve Avustralyalı tasarımcılardan oluşan bir koleksiyon seçilmiş Middleton için.
Bir proje olarak stil ikonluğu
Instagram çağında moda endüstrisi içerisindeki pek çok dinamik evrildi. Defileler, tasarımlar, çekimler artık tamamen bir akıllı telefon ekranından nasıl görüneceği düşünülerek dizayn edilmeye başlandı. Nitelik yerine nicelik, yüksek moda yerine ulaşılabilirlik, tanrıça kıvamındaki süper modellik yerine de mükemmel olmayan, stil sahibi veya sosyal medya fenomeni model kavramı geçer akçe olmaya başladı.
Commes Des Garcons markasının dahi tasarımcısı Rei Kawakubo’nun 2012 sonbahar-kış koleksiyonunda öngördüğü ve sunduğu gibi - koleksiyondaki tüm kıyafetler kağıt bebeklerin elbiseleri gibi iki boyutluydu, sadece önden görmek için tasarlanmıştı- hepimiz gelecekte beşinci boyuta geçmeyi beklerken o gelecek en ironik haliyle 2D, yani iki boyutlu oluverdi!
Bu dijital medya devriyle modellik sektörü ve kriterleri de elbet değişim gösterdi. Peki modeller de iki boyuta mı indi, yani yüzeyselleşti mi? Aslında bu sorunun cevabı hem evet hem hayır. Her konuda olduğu gibi modellerin de artık alternatifi çok, dijital çağla görünürlükleri, ulaşılabilirlikleri ve kendilerini sosyal medyadan fazlaca teşhirleri hızla tüketilmelerine, patlama etkilerinin daha kısa süreli olmasına neden oluyor. Çünkü, yenisi hemen bitiveriyor zaten. İnsanlar her şeyden çok çabuk sıkılıyorlar artık, yüzler hızla eskiyor.
Güzellik tanımı değişirken
Oysa 90’lı yılların ikonik modelleri Cindy Crawford, Linda Evangelista, Claudia Schieffer, Christy Turlington, Helena Christensen, Naomi Campbell dönemi süper modelliğin dönemiydi. Bu modeller öyle bir güç sahibiydiler ki eğer Naomi bir defile kadrosuna alınmazsa hiçbiri çıkmayacak, koskoca moda evlerine, tasarımcılara, milyon dolarlık kontratlara rest çekecek kadar. Linda Evangelista’nın 10.000 doların altına yataktan kalkmayacağını açıkladığı dönemler bunlar tabii. Alternatifsiz, rakipsiz, ulaşılamaz starlık dönemleri... Bu dönemin sonlarına doğru Kate Moss ile başlayan naif, lolita, androjen, anti-seksi model dönemi; Gisele Bündchen ile tekrar bir top model ve star model dönemine doğru manevra yaptı. Bu geçişlerde genel geçer güzellik tanımlarının da değişimini gözlemliyoruz elbet. Kadın gibi kadın, kusursuz tanrıça modelden; tam zıttı incecik, neredeyse anoreksik, erkeksi veya androjen, kusurlu güzellik yıllarına bir geçiş... Ve döngü devam ederken yüksek moda tarafından küçümsenen kusursuz güzellik, hatları dolgun vücut tipi ve seksilik, Gisele ile tekrar genel beğeni olmaya başladı. İç çamaşırı modelleri olarak ünlenen Adriana Lima, Doutzen Kroes, Alessandra Ambrosio’nun Prada ve Louis Vuitton defilelerine çıkmaları büyük bir kırılma noktasıydı. Böylece yüksek moda, kusursuz vücutlu iç çamaşırı modellerini kucaklamaya başlamış oldu. Aradaki sınırlar, ayrımlar flulaştı.
Instagram etkisi
Şimdilerde ise öyle bir dönemdeyiz ki, tıpkı her sezon, eğilimleri ve trendleri konuşurken, tek tip bir akımdan söz edemiyoruz. Modeller için de farklılık, çeşitlilik, bireysellik ve özgünlük sürekli altı çizilen kavramlar oldu. Her zevke göre bir güzellik tanımı ve onu temsil eden bir model var. Son beş yıldır, sosyal medya fenomenliğiyle, sokak stili fotoğraflarıyla karakter olmuş, stil sahibi modellerin veya geçmiş dönem model ikonlarının benzerleri dönemi başladı. Mesela Cara Delevigne fenomeninde Instagram’ın etkisi büyük... Lara Stone, Joan Smalls, Anna Ewers, Andreea Diaconu 90’lar süpermodel havalarıyla, Saskia De Brauw, Eddie Campbell, Sam Rollinson ve en yeni olarak Binx de eksantrik tip ve değişik saç kesimli kontenjanından yükselebiliyor. Julia Nobis, Amanda Murphy klasik güzellik dışı kontenjanından, Hanne Gaby Odiele de sokak stili ikonu olarak bu dönemin süper olmasa da top modellerinden diyebiliyoruz.
Models.com adlı web sitesinde dünyanın ilk 100 modelinin listesini iniş-çıkışlarıyla veya her sezon eklenen onlarca ‘yeni yüzler’ listesini her gün takip edebilirsiniz. Değişmeyen tek şey ülkemizden bir modelin o listeye veya herhangi bir listeye hiç giremeyişi... Bu aslında ATP sıralamasına tenisçi sokabilmekten daha zor. Peki, dünya moda sektörüne ülkemizden model neden kazandıramıyoruz? Neden dünya çapında başarılı ve marka olmuş modeller bizden çıkamıyor? Gerçekten bu kadar kopuk muyuz yüksek moda liginden ki, tek tük gerçekleşmiş girişimlerimiz ‘tarihe geçiyor’, ‘dünyayı sallıyor?’ Ya da modellerimiz hâlâ ‘podyumdaki tek Türk’ olarak lanse ediliyor?
Aynı ligde değiliz
Türkiye’de yaşayarak iyi derecede modellik kariyeri sahibi olmak, bu alanlarda güçlü olan ülkelerin liginde sesinizi duyurabilmeniz için yeterli değil. Çünkü ligler farklı. Üstelik şartlar zaten aleyhinize; Estonya’daki bir modelin bir ajansa girebilmek için İtalya’ya gidebilme kolaylığıyla, Türkiye’den bir modelinki farklı. En basitinden vizesi bile dert! 4-5 sene önce tırmalamaya başlayan, son dönemde top model olarak parlayan Andreea Diaconu, pek yakınımızda, Romanya çıkışlı. Model yetiştirme konusuna gelince; Ruslar özellikle son 10 yılda patlama yaptı, öncesinde Brezilya vardı. Amerika, Fransa, Almanya, İngiltere ve İtalya’nın her daim güçlü oyuncular oluşu değişmez. Ancak moda sektörü hiç gelişmemiş ülkelerden bile onlarca yeni model yükselmekte her sene. Bu noktada da seyahat etme kültürü, alışkanlığı ve imkânları olan ülkelerin yine bir avantajı elbet oluyor.
Lokal kalma avantajları
Ülke puanımızı arttıracak potansiyel modellerimiz her dönem vardı aslında. Güzide Duran’ın zamanında Amerikan Elle dergisine ünlü fotoğrafçı Gilles Bensimon’la çekim yapması, Tuğçe Kazaz’ın Milano Moda Haftası’nda Emporio Armani defilesine seçilmesi veya Didem Soydan’ın Calzedonia defilesine çıkması gibi münferit başarılar var olsa da, dünya listelerine ve ajanslarına girebilmek için askerliği oralarda yapmak ve süreklilik şart.
Elbet globalizasyon ve dijital çağla artık her şey çok daha mümkün ve ulaşılabilir. Ayrıca, özellikle son yıllarda uluslararası lüks moda markalarının yeni pazar arayışları ve Ortadoğu ve Türkiye’nin potansiyelinin radara girmesiyle ülke kontenjanımız da oluştu. Moda markaları uluslararası moda haftalarına ve defilelerine, Türkiye’de seslerini duyurmaya, iletişimlerini sağlamaya yardımcı ülkede ünlü oyuncuları, moda editörlerini, modelleri götürerek yerel iletişimlerini güçlendiriyorlar.
Şartlardan sebep Türkiye’de modellikte yerel kalmayı veya uluslararası olmayı neredeyse en baştan seçmek gerekiyor. Çünkü oynadığınız farklı tribünler arası büyük bir uçurum aslında; Türkiye’de modellik yapmakla dünya çapında modellik yapmak fiziksel, psikolojik ve sosyolojik farklı kriterler içeriyor. Lokal kalmak ve buradaki güvenli sularda şöhretin tadını çıkarmak, iyi de para kazanmak, aranılan isim olmanın cazibesi, rekabetin sert olmaması, oyunculuğa rahatça geçiş imkânı, sevgili, memleket, ekonomik faktörler bile sınırların içinde tutabiliyor potansiyel sahibi modellerimizi. Uluslararası ajanslar, tasarımcılar, markalarla iş yapabilmek, hele isim yapabilmek ciddi bir emek, kararlılık, motivasyon ve sabır gerektiriyor. Ve tabii bu yola baş koymak için erken kalkmak da gerekiyor, ne de olsa modellik yaşı diye bir şey var. Özellikle de başlama yaşı.
Tepkilere rağmen, kapağına Kim Kardashian ve Kanye West’i taşıyan Amerikan Vogue’nun da rekor satış yapacağı büyük ihtimal
Amerika, kendi yarattığı sistemle zamanı gelince kendini vuruyor. Son olarak kendi elleriyle yarattığı, seks kasedinden ‘reality show’ yıldızlığına, oradan da sevgili kontenjanından moda ikonu cilasıyla Amerikan Vogue dergisinin kapağına taşıdığı Kim Kardashian ile bir kez daha sistemin sağlamasını yapmış oldu. Ve yeni bir Amerikan rüyasının kapıları açıldı: ‘Fırsatlar ülkesi’nin bugüne kadarki mottosu, “Yetenekliysen, çalışkansan, yarışçıysan, azimliysen ‘fırsatlar ülkesi’nde hayallerini gerçekleştirebilirsin”di. Şimdi buna bir de “D sınıfı işler bile yapıyorsan, bir gün A liste ünlülerle aynı kapağı paylaşabilirsin” eklendi. Türkçesi; “Moda sektörünün kendi içindeki kast sistemini yıkabilirsin” mesajı...
Derginin Nisan 2014 sayısının kapağı için Annie Leibovitz, Kim Kardashian ve mayıs ayında evleneceği ünlü rapper Kanye West fotoğraflandı. Ve fakat okuyuculardan inanılmaz tepki aldı. Tepki verenlerin çoğu bunun Amerikan Vogue için bir dönüm noktası olduğunu iddia ediyor; markaya olan inançları ve hayalleri yıkılanlar dergi aboneliklerini iptal ediyorlar. Anna Wintour’un son dönemdeki ‘yakın arkadaşı’, ünlü blogger Bryanboy, Vogue için ölüm ilanı verdi Twitter hesabından. James Franco ve Seth Meyers’ın kendi kafalarını koydukları kapak versiyonu, Miss Piggy’li yapılan versiyona göre sempatik bile kaldı!
Kim’in kesik eli
Bu tepkinin asıl sebebi, Vogue’un genel yayın yönetmeni Anna Wintour’un bugüne kadar popüler kültüre karşı takındığı tavırdan kaynaklanıyor. Öyle ya, derginin New York Metropolitan Müzesi’nde her sene evsahipliği yaptığı meşhur ‘Costume Institute’ balosuna (Met Ball), bunca zaman Kim Kardashian’ı gelmesini alenen engelleyen Wintour’un kendisi değil miydi? Hatırlayın; geçen sene Kim K, Kanye West ile o baloya gelip Anna Wintour’a resmen meydan okumuştu. Wintour da gecenin kırmızı halı fotoğraflarını yayınlayan web sitesinde Kim K’yı kadrajdan atıvermişti. Hatta Kanye’nin elini tutarken çekilmiş bir fotoğraftan ve açıkça kesik el görünürken!
Eh, nihayetinde Anna Wintour da bu sistemin oyuncu-yaratıcılarından biri. Ortada milyonlara satması gereken bir dergi var ve dünya da fena hızlı değişiyor. Buna göre pozisyon alması elbet çok normal. Derginin kapağında ‘#worldsmosttalkedaboutcouple’ yani ‘dünyanın en çok konuşulan çifti’ diye de boşuna yazmıyor; mayıs ayında gerçekleşecek olan Paris Versailles sarayındaki düğünleri her dergi için bulunmaz malzeme. Wintour yapmasa başkası yapacak! Herkesin dilinde bu düğünün aslında Amerika’nın, İngiltere’nin Royal Wedding’ine cevabı olacağı esprisi... Bunda Kim K’nın, Prenses Kate Middleton hayranı olduğunu her yerde dile getirmesi de etkili tabii.
Herkes safını tutsun
Bu kapak, Anna Wintour’un kendine ve dünyaya ne kadar cesur, risk alabilen, öncü ve vizyoner biri olduğunu hatırlatmak için iyi bir fırsat olarak görünmüş olabilir. Sonuçta sadece bir dergi kapağı diye düşündüğünüz şey, aslında önemli bir paketi kapsıyor ve Amerika gibi güçlü bir ülkenin dergisi olarak sektörü de şekillendiriyor. Wintour, yıllar evvel Ingiliz Vogue’da editörken Amerikan Vogue’un başına geçtiğinde ilk kapağını 50 dolarlık bir jean ve 10 bin dolarlık bir Christian Lacroix ceket kombiniyle hazırlamış ve o dönem için beklenmedik, çarpıcı ve vizyoner bir hareket olarak algılanmıştı. Keza aynı şekilde 90’lı yıllarda dergi kapaklarını sadece top modellerin süslediği bir dönemde, bir sonraki 10 yılın modellerin değil TV ve sinema yıldızlarının dönemi olacağını öngörmüş ve derginin kapak stratejisini bu yönde değiştirmişti. Böylelikle top modeller kapaklardaki yerlerini oyunculara bırakmış, moda dergilerinin ana eksenini oluşturan modellik sektörü geri plana atılmış, TV-film yıldızlarının altın çağı başlamıştı. Öyle ki moda ve kozmetik reklam kampanyalarının yüzleri de modellerden oyunculara geçiş yapmıştı.
Moda endüstrisi en şaşaalı ve belki de en yüzeysel endüstri gibi görünse de iç dinamikleri açısından en sert ve derinden etki bırakan bir sektör... Senede iki ana (sonbahar-kış, ilkbahar-yaz) , iki ara (pre-fall ve resort) kimi markalar için bir de couture koleksiyonu derken, sürekli daha iyiyi, yeniyi ve farklıyı yaratması beklenen tasarımcıların üzerindeki baskı çok büyük. Büyük yatırımcı grupların elindeki dev modaevlerinin başına gelindiğinde özgün tasarım çizgileri ve ticari kaygılar arasındaki duruşu sağlayabilmek veya kendi bağımsız markalarıyla üretim, satış ve yaratıcılık dengesini kurabilmek oldukça yıpratıcı. Dijital çağla daha da açgözlü bir hale gelen tüketim döngüsü, yeni pazarlar (mesela Uzakdoğu) için özel koleksiyonlar üretmek derken tasarımcı kendini nefessiz bırakan bir sarmalın içinde bulabiliyor.
En son geçen pazartesi günü son yıllarda tasarımcı kimliğiyle başarılı koleksiyonlara imza atan, eski model, stylist, Mick Jagger’ın 2001’den beri sevgilisi, Madonna, Nicole Kidman gibi ünlülerin arkadaşı ve kırmızı halıların vazgeçilmez modacısı L’Wren Scott (49), New York’taki evinde bir eşarpla kendini asmış olarak bulundu. Oysa Londra Moda Haftası’na yetiştiremediği koleksiyon sunumunu geçen Paris Moda Haftası’nda gerçekleştireceğini duyurmuştu bile... Ölümü üzerine yapılan çeşitli spekülasyonların arasında şirketinin 4.3 milyon Euro’luk borcu olması gösterilse de tam olarak nerede, nasıl ve niye dibe vurduğunu tahmin etmek zor. Avustralya’da Rolling Stones dünya turnesindeyken haberi alan Mick Jagger da derin bir üzüntü ve şok içerisinde, olayı anlamlandıramadığını birkaç cümleyle sitesinde duyurdu.
McQueen’den Galliano’ya neler yaşandı?
Bu olay her daim yaratıcı olmaları beklenen, her sezon sektör üzerinde dev bir etki bırakma çıtasını daha da yukarı çekmek baskısı altındaki bu hassas beyinlerin dibe vurma örneğinin ilki değil maalesef.
Gelmiş geçmiş en önemli tasarımcıların arasında ‘dâhi çocuk’ sıfatıyla yer alan Alexander McQueen’in dört sene önce 42 yaşında, hayatının baharında, kariyerinin doruğundayken intihar etmesinin yarattığı şok dün gibi hafızalarda.
Bir başka örnekse yine dünyanın en yaratıcı tasarımcılarından biri olarak kabul edilen John Galliano’nun başına gelenler. Yaklaşık üç sene önce moda camiası son yılların en önemli tasarımcılarından biri olan Galliano’nun anti- semitik söylemleriyle sarsıldı. Kendi ismini taşıyan markasının yanında 15 yıldır Dior modaevinin nerdeyse tüm DNA’sını yeniden oluşturmuştu. Hayal gücünü zorlayan defileleri ve koleksiyonlarıyla moda dünyasının zirvesindeydi. Ta ki Paris’te evinin köşesinde her zaman gittiği ‘La Perle’ kafede sarf ettiği nefret ve ırkçı sözlerinin kafedeki müşteriler tarafından videoya çekilip internete düşmesine kadar... Son yıllarda artan alkol ve reçeteli ilaç bağımlılığıyla kendini adeta kaybettiği belli olan görüntülerin yayımlanmasından sonra, Dior modaevinin ve kendi markasının da sahibi olan LVMH grubu derhal tasarımcıyla her türlü ilişkisini kesti. Irkçı söylemleri sebebiyle yargılanma süreci başladı. Sonrasında rehabilitasyon merkezine gönderildi. Parmaklarının arasından bir anda kayıp giden kariyeri ve utancıyla 2 sene sonra ilk ‘ayık’ verdiği röportajında yaşadığı ve yaşattığı travmayı ilk başlarda anlayamayacak kadar dibe vurmuş olduğunu itiraf etti.
Dışarıdan bakıldığında imrenilecek profiller: Zirvede kariyerler, para pul, modanın ışıltılı dünyası, yetenek, vizyon, karizma, her şey var.. Derken bir anda gelen hayattan, her şeyden vazgeçme hissinin anlaşılmazlığı ve fakat gerçekliği... Duygu ve yaratım dünyaları böylesine zengin, derin ve samimi olan insanların ekstra hassas yapılı kişiler olduğunu varsaymamız da yanlış olmaz Ve tabii McQueen’in ölümüyle başlayan, Galliano’nun travmatik skandalıyla tekrar gündeme gelen, moda endüstrisi oyuncularının şapkayı önlerine koyup bu acımasız sistemi sorguladığı tartışmalar son olarak L’Wren Scott’ın intiharıyla önümüzdeki günlerde elbet hararetlenecektir.
- Bu sezon ana mekân (Antrepo) dışında geçen sezonlara oranla off-site şovlar da sayıca fazlaydı.
- IMG’nin tecrübesi, halkla ilişkiler şirketlerinin emekleri ve artık defile seyircisinin de bu kültüre alışmasıyla organizasyon artık iyice akıcı ve problemsiz hale gelmiş.
- İstanbul Moda Akademisi (IMA)’daki showroom mantığı yani tüm koleksiyonların bir arada sergilenmesi çok iyi bir fikir olmuş. Böylece diğer moda haftalarında kaçırdığınız veya tekrar yakından incelemek istediğiniz koleksiyonlar için düzenlenen ‘resee’ günleri imkânı doğmuş.
- Bu sezon, ‘ilk’ler dikkat çekti: Birçok tasarımcı ilk kez sunum ve defile yaptı. Biz editörlerin uzun süredir tanıdığı isimlerden Giray Sepin, Eda Güngör (Museum of Fine Clothing), Selim Baklacı, Özlem Ahıakın ve Gülçin Çengel ilk moda haftalarını başarıyla tamamladılar.
- Genel olarak bakınca tüm koleksiyonlarda bir derlenme toparlanma hemen göze çarpıyor. Tasarımcıların moda haftası disiplinine girmeleri kendilerine çok şey katmış, her sezon gelişmekte oldukları net bir şekilde gözlemleniyor.
- Bu coğrafyaya ait arz-talep durumundan yola çıkarak bazı tasarımcılar iç pazara seslenmek, hem de Ortadoğu’ya satış yapabilmek için ‘pret-a-porter’ yani ‘hazır giyim’ yerine ‘couture’ koleksiyonlarını sunmaya başladılar; Zeynep Tosun ve Özgür Masur gibi. Zaten bu net ayrımı yapmayan tasarımcılar da bu kaygıyla hazır giyim koleksiyonlarına birkaç gece elbisesi sıkıştırıyorlar. Ancak bu kaygının getirdiği kafa karışıklığı, iç pazar için satış rahatlığı sağlasa da uluslararası arenada doğru kurgulanmış koleksiyonlar olarak görülmüyor.
- Satış kaygıları sebepleriyle de çok fazla heyecan verici defile olmuyor. Oysa moda kesinlikle bir duygu yaratmalıdır ancak bu şekilde iz bırakabilirsiniz. Bunun için de bir Miuccia Prada kadar olmasa da, bir kaç referansı modern şekilde harmanlayıp sahne tasarımından müziğine 360 derece düşünülmeli.
Moda haftasının önemli oyuncularından Chanel, Karl Lagerfeld’in yine dâhiyane konsept ve defile tasarımıyla haftanın en çok konuşulan şovu oldu. Grand Palais’yi bu sefer dev bir süpermarkete çeviren tasarımcı, 500 civarında ürünü Chanel ikonlarıyla tekrar üretip defile sırasında modellere alışveriş yaptırdı. Modeller alışveriş sepetlerine Chanel logolu deterjan, çöp torbası, sabun, patates cipsi, paspas gibi akla gelebilecek her türlü ürünü bir güzel topladılar. Defile bitiminde ise marketimiz kapanmak üzere lütfen kasalara geliniz anonsunun ardından, dünyanın en önemli moda editörleri ve moda yazarlarının, Chanel paspasları raflardan alıp eve götürmek için tutuştuğu çekişme görülmeye değerdi. Fakat ne yazık ki, yapılan anons sadece defilenin bir parçası olduğu, çıkışta herkesin elinden topladığı ürünler alınırken anlaşıldı! En son kapıdaki güvenlikle Chanel çanta ve parfüm şeklinde özel üretilmiş jelibonları almak için pazarlık yapanları gördüğümü hatırlıyorum. Tabii üzerinde ‘oversize’ palto olup, paltosunun içine paspas saklayıp kaçırmayı başaranlar da oldu! Neyse ki meyve reyonu herkesin sabahın erken saatindeki defileye bir şey yiyemeden gelenlerin karnını doyurmaya yetti.
-Valentino defilesi yine haftanın en iyilerindendi. Tasarımcılar İtalyan operasının ikonlarından ilham aldıkları Couture defilesinden sonra bu sefer gözlerini 60’lar ve 70’ler İtalyan pop-art dönemine çevirmişler. Valentino kodlarını genç, modern ve şiirsel bir koleksiyonla taçlandıran tasarımcı ikili, defile sonunda ön sıradan izleyen Valentino Garavani’nin gözü yaşlı tebriklerini kabul ettiler, Garavani kendilerini ayakta alkışladı.
-Tasarımcı Phoebe Philo, Celine markasındaki her sezon hiç aksamayan başarısını, her sezon çıtayı daha da yükseğe çekerek devam ettiriyor. 30’lar feminen siluetleri maskülen detaylarla harmanlanmış. Koleksiyonun genelinde dönemin ünlü fotoğrafçısı Lee Miller’ın fotoğraf kareleri de gözünüzde canlanıyordu.
-Louis Vuitton, Marc Jacobs’la yollarını ayırdıktan sonraki ilk defilesinde, Nicolas Ghesquire’in usta ellerinde taptaze bir nefes olarak haftanın en iyi koleksiyonlarından biri oldu. Yepyeni ama tanıdık, hem çok modern hem de sanki biraz Ray Bradbury’nin ‘Fahrenheit 451’ filminin 60’lar retro-fütürizmi koleksiyona hâkimdi.
-Riccardo Tisci, Givenchy için son iki sezondur kodlarını devam ettirdiği bir koleksiyon sundu. Bu sezon sıklıkla gördüğümüz kelebek figürü, leopar deseni ve Bauhaus grafiği ve renkleri koleksiyona hâkimdi. Geçen birkaç sezonun ‘grunge’ ve 90’lar eğilimleri, Givenchy’de de yerini 60’lar ‘Belle des Jour’ feminenliği ve yer yer maskülen takımlara bırakmıştı.
-Miu Miu defilesi, Depeche Mode’un efsane parçası ‘Enjoy The Silence’ın Tori Amos versiyonuyla başladı ve defilenin sonlarına doğru grubun orijinal bir dans mixi ile devam etti. Dahi tasarımcı Miuccia Prada, en sıradan en sokak, en ucuz sayılan malzemeleri en teknik ve lüks halleriyle birleştirdiği koleksiyonda ‘normal’ olanı ‘yüksek moda’ olarak sunmayı bir kez daha başardı. Defilenin bombaları ise bu sezon birçok defilede boy gösteren Rihanna değil, sadece bir gün önce Oscar kazanan oyuncular Lupita Nyongo ve Jared Leto oldu! Jared Leto defile mekânına girdiğinde bir ilk yaşandı ve burnundan kıl aldırmayan onca editör çığlıklarını tutamadı!
-Kenzo defilesinin set tasarımı ve müzikleri David Lynch imzalıydı.
Farah Fawcett’in 1978’de giydiği Stephen Burrows tasarımı elbisesi disko yıllarının ve çabasız şıklığın en güzel örneklerinden.
Elizabeth Taylor’un 1970’te dönemin önemli kostüm tasarımcısı Edith Head imzalı lavanta rengi elbisesi, Oscar’ın klasiklerinden sayılıyor.
Bu renk daha sonraları Mila Kunis ve Frida Pinto’nun elbiselerine de referans olmuştu.
Sharon Stone’un 1998’de Vera Wang saten drapeli uzun etek ve üzerine Gap beyaz gömlek kombini o dönem için büyük bir yenilik ve cesaret örneği. Geçenlerde Julia Roberts da beyaz gömlekli bir deneme yaptı ama aynı etkiyi yaratmadı.
Julia Roberts’ın 2001’de Erin Brokovich ile Oscar kazandığı sene giydiği siyah-beyaz Valentino elbise , kırmızı halıda ‘vintage’ giyme modasının da öncülerinden oldu. Geceye özel bir tasarım olamamasıyla kırmızı halıya bir yenilik katmıştı.
Chloe Sevigny’nin 2000’de giydiği Yves Saint Laurent imzalı, siyah, boyundan askılı, minimal ve zamansız elbisesi de unutulmazlardan. Marilyn Monroe seksiliği ve tasarımın klasikliği doğru saç ve makyaj ile
de desteklenmişti.
Hillary Swank”in ‘Million Dollar Baby’ ile Oscar’a kavuştuğu 2005’te giydiği Guy Laroche marka lacivert jarse uzun kollu sırtı açık elbise yine renk seçimi ve modeliyle farklılığını ortaya koyarak en iyi elbiseler listesine rahatlıkla girer.