Paylaş
Gittiğim yerde en az birkaç gün geçirip oranın ritminde yaşamayı severim. O yüzden kruvaziyer seyahatleri her zaman ilk tercihim olmaz. Ama istisnai ve gemi seyahatinin öne çıktığı zamanlar olmuyor değil. İlk kruvaziyer seyahatimde gittiğim Alaska gibi... Zorlu coğrafyalarda arabada saatlerce perişan olmaktansa gemi yolculuğu sizi bir yerden diğerine taşımanın en kolay ve keyifli yolu olabiliyor. Yorulmak istemeyenler, yaşça büyükler ve bol çocuklu aileler için de bu büyük kolaylık. Ama son kruvaziyer seyahatinde gördüm ki avantajlı farklı durumlar da var. Çoğu insanın başının derdi olan vize sorunundan kurtulmak mesela.
Epeyce bir zamandır Schengen sorunu yaşıyoruz malum. Belirli bir süre için Yunanistan’la yapılan kapı vizesi anlaşması işleri biraz rahatlattı. Ama aldığınız vizeyle tek adada kalabiliyorsunuz. Yani her adanın kapısında ayrı vize gerekiyor. Kruvaziyerde ise vizenizden ve sizden onlar sorumlu. İstedikleri birkaç evrakı gönderdikten sonra başka hiçbir şeye karışmıyorsunuz. Bunu yapan tek bir firma var, o da yerli ve milli ilk Türk kruvaziyer markası olan Selectum Blu Cruises.
Adaların en popüler restoranlarından olan Mylos’un salatası.
EN İYİ MUSAKKALARDAN BİRİ…
Pazar öğleden sonra yola çıkıp ilk durağımız olan Rodos’a varıyoruz. Gece yarısına kadar zamanımız var. Hemen bir araba kiralıyoruz. İlk olarak Anthony Quinn Bay olarak da bilinen Ladiko’ya kırıyoruz direksiyonu. O da ne! Minicik koyda herkes üst üste. Koydaki o çok sevdiğim restoransa meze değil, sadece deniz ürünü sattıklarını söylüyor bu aylarda. Özetle temmuz-ağustosta burada vaktinizi harcamayın.
Adada denize girilebilecek en güzel yerlerden biri Stegna Koyu. Orada bize tavsiye edilen yer Kozas idi. Fakat biz her masa arasına diktiği muz ağaçlarıyla koydaki en yeşil restoran olan Kyma’ya oturduk. Buraların güzelliği hem yiyip içip hem de önünden denize girebildiğiniz yerler olması. Kyma’nın bize sürprizi şimdiye kadar yediğim en iyi musakkalardan biri oldu. Patates ve patlıcan dilimlerinin arasındaki kıymalı harcın lezzeti yoğun, kıvamı suluydu. Ekmek banmaya doyamadık. Günbatımında adanın en popüler kasabası Lindos’a geçtik. Buradaki en özel restoran seçeneğiyse 1933’ten bu yana servis veren Mavrikos, aklınızda olsun.
Bu arada kruvaziyer tam pansiyon. Uzakdoğu’dan İtalyana restoran alternatifleri var, Türk mutfağı açık büfede oldukça iyiler. Özellikle kalabalık ve çocuklu aileler yemeklerini çoğunlukla gemide yiyor, adalara sadece gezmek için çıkıyorlar. Hareket kabiliyeti daha kısıtlı olanlar için de haliyle bu çok daha ekonomik ve kolay bir opsiyon.
Ertesi gün gidilecek iki ada var; Kos ve Leros. Her ne kadar bu sefer gidememiş olsam da Kos’taki en iyi lokanta seçeneklerinden biri limanın oldukça yakınındaki Barbouni. Burası açıldığı ilk yıllardan bu yana tanıdığım, dekorasyonu iç ferahlatan bir aile işletmesi. Ama gezinin en heyecanla beklediğim anı akşam Leros’ta yiyeceğimiz yemek. Neredeyse bir ay öncesinden zor rezervasyon yapılan Mylos son zamanlarda tüm adalar içinde en popüler restoranlardan. Mutfağında yeni nesil Yunan aşçılar var. Önündeki minik su değirmeni, sade ama etnik detaylı dekorasyonuyla ortam zaten bir rüya gibi. Fazla deforme edilmeden, yerinde dokunuşlarla farklılaştırılmış ama hepsinde de taze malzeme olan ve lezzete oynanmış tabaklar var menüde. Mesela baklava hamuruyla yaptıkları ballı peyniri burada kadayıfla hazırlamışlar, ızgara sübyenin yanına Asya stili soslanmış ve çeşnilendirilmiş bir pilav yerleştirmişler, ızgara kaya levreğiniyse patlıcanlı bir ravioli ile tabaklamışlar. Özetle damağınız, ada ruhundan kopmadan, stilize bir ziyafetle şenleniyor burada.
Son durak Samos’taysa denize girmek üzere Psili Ammos’a gittik. Oradan da sahil şeridini kullanarak Kokkari’ye. Kokkari sahili çakıl taşları üzerine masaları yerleştirmiş minik restoranlarla dolu. Ama burada mutlaka Meltemi’ye oturmalısınız. Çıtır kabak, kalamar tava, caciki, musakka, Yunan salata, birkaç saat önce denizden çıkmış barbun. Olabilecek en geleneksel şekilde donatın masanızı.
Kerevit ceviche
‘VAPURDA’ BEŞ YILDIZLI KAHVALTI
İstanbul’da yaşayan birinin pek yüz vermediği, ziyadesiyle turistik bulduğu aktivitelerden biri de Boğaz’da tekne turudur. Tekne kendi veya arkadaşının teknesi değilse çoğumuzun aklına bile gelmez bu fikir. Geçen hafta sonu bir arkadaşımın davetiyle ve ne yalan söyleyeyim pek beklentim olmadan gittim Le Vapeur Magique’e. Eski bir Şehir Hatları vapuru satın alınıp yenilenmiş. Gittiğimde Karaköy’deki büyük kruvaziyer yolcularından oluşan Amerikalı bir grup yemekteydi ve tek bir boş sandalye dahi yoktu. Mutfağın başında genç ve tutkusu gözlerinden belli olan şef Halil İbrahim Uzmanlı var. Afyon’un sucuğu, Antalya’dan domates, muhammara, menemen, çeşit çeşit peynir ve reçeller İbrahim Şef’in kurduğu kahvaltı sofrasından örnekler. Hep söylerim, kahvaltıda esas olan şey malzemenin kalitesidir. Net olarak diyebilirim ki İstanbul’daki en iyi otellerde verilen kahvaltıya rakip olabilir buradaki. Bu vizyonun arkasındaki isim olan Aytuğ Akşahin’in de ellerine sağlık.
Paylaş