Ece Sükan

Birer sanatçı olarak Türk modacıları

31 Mart 2013
Birçok moda tasarımcısı aynı zamanda birer hikâye anlatıcısı, birer sanatçı. Yaz ve Emel Kurhan’ın kurduğu Yazbükey, Ayşe ve Ece Ege’nin Dice Kayek’i uluslararası alanda sanat ve moda dünyasını birleştirebilen örneklerden.

İstanbul doğumlu Yaz, Paris’te üniversitede endüstri ürünleri ve grafik tasarım okuyor, mezun olduktan sonra Alexander Mc Queen zamanındaki Givenchy, Maison Martin Margiela ve Jeremy Scott asistanlık dönemlerini sırasıyla bitiriyor ve kız kardeşi Emel Kurhan’la beraber, 2000 yılında, Paris’te Yazbükey markasını kuruyor. Müzisyen Björk, tasarımcı Diane Von Furstenberg ve Zac Posen ile yapılan tasarım işbirlikleriyle sesleri iyice duyuluyor. Üç sene önce Emel İstanbul’a dönüp kendi sanat projelerine yoğunlaşıyor. Yaz ise markayı tek başına devam ettiriyor.

Yazbükey’in Paris Moda Haftası’nda Gallery Maison Darre’ da sunduğu son koleksiyon ‘Murder She Wrote’un iki ilham kaynağı var: Pera Palas ve Agatha Christie’nin romanları. Bu iki referans,  80’lerin 90’ların aynı isimli dedektiflik TV dizisiyle buluşuyor, koleksiyonun karakterleriniyse ‘İpucu’ oyunundaki ‘cinayet şüpheliler’ inden oluşturuyor. Koleksiyon ustası olduğu pleksi üzerine pop referanslarını gerçek mi değil mi illüzyonuyla birleştiriyor. Yazbükey, Sonbahar-Kış 2013 koleksiyon sunumu sırasında ‘Home Sweet Home’ koleksiyonunu da ilk kez tanıtmış oldu. Zeki, esprili ve şık tasarımlarıyla artık ev objeleri de tasarlıyor, bunların da evin ruhunu ortaya çıkaracak objeler olduğunu söylüyor, “Evde şömine istiyorsanız dert etmeyin, iki boyutlu pleksiden şömineyi istediğiniz köşeye asabilirsiniz” diye ekliyor. Bu günlerde önümüzdeki sezon Vakkorama ile yapacağı işbirliği için İstanbul-Paris arası mekik dokuduğunu not düşelim.

David Bowie? bir nedir

Sanat ve modanın hangi noktada kesişip nerelerde ayrıldığını kestirmek artık güç. Müzisyen, sanatçı, tasarımcı, prodüktör Pharell’in bir röportajında dediği gibi: “Devir, ‘yeni bir rönesans’ devri. 360 derece düşünebilen, kendini ve dünyasını bu şekilde yaratabilenlerin dönemi.” İkon olmanın yeni tanımı tam olarak da bu. Tıpkı tüm zamanların en önemli müzik ve moda ikonlarından David Bowie gibi. 66’sındaki Bowie’nin yeni albümü ‘The Next Days’ ve Tilda Swinton’lı ‘The Stars (Are Out Tonight)’ videosuyla yaptığı müthiş geri dönüş,  Londra’daki V&A (Victoria& Albert) müzesinde geçen hafta açılan retrospektif sergisiyle taçlanıyor. ‘David Bowie is...’ adlı sergi açılmadan 50 bin adet bilet satılmış ilk sergi olmuş! Sergi, David Bowie personalarına ait 300 obje, Bowie arşivlerinden alınan el yazsıyla yazılmış şarkı sözleri, 70’e yakın sahne kostümü ve yaratım süreçleri, adeta konserdeymiş gibi hissettiren video projeksiyonları, müzik videoları ve fotoğraflardan oluşuyor. Serginin küratörü Victoria Broackes, Bowie’nin ön gösterim için düzenlenen özel davete de şu ana kadar sergiyi görmeye de gelmediğini belirtiyor. Ve hayır, gelip gelmeyeceğine dair en ufak bir fikri yok. Arşivciliğin kıymetini anlamamız için üzerinde Bowie’nin ruj izi olan peçeteye kadar detaylandırılmış sergi, zamanlamasıyla örnek bir promosyon sinerjisi yaratıyor.

Dice Kayek Victoria&Albert Müzesi'nde

Ayşe Ege ve Ece Ege kardeşlerin markası Dice Kayek’in 2009’da Paris Moda Haftası’ndaki ‘İstanbul Contrast’  koleksiyonunu çok beğenmiş; bunun bir sergiye dönüşme fikrinin tohumlarını ta o zamanlar birlikte atmıştık. İşte bu proje, ünlü mimar Zaha Hadid’in başkanlığındaki seçici kurul tarafından, 270 sanatçı ve tasarımcı arasından ilk 10’a seçilerek 11 Aralık 2013-27 Nisan 2014 tarihleri arasında dünyanın en prestijli tasarım müzelerinden Victoria&Albert Müzesi’nde sergilenecek. Jüri, Dice Kayek koleksiyonundan İstanbul’un İslam mirasını en iyi yansıtan, Ege kardeşlerin İstanbul’un mimari, sanat ve kültürel zenginliğinden esinlenerek tasarladığı, kentin İslam mirasını en iyi yansıtan 3 parçasını seçmiş. Dice Kayek markasının aynı zamanda ‘2013 Jameel Prize’ ödülü için aday gösterildiğini, Jamel Prize’ı kazanan tasarımcı/sanatçının 10 Aralık’ta açıklanacağını not düşelim.

Pera Müzesi’nde moda sanatı

Moda fotoğrafları her zaman sanat olarak kabul edilmese de tarih boyunca birçok moda fotoğrafının saygın müzelerde sergilenmişliği vardır. Şimdi de Pera Müzesi 21 Nisan'a kadar Macar asıllı Amerikalı fotoğrafçı Nickolas Muray'in retrospektif sergisini konuk ediyor. Frida Kahlo'nun akıllara kazınmış hemen hemen tüm fotoğraları Muray'a aittir. 1920'lerde New York'un en başarılı portre ve moda fotoğrafçılarından biri kabul edilen Muray, moda dergilerine portre fotoğraflar çekerek başladığı kariyerine bir gecede ün katarak, Hollywood ünlülerinin fotoğrafçısına dönüşüyor. 30'larda reklamcılıkta doğal renkli fotoğrafları ilk kullanan isim o. Kullandığı teknikle günümüz fotoğrafçılarına nasıl ilham verdiğini görmek için Pera Müzesi'ni mutlaka ziyaret edin.

Yazının Devamını Oku

Modanın bitmek bilmeyen polemiği: Esinlenme mi kopya mı ?

24 Mart 2013
Tasarımcıların en sık maruz kaldığı tartışma noktasında; esinlenmeyle ilham alma, kopyayla taklit etme arasındaki o ince çizgideyiz.

Moda, geri geri giderek ilerleyen bir endüstri. Sebebi, malum, tasarımcıların ya belli bir dönemin ruhunu, enerjisini tekrar yakalamak istemesi ya da ‘köklerine dönme’ ihtiyacını hissetmesi. Doğal olarak yeni yüzyılda yepyeni akımların çıkma ihtimalini unuttuk gitti. 2000’ler öncesinde olduğu gibi her 10 senede bir moda, sinema, müzik gibi alanlarda kitlesel etkilerin, akımların çıkmasını beklemiyoruz. Varsa yoksa geriye dönüp yeni modifiyeler peşinde koşuyoruz.
Geçmişten alınan fikirler bazen üzerine eklenerek, bazen olduğu gibi kullanılıyor. İşte tam da bu noktada kritik bir sınıra yaklaşıyoruz: Esinlenmeyle ilham alma, kopyayla taklit etme arasındaki ince çizgideyiz.
2000’lerde koleksiyon oluştururken yeni fikir bulmak ironik olarak eskisinden daha zor. Evet, ironik çünkü hem elimizin altında kolayca ulaşabildiğimiz bir imaj arşivi var hem de her şeye kolayca ulaşmanın getirdiği yüzeysellik içinde yüzüyoruz.
Kolektif moda hafızası, her yeni tasarımı bir döneme, bir akıma benzetmek için hazır. Zaten bu en doğal serbest çağrışım. Çünkü moda terimlerimizin çok büyük bir bölümü 2000’ler öncesi tanımlanmış ve tasarlanmış durumda. Her siluet, her renk kombinasyonu, her materyalin geçmiş dönemlere ait bir çağrışımı var; her şey bir şeye benziyor!

İlham almanın yeni manifestosu

Taklit= Alınan referansın hiç işleme girmemiş hali, kısaca orjinalinin aynısı kalması durumu
İthaf edilmiş koleksiyonlar= Referansın adını belirterek kibarca kopyalamak

İçeriksiz blog’ların, ‘kopyala yapıştır’ yorumların gırla gittiği bir blogosferde, önemli moda okullarından Istituto Marangoni’nin moda tasarımıcısı ve tarih akademisyeni Diana Marian-Murek’in açtığı ‘Into The Fashion’, bu konuya kafa yoran, adeta ders niteliğinde bir blog. Murek’in bu blog’u açmasındaki motivasyon da kendi tasarım öğrencilerinde gözlemlediği ‘esinlenme ve kopya etme’ sınırındaki bocalamaları olmuş.

Yazının Devamını Oku

Moda haftasına dair aslında konuşulması gerekenler

17 Mart 2013
‘Moda’ olmanın iltifat olarak algılandığı toplumlarda tasarım kültürünün gelişmesi için istediğiniz kadar iyi organizasyonlar yapın, olayı magazin kültürünün göbeğine yerleştirirseniz, bir adım öteye gidemezsiniz. Örnek, İstanbul’un moda haftasıyla olan imtihanı

Bu yıl sekizincisi düzenlenen IFW, yeni sponsoru ve adıyla MBFWI (Mercedes-Benz Fashion Week İstanbul) defilelerinin yapılma amacı hâlâ netleşmiş gözükmüyor. Bu defilelerin nihai amacı daha fazla yırtmaç, podyumda daha fazla ünlü yüz, cemiyet insanlarının daha çok karesi gibi formüllerle gazetelerin magazin eklerinde en büyük yeri kaplamaksa evet herşey yolunda, tartışacak bir durum yok. Burdan sonraki döngü de hazır zaten: Magazinde en çok konuşulan tasarımcı mezuniyet ve düğün sezonlarında bol bol müşteri kazanacak, bu şekilde bir gün hayalini finanse edebilme umuduyla sağa sola ‘özel dikim’ yetiştirecek, şanslıysa bir diziye kıyafet vermeye başlayacak ve tasarım hayalleri yine bir başka bahara kalacak.
 Amaç tasarımcılarımızı uluslararası sektöre tanıtmak, koleksiyonlarını sattırabilmek, moda endüstrisinin çarklarını ülkemizde de döndürebilmekse dikkat edilmesi, üzerinde konuşulması asıl gereken noktalar şunlar:

AZ ASLINDA İYİDİR

Arkadaş hatrına yapılan kreatif direktörlükler tasarımcıya destek olayım derken yitirilen objektiflik sonucu köstek olabiliyor. Koleksiyonların genelindeki dağınıklık ve fazla ürün gösterme telaşı aklıma 2 sezon önce Trussardi’de çalışan efsane moda editörü Marie Amelie Sauve’nin şu sözlerini getirdi: “10 güçlü kombinin varsa prdyumca sadece 10 kombin çıkar. 11’incisini zorlama.”

TEKNİK ELEŞTİRİLERİ PROFESYONELLERE BIRAKALIM

Her yazacak bir mecrası olan kendini koleksiyon yorumu yapmak zorunda hissederse, “Podyumda mor renk göz kamaştırdı” tadından ötesine geçemeyen bir karnavalın parçası olur kalırız. Gayri ciddi, profesyonel olmayan yorumlar tasarımcıyı hiç bir şekilde geliştirmez. New York- Londra- Milano- Paris koleksiyonlarının teknik eleştirileri sadece belli, saygın editör ve moda yazarları tarafından WWD’nin günlük özel baskılarında, International Herald Tribune, New York Times, Le Figaro muadilindeki gazetelerin özel stil sayfalarında yapılıyor.

HER YAYIN KURULUŞUNA EŞİT MESAFEDE DURMAK

Moda haftası dediğin en önemli yayın ve destek mecrası olan tüm moda dergilerine eşit mesafede durmalı. Tek bir derginin egemenliğindeki görüntüsü hiç profesyonel ve ciddi bir duruş değil. Organizatör kuruluş IMG’nin Doğuş ile ortaklığından sonra Vogue dergisinin yaşadığı ‘çıkar çatışması’ ve geçen sezon Vogue’a verilen yayın sponsorluk krizinden dolayı başta Elle dergisi olmak üzere diğer dergilerin 2 sezondur moda haftasını boykot etmesi, üstelik bu duruması alışılması oldukça garip bir durum.

Yazının Devamını Oku

Oh la la! İşte Paris’te moda

10 Mart 2013
Moda haftalarının en prestijlisi. Modanın, çağdaş sanatla, tasarımla, müzikle en çok kesiştiği hafta. Tüm dünyanın 6 ay boyunca konuşacağı trendlerin her çeşidinin doğduğu yer sayılan Paris Moda Haftası’ndan sıkı düellolar, ‘en’ler ve parti notları

En telif sorunu yaşayan:RICCARDO TISCI

Givenchy markasının tasarımcısı Riccardo Tisci, nefes kesen defile yapmasını bilenlerden. Defilesinde yürüyen modeller arasında travesti arkadaşlarına, ikonik modellere rastlamak mümkün. İlk sırada oturanlar arasında Jessica Chastain ve Amanda Seyfried gibi Oscar yorgunu şöhretler vardı. Çingenelerin güçlülüğü ve Viktoryan romantikliğinden ilham alan Riccardo Tisci, referanslarını öylesine lirik bir şekilde birleştirebilmiş ki koleksiyondaki grunge sokak havasıyla nasıl hem rock hem elegan olunurun cevabını veriyordu. Defile sonrası verdiği yemek davetindeyse, koleksiyonda kullandığı Walt Disney Bambi figürü için telif izni almadığı ve davaya girmeden anlaşarak o parçaları koleksiyondan çıkarıp üretmeyeceği kulaktan kulağa dolaşıyordu.

En genci:KARL LAGERFELD

Evet, 80 yaşına rağmen Paris’in en genci çünkü Chanel için yaptığı koleksiyonlar, her zaman moda haftasının en tazesi, iple çekileni, sürprizlisi ve ihtişamlısı oluyor. Bu sefer de Grand Palais’de dev bir dünyanın etrafında Daft Punk’ın ‘Around The World’ parçası eşliğinde yürüyen yüze yakın model ve dinamik bir koleksiyon Lagerfeld’i moda dünyasının hakimi yapmaya yetti.

En eleştirilen:HEDI SLIMANE

Markanın başındaki YVES ismini kaldırtarak işe başlayan tasarımcı Hedi Slimane, geçen sezonki tartışmaya açık koleksiyonundan sonra bu sezon eleştirmenleri iyice şoke etti. Öylesine şoke etti ki, bazı hatırı sayılır moda yazarları bile bu ‘California grunge’ koleksiyonu “Bir tokat gibi geldi” şeklinde yorumladılar. Ve fakat Saint Laurent markasının ve birçok markanın sahibi PPR grubun reklamlarını dergilerden çekme gazabından çekindikleri için yorumlar temkinliydi.

Wang mı, Ghesquiere mi?

Balenciaga’nın yeni tasarımcısı Alexander Wang dersine iyi çalışmıştı. Nicolas Ghesquiere gibi tüm eleştirmenlerin yeteneği ve tasarım zekâsı konusunda hemfikir olduğu bir tasarımcıdan sonra işe koyulmak hiç de kolay değildi. Hele ki 1950’lerin efsane tasarımcısı Cristobal Balenciaga’nın ismini taşıyan Fransız bir modaevinin başına geçen New York sokak stili ile meşhur olmuş bir tasarımcıyken. Oldukça konsantre ve Balenciaga’nın özünü oluşturan heykelsi, zarafeti yakalayabilmiş, bir koleksiyon ortaya çıkarmıştı.

Yazının Devamını Oku

Nostalji eşittir 20 yıl öncesi

3 Mart 2013
Moda akımlarında nostalji takvimi 1990’ları gösteriyor. Londra, Milano ve Paris moda haftalarındaki son sergilerde, 1990’ların hem grunge hem minimal ruhunu hissetmek, 1993’ün sihrini hatırlamak mümkün

“Önümüzdeki yıllara damgasını vuracak yeni akım ne olacak?” sorusunu yanıtlamak aslında çok basit. Bulunduğunuz dönemden 20 yıl geriye gidin. Malum, nostalji kavramının takvim süresi belli: Yirmi yıl. 1990’larda 1970’lerin, 2000’lerde 1980’lerin nasıl da revaçta olduğunu hatırlayın. Moda akımlarında hayat döngüsü böyle işliyor. 2010’lara girdiğimizden beri de özellikle moda trendlerinde ve koleksiyonlarda 1990’ları tekrar yaşıyoruz. Doc Martens’ler giyip kat kat desenleri ekoseleri karıştırmamız, Dries Van Noten gibi tasarımcıların Kurt Cobain’den esinlenip koleksiyon hazırlaması da hep bu yüzden.
Geçen yıldan beri tasarımcıların en büyük ilham kaynağı 1990’ların iki zıt yönü, grunge ve minimalizm, bu sezon da moda haftalarının önemli eğilimlerindendi. Geleceğin moda trendlerini soranlara tavsiyem şu: Yirmi yıl önceye dönüp sanatını, müziğini, modasını gözden geçirin.

Modayla sanatın flörtü

Tasarımcıların bir koleksiyon oluştururken en büyük referans kaynaklarını mı merak ediyorsunuz? Göz atmanız gereken yerler defileler, mağazalar değil sanat galerileri. Örnekler üzerinden açıklayalım: 
 Paris’te Grand Palais’deki Yves Saint Laurent retrospektifi ve Müze Bourdelle’deki Madame Gres sergisi birçok tasarımcıya koleksiyonları için ilham kaynağı olmuştu.
Her mayıs New York Metropolitan Müzesi’nde gerçekleşen geleneksel MET balosunun bu yılki teması punk sergisi. Tasarımcıların nasıl etkilendiğini şimdiden görmek mümkün. Versace, geçen haftalarda Milano Moda Haftası’ndaki defilesinde Versace+Punk= Vunk kavramını ortaya atarak MET’in punk balosuna gidecek birçok ünlüye kıyafet servis edebileceğinin sinyalini vermiş oldu.

Türk genç tasarımcı adaylarının en ciddi sorunu ne?

İTKİB Koza Genç Tasarımcılar Yarışması’nın gedikli jüri üyelerinden biri olarak her sene yarışmaya başvuran tasarımcı adaylarının aldıkları referanslardaki karmaşıklığı, koleksiyon hazırlama sürecinde kaybolmuşluğu görüyorum. Genç tasarımcı adayları ilhamlarını kaynağından değil, başkası tarafından yorumlanmış halinden alıyorlar ve çok önemli bir katmanı kaybetmiş oluyorlar.

Yazının Devamını Oku

Modanın sokak çocukları

24 Şubat 2013
Devir, akımların dikte ettiği değil; kişiselleştirmenin önem kazandığı bir devir. Son yıllardaki ‘blogging’ ve ‘sokak stillerinin’ fenomenleri de bu kolektif bilincin ve dijital çağın kelebek etkilerinden bazıları.

Dünya modası, paçalar kısaldı mı uzadı mı, etekler zil çaldı mı, bu yaz ne giyeceğiz gibi popüler kültürün ‘doldur-boşalt’larından artık çok daha farklı bir yerde.  Modaya yön veren iki mühim fenomen var artık: Sokak stili ve blogging. Ve fakat sosyal medyanın önlenemez yükselişiyle birlikte bu alanlarda ciddi bir enflasyon yaşanması, olayı çığrından çıkardı. Geçen günlerde International Herald Tribune ve New York Times-T Magazine’in 35 yıllık moda yazarı Suzy Menkes’in yazısında kullandığı ‘moda sirki’  tabiri, yaşadığımız dönemin ruhunu özetleyen en yerinde tespitlerden biri.
Çok değil, 7-8 sene önce defile mekânlarılarının kapısında basın fotoğrafçılarından başka kimse olmazdı. Bir Givenchy defilesi öncesi, ‘blogger’ fenomenini başlatan kişilerden Scott Schuman, namı diğer Sartorialist, fotoğrafımı çekmek için izin istemişti. Daha sonra da fotoğraflarımı blog’una ve kitabına koymuştu. O zamanlar bu gayet ender bir olaydı. Şimdilerde yüzlerce blogger defile mekânına giden her sokağın köşesinde gelenlerin fotoğraflarını çekme yarışında, diğerleri de çekilme telaşında. Herkesin bir blog’da fotoğrafının yer alabilme ve 15 dakikalığına da olsa post-modern şöhreti yakalayabilme ihtimali, abartılı stillerle defile mekânlarına üşüşen meraklı bir kitleyi yarattı. Sırf bu ‘blogger’ enflasyonundan dolayı, ne iş yaptığını ne içerik ürettiğini bilmediğimiz birçok kişi moda dünyasında şöhret olmaya başladı.

DÖNEMİN RUHU BUDUR

Modada hiçbir hareket boşa değil. Bu yatırım da bir müddet sonra meyvesini veriyor, markalar ve tasarımcılar fotoğrafı çok çekilen bu blogger’lara sponsor oluyor. Bedelsiz kıyafet göndermeler, birlikte projeler ve kampanyalar yürütmeler... Söz konusu marka böylece bir ünlüyle çalışıp elde edeceği görünürlükten çok daha fazlasına daha uygun bir bütçeyle ulaşabiliyor. Londra’da moda editörlüğü yapan bir arkadaşım bir keresinde “Her defile öncesi onlarca fotoğrafımı çekiyorlar ama neden hiçbir yerde yayımlanmıyor?” diyerek blogger’lara isyan bayrağı açmıştı. Arkadaşım gibi isyanda olanlar için artık ‘Sartorialist gibi sokak stilini fotoğraflayan blog’larda yer alabilmenin stratejik yolları’ gibi esprili başlıklı yazılar, kitaplar bulmak mümkün. Evet, çeken ve çekilen çok. Ama bunların içinden önemli dergilerin ve moda sitelerinin sayfalarında yayımlananlar genelde dünya çapında 50 kişiyi geçmiyor. Bu dönemde dünya modasının ‘trendsetter’ olarak belirlediği, bol bol ilham aldığı işte o 50 kişi! İşte ‘zeitgeist’ budur, ‘dönemin ruhu’ budur. Bundan 20 yıl sonra geriye dönüp baktığımızda bu günlerin ruhunu işte bu sokak modası fotoğrafları özetleyecek. Haydi buyrun, yakalayabilene aşk; kaçırana da geçmiş olsun.

Tom Ford bile boyun eğdi

Birkaç sezondur koleksiyonlarının sosyal medyada yer almasını engellemek için davetlilerin cep telefonu kullanmasına izin vermeyen, sunumlarını sadece belli editörlerle paylaşan Tom Ford bile çark etti. Burun kıvırdığı sosyal medya tüketim çemberine geçen hafta Londra’da yaptığı şaşalı defileyle geri dönmüş oldu.

Sokak modası nasıl olmamalı?

Yazının Devamını Oku

Bir New York üçlemesi: Moda, parti ve kasırga

17 Şubat 2013
8 senede yüzlerce izlediğim defile izleme bilançoma 30 tane daha eklemek üzere New York Moda Haftası’nın yolunu tuttum.

Moda haftaları açısından New York, bir Paris değil. Tasarım cesareti olarak ABD, Fransız stiliyle yarışamıyor. Fakat Anna Wintour’un son yıllardaki üstün çabaları ve yeni nesil tasarımcılara verilen destek sayesinde New York Moda Haftası tekrar heyecan kazanmaya başladı. Fakat şunu da belirtmekte fayda var: New York’ta Paris’e, Londra’ya nazaran defile veya sunum sayısı çok daha fazla olmasına rağmen en ‘baba’ şovları izleyemezsiniz. Ne ilham alırsınız ne de trendler hakında iyi kötü bir fikriniz olur. Hatta Amerikan/ticari/kötü tasarımcı ekseninde boğulursunuz.

 Defile notları, parti dedikoduları

 ¬ David Beckham her zamanki gibi karısını desteklemek için defileyi izlemeye geldi ve defile sonrası koleksiyonu inanılmaz seksi bulduğunu söyledi.
¬ Liberty Ross, yönetmen kocası Rupert Sanderson onu Kristen Stewart ile aldattıktan sonra Alexander Wang’in defilesinde podyumda yürüyerek “Yıkılmadım, ayaktayım” mesajı vermişti. Bu sezonsa kendisine zor zamanda destek çıkan arkadaşı Wang’in defilesini ön sıradan izleyerek boşanma sonrası ilk kez basınla
buluşmuş oldu.
¬ New York Times’ın stil dergisi T Magazine, yeni genel yayın yönetmenini ve yenilenmiş halini Grand Central’da bir partiyle kutladı. Derginin boyutu büyümüş, grafikler tazelenmiş; dergiye taze kan ve can gelmiş.

Yazının Devamını Oku