Teknoloji, tasarım ve moda birlikteliklerinde son günlerin en tartışılan ürünü Google Glass. Yani Google tarafından birkaç ay önce, henüz limitli bir sayıda denenmek üzere piyasaya çıkardığı bir çeşit bilgisayar bağlantılı gözlük.
Google’ın bu gözlüğü konusunda yapılması gereken en önemli pazarlama tekniği bu yüksek teknoloji ürününü yüksek modayla birleştirmek ve tüketici için yeni bir arzu nesnesi yaratabilmek. Bu başarılırsa belki de tahminimizden de kısa bir sürede en havalı, en aranılan aksesuar sezonun krokodil yeşil hit çantası değil de bu giyilebilir bilgisayar olacak! Projeye kadın perspektifini katmanın önemi aşikar olduğundan Google, Silikon Vadisi’ndeki erkek egemen teknoloji uzmanları arasında sırf bu proje için kadınlardan oluşan bir ekip bir araya getirmiş. Şimdiden bu internet bağlantılı bu gözlüğün beyaz, turuncu, mavi ve iki ton gri rengi mevcut. Ve hatta defilelerde ve moda çekimlerinde yerini almaya çoktan başladı.
Moda tasarımcısı Diane von Fürstenberg, geçtiğimiz New York Moda Haftası’nda, bu renkli Google gözlükleri modeller üzerinde koleksiyonuyla kombinledi. Zamanını yakalayabilmiş, yeniliklere açık bir kadın portresi için bu gözlüklerin koleksiyonunu çok iyi tamamladığını da vurguladı.
Diğer yandan ELLE dergisi, Google ile beraber sokak modası ve moda haberleriyle ilgili bir uygulama geliştirme aşamasında. Vogue Amerika’nın Eylül sayısındaki moda çekiminde de modellere sezonun renkli paltolarıyla kombinlenmiş renkli Google gözlükleri eşlik etti. Prada ise yeni koleksiyonunda Google Glass tasarımını çağrıştıran gözlüklere yer verdi. Diğer teknoloji ve moda markaları da giyilebilir teknoloji üzerine harıl harıl çalışmakta. Apple, Yves Saint Laurent grubunun eski yoneticisini bu tip özel projeler bölümüne transfer etti; akıllı bir saat üzerinde çalıştıkları konuşuluyor. Moda tasarımcısı Rebecca Minkoff pespembe bir gece çantasını bluetooth bağlantılı hoparlörlerle tasarladı. Ve hatta bir başka çanta da telefonunuzu kablosuz şarj etme özelliğine sahip!
İlk durak Teksas. Amacımız biraz ‘sanat’ görmek. Zira buradaki küçük şehir Marfa, uluslararası şöhretini sanat ve sanat turizminden alıyor. Görünürde hiçbir özelliği olmayan Marfa, keşfettikçe hafızamızda en çok yer eden şehirlerden biri oldu. Peki, Marfa’da neler görmeli? Sıralayalım...
Judd Sanat Derneği: Marfa’yı uluslararası sanat duraklarından biri yapan ilk isim ünlü Amerikalı sanatçı Donald Judd. Her şey 1971’de Judd’un Marfa topraklarının büyüsüne, ferahlığına kapılıp bir ev kiralamasıyla başlıyor. Judd’un evi, stüdyosu, enstalasyonları, resimleri ve en önemlisi vizyonu tüm şehre yayılmış, çok etkileyici.
Prada Marfa: Geçen sene Beyoncé çölün ortasındaki hayali Prada mağazasının önünde zıplayarak fotoğraf çektirmiş, her yerde bunu paylaşmıştı. Issız bir yolda aniden karşınıza çıkan bu ‘mimari-pop çağdaş sanat enstalasyonu’ karşısında etkilenmemeniz mümkün değil. Zaten yolda durup fotoğraf çektiren herkeste bir tebessüm bir gülümsemeye yol açıyor. 2005’te Berlinli sanatçılar Elmgreen & Dragset tarafından yapılan, çöl ortasında, otoban kenarında bire bir canlandırılmış bir Prada mağazasından bahsediyoruz.
Playboy Marfa: 90 numaralı otobandan Marfa’ya doğru giderken sağa sola dikkat kesilmenizi öneririm. Çünkü aniden karşınıza çıkan devasa Playboy tavşan ikonunu kaçırmak istemezsiniz. 1972 model siyah bir Dodge Charger’ın yanında 12 metre boyunda neon ışıklı Playboy tavşanı sanat eserini çağdaşsanatçı Richard Phillips yapmış. Tabii işi komisyon eden Playboy”un özel projeler kreatif direktörü.
Marfa hayalet ışıkları: ‘Marfa Ghost Lights’ ın çok eskilere dayanan, gece görünen hayalet ışıklar olduğu söyleniyor. Bunun için bir izleme platformu kurulmuş şehirde, hatta festivali bile düzenleniyor. Bu ışıkların basketbol topu büyüklüğünde çeşitli renklerde görüldüğü söyleniyor. Mistik bir gece için geçerken uğranabilir.
Oteller: El Cosmico lüks karavanlar veya çadırlarda kalabildiğiniz bir işletme. Çok rafine, her şey özenle seçilmiş. Thunderbird Otel ise tıpkı filmlerdeki gibi; yol üzerindeki ‘motel’ deneyiminin şık halini yaşatmak için ideal.
SANTA FE
Moda haftalarındaki sokak stili bloglarının, web sitelerinin müzik festivallerine dadanması ve buralardan sürekli içerik üretmeye çalışmasıyla, konserlere gitme konsepti hayli değişti. Çabasızmış gibi görünen ama aslında moda dergilerinin stil kutularının kodlarını yerine getirmeye çalışan kombinlerle doldu festivaller.
70’lerin ‘Woodstock’ ruhunu temsilen çiçekli elbiseler altına giyilen postallar, etnik desenlerle buluşan püsküllü yelekler, çiçekli saç aksesuarları, deri ceketlerle kombine edilen jean şortlara son yıllarda Amerika Batı yakasını temsilen ‘Coachella’ festivalinin de stil kodları eklendi. Yani biraz Rihanna vurdumduymazlığı katılmış hali.. Neon renkler, renkli camlı gözlükler, plastik aksesuarlar, minicik şortlarla kombin bikiniler...
Glastonbury Festivali ise topraklarının getirdiği müzik kültürü ve İngiltere’nin yağmurlu havasıyla mücadeleyi de içeren fonksiyonel stiliyle moda sayfalarının en büyük ilham kaynağı olmuştur her zaman. ‘Hunter’ plastik yağmur çizmelerinin kupkuru havalı festivallerin üniforması olması da bu sebeptendir.
KATE MOSS DEVRİMİ
Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen ve stili ile her zaman öne çıkan Glastonbury Festivali’nde ise bu sefer ‘üniforma festival stili’ yerini çeşitliliğe bırakmıştı. Klasik festivalciler Kate Moss, Sienna Miller gibi geleneksel festival üniformalıların yanı sıra daha genç jenerasyonun klasik festival kodlarının dışında stilleri göze çarpıyordu. Daha şehirli, daha trendy, daha kişiselleştirilmiş ve daha aykırı. Tabii bu ikinci grubun ortaya çıkışında moda bloglarında bolca yer alabilme umudu da yadsınamaz.
Birkaç örnek verelim: Son dönemin gözde R&B şarkıcısı Rita Ora, etkinliğe Stella McCartney elbisesi veya bir diğer gün giydiği kalem eteğiyle geldi. ‘Mumford&Sons’ grubunun solisti ile evlenen ünlü oyuncu Carey Mulligan, baştan aşağı siyah kombini seçti. Yine son dönemde yeni Kate Moss olarak lanse edilen model Cara Delevingne’ın Adidas Y-3 tulumu da olay oldu. Genel tercih olarak klasik eskimiş bir Converse ayakkabı yerine rengarenk Nike Air Max giyenler veya çapraz asılan çanta tercihini püsküllü deri veya bez çanta yerine Chanel’den yana kullananlar gibi...
Zamanında Hunter plastik çizmeleri festival ikonu haline getiren Kate Moss bu sefer bir kural daha bozdu ve ülkemizdeki takipçilerini de çok sevindirecek şekilde festivale topuklu çizmeyle gitti.
Uzun yıllar moda apolitik bir fenomen gibi görüldü, siyasilerin çok az ilgi gösterdiği bir kavram olarak kaldı. 1960 ve 1970’lerle birlikte sosyal hareketlerle birlikte moda da gayet politik bir fenomene dönüştü.
Kadın güç figürlerinin stilleri toplum üzerinde son derece etkili olmaya başladı. First Lady’lerin, toplumun genel stiline, moduna/moraline ve de ülke tasarımcılarının dünyaya tanıtılmasına katkı açısından etkisi arttı.
Bu kontenjandan Jackie Kennedy, Prenses Diana, Michelle Obama ile kabaran listeye son dönemde Çin devlet başkanının eski şarkıcı karısı Peng Liyuan da dahil oldu. Öyle ki Çin halkı; “Yıllardan sonra ilk defa gurur duyacağımız bir imajla temsil ediliyoruz” diyerek gururlarının okşandığını ifade etti.
İŞ KADINLARI 1980’DE YARATTI
Henüz Çin hükümeti Liyuan’ın, Michelle Obama’nın Amerikan Vogue’a kapak olması gibi Çin Vogue için çekim yapmasına izin vermedi ama Çin toplumu kendi first lady’sinin stiline taktı bir kere: Giydiği her kıyafet yok satıyor, el verdiği her Çinli tasarımcı ihya oluyor.
Eş kontenjanından değil de kendi kariyeri ve karizmasıyla ortaya çıkan power dressing (güç gösteren giyim) kavramı ise 1980’lerin başında erkek egemen iş hayatında, kadının var olma mücadelesine paralel gelişti. Neredeyse bir çeşit üniforma kodlandı. Yani kadının bu yeni sosyal arenada, kimliğini yapılandırması, belli bir algıyı yönetebilmesi için power dressing üniformalaştı: Takım elbiseler hem de etekli ceketli olanlarından.
Artık 1980 ve 1990’lardaki gibi son derece köşeli kodlanmış güç gösteren giyim tanımı günümüzde daha kişisel, duygusal dokunuşa sahip, maskülen-feminen dengesinin yakalandığı, kumaş ve terziliğiyle güçlü ancak aşırı kuralcı olmayan daha esnek bir hal aldı.
AMANPOUR’A FORD TASARIM
Tenisçi Andy Murray’nin sevgilisi Kim Sears
Önceki hafta Wimbledon Tenis Turnuvası’nda, İngiliz erkeklerinin 77 yıllık kupayı alamama lanetini sona erdiren Andy Murray, üç buçuk saat boyunca Sırp rakibi Djokovic’e karşı raket sallarken ekran başındaki milyonlar sevgilisi Kim Sears’ı (25), Google’lamakla meşguldü. üç buçuk saatte sevgilisi Sears’a da yarım milyon Google tıklaması kazandırdı. Bazı yayınlar turnuvayı Kimbledon diye adlandırdı bile.
Hayvan portreleri yapan sanatçı Kim şu sıralar İngiltere’de bütün paparazzi dergisinde yer almaya başladı . Çeyrek final maçında giydiği çiçekli Zara elbise ve final maçındaki 925 sterlinlik Victoria by Victoria Beckham elbisesi turnuvadan sonra yok satmış.
Yedi yıllık beraberliklerinde çift bu seneki Wimbledon turnuvasıyla adeta en parlak ve şanslı dönemlerine girdi. Beckham çiftinin menajeri ve televizyon prodüktörü Simon Fuller, Kim’le de anlaşmak üzere.
Kim’in potansiyeli göz önüne alındığında iyi bir rol model olabileceğini düşünüyor birçok halkla ilişkiler uzmanı. Çok yakın bir zamanda bir saç ürünü kampanyası veya kapsül bir kıyafet koleksiyonu çıkarması bekleniyor. Hatta ünlü İngiliz markası Burberry’nin Sienna Miller ve kocası Tom Sturridge’den sonra kampanya yüzü olarak Andy ve Kim ile anlaşmak üzere olduğu konuşuluyor.
Kulüplerden çıkan moda
Victoria&Albert Müzesi’ndeki From Club to Catwalk sergisi 1980’lerin moda-müzik-kültür üçgeninden örnekler sunuyor. 1980’lerin en parlak tasarımcıları John Galliano, Vivienne Westwood, Rıfat Özbek ve kulüp kültürüyle bağlantıları; ünlü performans sanatçısı Leigh Bowery ve Boy George’un birçok kıyafeti ve fotoğrafı var. Ve tabii ki dönemin ikonik gece kulüpleri Taboo ve Blitz.
İfade özgürlüğünün öneminin en çok vurgulandığı bugünlerde politik sanat nedir ve nasıl karşılanır gibi kavramlar daha da geçerli oldu. Hatta “I.İstanbul Direnali varken Bienale gerek yok” dendi. Dünyanın en bilinen ve önemli sanatçılarından biri olan Ai Weiwei’nin Sundance Film Festivali Özel Jüri ödüllü filmi ‘Never Sorry’ de işte böyle politik aktivist bir sanatçının kararlı mücadele yolculuğunu anlatıyor. 55. Venedik Bienali’ne üç ayrı eserle katılan Weiwei, uzun yıllardır ülkesi Çin’de ifade özgürlüğü mücadelesi veren bir sanatçı. Çin hükümetinin demokrasi ve insan hakları bakış açısının en büyük eleştirmeni.
Çin hükümeti, sanatçıyı, ara ara gözaltı, hapis, vergi borcu, ülkeden çıkış yasağı, yer yer fiziksel şiddet uygulamak, yazdığı blogu internetten silmek gibi yollarla yıldırmaya çalışsa da Ai Weiwei, dünya kamuoyunun da yakın desteğiyle sesini ve sanatını duyurmaya devam ediyor. 2011’de sebep gösterilmeden tutuklanmasından sonra dünya çapında protestolar başlatıldı.
Halkı tarafından da adeta bir kahraman gibi görülüyor. Özellikle hükümet içerisindeki yolsuzlukların da üzerine gitmesi sebebiyle... 2008’deki Çin depreminde ihmal sebebiyle ölen ve adları açıklanmayan 5 bin 335 çocuğun tek tek isimlerini ortaya çıkarıp belgelediği, okul çantalarından dev bir enstalasyon yaparak her sene isimlerini andığı işleri çok ses getirdi. Ekim 2011’de Art Review dergisi ‘Power 100’ listesinde 1 numaraya yerleştirdi Ai Weiwei’yi. Haziran 2013’de Time dergisinin Çin’le ilgili sayısını hazırladı. Nobel Barış Ödülü’nün özel davetlisiyken ev hapsine alınarak gitmesi engellendi. Sosyal politik ve kültürel konulardaki aktifliğinde en önemli aracı Twitter oldu. 2010’da Twitter”ın kurucusu Jack Dorsey ile ‘Digital Activism’ panelini yaptı. Güney Koreli rapçi PSY’ın ‘Gangnam Style’ parçasını dört dakikalık bir parodi şeklinde çekti. Video da çok kısa bir sürede Çin hükümeti tarafından engellendi. Ülkesinde isminin Google aramada bile çıkması engelleniyor.
Sundance Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü kazanan ve New York Times Eleştirmenler Ödülü’ne sahip bu filmi izlemenin tam zamanı.
Hermès Birkin peşinde
Hermès satışları katlanarak büyüyor. Marka son olarak artan talepleri karşılayabilmek için Fransa’nın doğusunda 600 kişinin çalışacağı iki yeni deri fabrikası açacak. Peki bu Hermès tutkusunun kaynağı ne? ‘Bringing Home the Birkin’ kitabı (Türkçe çevirisi ‘Birkin’in Peşinde’) bu sorunun cevabını veriyor.
Kitap, Hermès tutkunları ve eBay üzerinden kendine modern zaman kahramanlığı tadında bir iş kuran Michael’ın hikâyesi. Neredeyse dünyadaki tüm Hermès mağazalarını gezerek çeşitli taktikler geliştirerek, Birkin avcılığına başlıyor; çantaları alıp internette satıyor. Teknik olaraksa alıcının, yani müşterinin satıcıya uygun taktikler geliştirmesi gerektiğini öğreniveriyor. Eh ne de olsa Birkin çantanın şehir efsaneleri hep boldur; iki senelik bekleme listeleri, deri stoklarının tükenmek üzere olduğu, satılmayan sezon çantalarının yakıldığı gibi... Kitabın yazarı Michael Tonello Hermès Birkin kovalama işinde beş yılda hatırı sayılır para kazanıyor, dünyayı geziyor, en güzel yerlerde en pahalı şarapları içiyor. Alışveriş kavramının ‘ihtiyaç’ değil ‘istemek’ ile alakalı olduğunu varsayarsak, Birkin’in nasıl bir obsesyona dönüşebileceğini bu kitabı okuyarak anlayabilirsiniz.
Genç tasarımcıların keşfedildiği yarışmalar, ülkenin moda kültürü ve eğitimiyle ilgili önemli ipuçları verir. Amaç, ülkenin özgün, yaratıcı, çağdaş genç tasarımcı adaylarını sektöre adım attırabilmektir. İTKİB, 21 yıldır düzenlediği yarışmaları son birkaç yıldır KOZA Genç Moda Tasarımcıları Yarışması olarak sürdürüyor ve sektör için oldukça önemli bir işe imza atıyor.
Yüzlerce dosya başvurusundan sonra ilk 30’a kalan adaylarla mülakatlar sonucunda ilk 10 finalistin koleksiyonlarını sergilediği gala gecesi bu sene yarışmanın ruhunu çok da iyi yansıtan bir mekânda, Camialtı Tersanesi’nde gerçekleşti. Koreografisini Öner Evez’in yaptığı yarışmanın final gecesinin kazananları Serdar Bozok, Ayça Pelvanlar ve Salih Balta oldu.
Türk hazırgiyim sektörü dünyayla rekabet edebilmek için taze fikirlere ve çağdaş tasarımlara ihtiyaç duyuyor. Tabii yarışma aslında bir başlangıç, sonrasındaki ezberlenmiş sistem ile mücadele esas önemli olan. Özgün kalarak evrenselliği yakalamak, markalaşabilmek, araştırma süreçlerine, emeğe ve yaratıcılığa yatırım yapmak gibi… Bu noktada Koza Yarışması’nın eğitim ödülleri jüri toplantılarımız sırasında yaptığımız mülakatlarda, genç tasarımcı adaylarının en cazip bulduğu ödüller oluyor. Yurtdışı eğitim ödülü, diploma ve sertifika programları tasarımcı adaylarının ufkunu açmak ve endüstriyle doğru köprüler kurabilmeleri adına çok önemli ödüller.
FİNALİSTLER PARİS’E
Birinci olan finalist, Ekonomi Bakanlığının bursu ile yurtdışında yüksek lisans bursu almaya hak kazanıyor. İlk üç finalist, 1 yıl süreyle yabancı dil eğitimi, bir marka veya tasarımcı bünyesinde 1 yıl asistanlık imkanı ve Moda Tasarımcıları Derneği’ne üyelik hakkı kazandı. İlk üç finalist İstanbul Moda Akademisi (IMA) ve Boğaziçi Üniversitesi Yaşam Boyu Eğitim Merkezi işbirliğinde 6 aylık ‘Moda Yönetimi’ programına yazılacak. İlk 10, ayrıca Paris Premiere Vision kumaş fuarını ziyaret hakkı kazanıyor.
Bu yıl önemli bir ödül daha eklendi: Finale kalan tüm tasarımcılara IMA’dan Moda Tasarımı ve Yönetimi Diploma Programı’na katılım hakkı. Ödülün maddi değeri 250 bin TL.
Ülkede ehil, saygın, istikrarlı tasarım yarışmaları yapılması, gençlere gerçek bir deneyim kazandırarak süreç başlatması, moda kültürünün oluşması açısından olmazsa olmazlardan. Bu tip yarışmaların içeriklerinin, eksikliklerinin, modern, dinamik ve cazip hale getirilmeleri konusunda da her yıl revizeler yaparak tasarımcının, emeğin ve yaratıcılığın cesaretlendirilmesine çalışılmalı.
Ruh-beden-akıl üçlüsü, paralel evrenler, şartlanmalar, çekim yasası, enerji teorisi, inanç ve tanrı kavramları, sevginin gücü, yüksek bilinç... Yüzyıllardır Amazonlar’da yetişen Ayahuasca bitkisi, tüm bu kavramların kesişim kümesinde anlatılıyor. Ayahuasca, Peru ve Brezilya’da yetişen psiko-aktif bir bitki. İçindeki DMT maddesi zaten vücudumuzda bulunan, iki gözün arasındaki alın boşluğunda bulunan bir sıvı. Tüm memeli hayvanlarda ve bazı bitkilerde de bulunuyor. Embriyo halindeki bir bebeğin sekiz haftaya kadar salgıladığı bir sıvı. Ölünce hayatınızın film şeridi gibi gözünüzün önünden geçmesini sağlayan da bu sıvı işte. Üçüncü gözü açtıranlardan. Bu maddeyi Ayahuasca bitkisinden aldığınız zaman, adeta yeniden doğuyorsunuz. Metaforik olarak değil, gerçekten.
Şamanların çok eskilerden beri şifa niyetine kullandığı Ayahuasca bitkisi İngiltere ve ABD’de şimdilik yasal olmamasına rağmen, önde gelen psikologlar, psikiyatristler, bilim tarafından inceleniyor, kullanılıyor, tavsiye ediliyor. Son 10 yıldır da Peru ve Brezilya’da açılan Ayahuasca merkezlerinde düzenlenen seremoniler, binlerce insanı ağırlıyor. Sizi size anlatıyor, kucaklıyor, iyileştiriyor, öğretiyor. İçinizdeki gücü, tanrıyı, benliğinizi, öz değerlerinizi hatırlatıyor. Yüksek bilincinize ulaşarak tüm sorularınızı yanıtlıyor. Spiritüel tarafının yanı sıra fiziksel iyileştirici özelliğiyle de biliniyor, her geçen gün daha fazla kişiyi iyileştiriyor. En son Amerikan Elle dergisinden bir editör Peru’da yedi seremoni yapıp dergide sayfa sayfa transformasyon deneyimini ve izlenimlerini yazmış, benim de iyice ilgim kabarmıştı. Ayahuasca bitkisi, şamanlar tarafindan toplanıp ayıklanıp çay gibi kaynatılarak içiliyor. Hayatının anlamını sorgulayan, yenilenmek, iyileşmek, bağımlılıklarından kurtulmak isteyen, içini kemirip bitiren sorulardan, problemlerden, endişelerden, kararsızlıklardan, egolardan, çocukluk travmalarından kurtulmak isteyen herkes tarafından hayat kurtarıcı, hayat değiştirici olarak tanımlanıyor. Meşhur bir mottosu da var: Bir Ayahuasca seremonisi 10 senelik psikoterapi seansına bedel. Bunu okumuş ve birçok terapi yöntemi çalışmış biri olarak söylüyorum. Çünkü psikoterapide sonuç pek yok, süreç var, hatta bazen biraz suçlama, yargılama var. Ayahuasca ise kucaklayıcı ve dolayısıyla da iyileştirici, yani yarayı kanırtıp etrafta suçlu veya haksız aratmıyor.
Çok yakın bir arkadaşımın bir Ayahuasca merkezine gidip geldikten sonraki muazzam aurası, enerjsi, anlattıkları üzerine geçen hafta Amazonlar’a doğru yola çıktım. Brezilya’da Bahia bölgesindeki bir Ayahuasca merkezine gitmeye karar verdim, açıkcası Peru’dakiler biraz daha korkutucu gözüküyordu. Klasik şaman (shaman) görüntüsü, seremonilerde söylenen mantralar olayı çok klişeleştiriyordu gözümde.
Gittiğim merkez 9 günlük bir program veriyor, içinde 4 Ayahuasca seremonisi ve birçok da workshop sunuyor. Kimi merkezler 2-3 haftalık çok daha yoğun programlar ve çok daha fazla sayıda seremoni gerçekleştiriyor.
İlk seremoni öncesi çeşitli meditasyon teknikleri, belgeseller, power point sunumlar ile çesitli şamanlar ve psikologlar ile yüksek bilinç sohbetleri yapılıyor. Bu arada oraya gitmeden önce başladığınız bir diyet zaten var: Etsiz, tuzsuz, alkolsüz, şekersiz bir beslenme ile mümkün olduğunca vücudun temizlenmesini tavsiye ediyorlar. Gün içinde daha önceden tecrübeli kişilerle konuştuğunuzda, en önemli hazırlığın ise akşamki seremoni için bir ‘niyet’ belirlemek olduğunu anlıyorsunuz. Gerçekten de en kritik nokta bu.
GELECEĞİN BİLİNCİ: AYAHUASCA / FOTO GALERİ
KAFADA NELERİ ÇÖZDÜM
Çayın tadı hayli fena. Etkisi içtikten 1-2 saat sonra hissediliyor. Böylece başlanıyor ve bir anda başka bir boyuta geçiyorsunuz deyim yerindeyse... 4-5 saat’lik deneyimde bilinciniz yüksek bir yerden hem size hem bedeninize hem de ruhunuza bakıyor. Gördüğünüz vizyonlar asla halüsinasyon gibi değil. Kimi zaman kafa sesi hatta bazen önünüze yazılmış olarak sorularınıza cevaplar bulabiliyorsunuz. Ve fakat her seremoniden aynı etkiyi beklemek yanlış. Bazen egonuz direnebiliyor ve bazen hiçbir şey yaşadığınızı düşünmüyorsunuz. Veya yüzleşmeniz gereken şeyle vedalaşabilmek için öncelikle o üzüntüyü ve öfkeyi hissederek sisteminizden çıkarmanız gerekiyor. Benim de önce yüzleşmelerden sonra mutluluktan ağlayıp tüm sorularıma cevap aldığım, müthiş mutlu ve huzurlu hissettiğim, sevgi dolu iki seremoni geçti. Diğer ikisi kötü geçti diyebilirim. Ama işte olay zaten sadece Ayahuasca içmek ve o süreçte yaşananlar değil, her şekilde bir şey öğrenmek... Kötü geçen seremoniden sonra bile ertesi gün yaşadığınız hafiflik, aydınlanma hissi ve sonrasında grup çalışmalarında paylaşılanlar ile rahatlatıcı çözümlere ulaştım kafamda.