Yok mu bu kavramların namusunu kurtaracak bir vatan evladı?
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Yaklaşık bir buçuk ay önce, Markiz'in muhteşem dönüşünün vuku bulması bekleniyordu.
Bir arkadaş geldi, akşamki açılışa gidip gitmeyeceğimi sordu.
‘‘Gelemem’’ dedim; ‘‘Teçhizatım müsait değil.’’
‘‘Nasıl yani?’’
‘‘Ne demek nasıl yani? Şapkam yok.’’
Sonra birden aklıma geldi: ‘‘Aaa, aslında içeride bir beyzbol kepi olması lázım. Gerçi kepin üzerinde NBA logosu var, üstümdeki kıyafetle de kel aláka, mil pardon, quel aláka ama olsun yani... Şapka şapkadır, di mi?’’
‘‘Abarttın yine’’ dedi bizimki: ‘‘Tamam yani, davetiyede şapkalı gelinmesi gerektiğini belirtmişler ama tepesi açık gelenin de saçını başını yolmuyorlardır herhálde! Benim de şapkam yok neticede. Ben gidiyorum.’’
‘‘Eh,’’ dedim; ‘‘tebrik ederim. Muazzam bir medeni cesaret göstergesi... Yalnız uyarmak isterim; tebrik cümlesi içinde geçen 'medeni'nin sana pek faydası dokunmayabilir. Zira aldığı davetlere icabet eden, adab-ı muaşeretten nasibini almış birinden ziyade şehir zontası, hatta Neanderthal muamelesi görmen, kuvvetle muhtemel. Bu şapka meselesini hafife almasan iyi edersin. Geçenlerde haza İstanbul hanımefendisi bir şahsiyetle açılış üzerine röportaj yapılıyordu. Kadın 30 cümle kurduysa, 29'unun içinde en az iki adet şapka kelimesi geçiyordu. Şapkasız yegáne cümleyi de röportajın başında sarf etti; 'Hoşbulduk' mu ne dedi.’’
Muhabbet orada kaldı. Bizimki, sonradan daha cazip bir program söz konusu olduğu için açılışa katılmadı. Ne yalan söyleyeyim, şapkasız giden olmuş mudur, olmuşsa, içeri alınmış mıdır, alındıysa parmakla gösterilip ayıplanmış mıdır bilmiyorum; kaldı ki umursamıyorum...
Bildiğim tek şey var. O da, o dönem bir sürü insanın kakofonik bir ‘‘monşer’’ edebiyatına yazıldığı, iki şapkayla memleketin kurtulacağına dair garip bir sanrıya kapıldığı... Şapkalar takılacak, herkes birbiriyle, aralara Fransızca kelimeler sıkıştırılmış mükemmel bir İstanbul Türkçesi ile konuşacak. Cümleten Kerime Nadir kahramanlarına dönüşeceğiz, ‘yozlaşmış’ kültürümüz kurtulacak...
Şimdilerde de bir metroseksüel muhabbetidir gidiyor. Mevzu iyice geyiğe sardı. ‘‘Metroseksüel kimdir?’’ sorunsalı, son zamanların en harlı gündem maddesi olarak memleketin dörtbir yanını kuşattı.
Efendim, artık Türk erkekleri de kendine bakıyormuş, medeniyet memleket saflarında kol geziyormuş. Dünyayı güzellik, Türk kadınlarını manikür-pedikür politikası güden Türk erkekleri kurtaracakmış.
Tırışşş...
Baksanıza, mevzu F1 yarışlarında müşahade edilebilecek bir akselerasyonla geyiğin finişine ulaştı bile.
‘‘Metroda tacizde bulunan adama metroseksüel denilebilir mi?’’ türü ‘‘espri’’lerden tutun, varoşlarda yaşayıp da bakım yaptırmaktan imtina etmeyen arkadaşların ‘‘gettoseksüel’’ addedilmesi benzeri devşirmelere; sardır sardırabildiğince...
En sevdiğimiz ata sporudur elbet: Al bir mefhum, bokunu çıkart, içini boşalt; sen sağ, ben selámet... Yala yut; aklımızda duracağına midemizde dursun hesabı... Yok mu bu kavramların namusunu kurtaracak cengaver bir vatan evladı?
(Yok BABA, lutfet de bari bu konuda bizi sen kurtarma!)
Başarı misál; mühim şey ya, en büyük hırsızı da takdir ederiz icabında... Sevgi dediğiniz zaten VJ aksesuvarı; ömrü billah karı-kocasını sevdiğini bir kez telaffuz etmemiş insanlar, sabah programlarını içinde sevgiden başka laf geçmeyen fakslara boğarlar... Biz Kuşum Aydın'la Özlem Yıldız'ı çok seviyoruz, onlar bizi daha da çok seviyorlar...
Türküz, doğruyuz, çalışkanız ama ne hikmetse her bayramı seyranı, haftasonuna ekleştirir, senenin bilmemkaç haftası yatarız...
Stanislav J. Lec'in şahane bir aforizması vardır hani: ‘‘Bir yamyamın insan yerken çatal bıçak kullanmasına medeniyet denebilir mi?’’
Bayram günü ruhunuzu daraltmadım umarım. ‘‘Naçiz muharririniz Kurban Bayramı'nda size kurban olsun. Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim’’ der, mevzudan sahtekárca uzarım...
Ama yani Nevin Hanım da nasıl delirmesin?
TV izleyicisinin sinir sistemi konusunda deneysel araştırmalar yürüten gizli bir örgütün azası olduğunu tahmin ettiğimiz Yasemin Bozkurt, Kadının Sesi adlı müstesna programında, Kocaeli F tipi cezaevinde gerçekleşen Seren Serengil-Cengiz İmren nikáhından dem vurdu. Serengil'in annesi Nevin Hanım neden sinir krizleri geçiriyor, kızını reddetmekten bahsediyormuş? İnsan gönlünü kaptırdığı biriyle evlenemez miymiş? Seyircilere soralımmış, onlar ne düşünüyormuş?
Stüdyo konuklarının her biri ‘‘en samimi’’ türünden sevgi böceği çıktı tabii: ‘‘Aşktır bu, çiçeğe de konar, böceğe de... İnsan ne olursa olsun evladını reddetmez canım... Gönül bu, ferman dinlemez... Aşkın gözü kördür, aşk dediğin Metin Şentürk'tür; sevda söz konusuysa, şu-bu-oyu görmez... Vs, vs...’’
Sanki kendi evlatları kalkıp fena hálde aşka düştüğünü, bir koşu Irak'a gidip Saddam'la nikáhlanıp geleceğini söylese, iyi dileklerini sunacak, acele tarafından çeyiz düzmeye başlayacaklar...
Doğrudur, gönül dediğiniz, ota da konar, robota da... Doğrudur, aşk dediğiniz bir nevi hummalı sıtmadır, en parlak zihni bile dumura uğratır... Doğrudur, sevda dediğiniz ağır bir esriklik dönemidir, galonlarla tekila, yanında halt etmiştir...
Ama yani, Nevin Hanım da nasıl delirmesin? Anneler de neticede hormonlu iyi niyet abideleridir. İhtisasları salağa yatmak, kötüleri görmezden-duymazdan gelip çocuklar adına en iyi şeyleri ummak üzerinedir.
Cengiz İmren'den ayrıldığı dönemde, ‘‘o iğrenç adamın’’ kendisini bilmem kaç bin dolar dolandırdığını ‘‘pek sevgili hayranlarıyla paylaşan’’ Seren Serengil'in bizzat kendisi değil miydi? Lensli gözlerini kırpıştırarak kameralar önünde ağlaşan peki?: ‘‘Ozan'la da böyle olmuştu. Nah-a faturalar... O aslında bir jigoloydu. Annem her zamanki gibi haklı çıktı. Bir daha yanımda 'benim seviyemden aşağıda' bir adam görürseniz bana sanatçı demeyin, e mi?!’’
Seren Serengil gibi bir fay hattının annesi olmak da zor. Kadın uğrayacağı hasarın boyutlarını biliyor ama bu da deprem yani; öngörülemiyor.
Ne dedim ben?! Şrrrakkkk!! Ne dedim ben?!
Böyle dönem dönem, durup durup Seda Sayan'ı takdir edesim geliyor nedense. Bildiğiniz üzre, Seda Bacımız bir süre önce canlı yayında botox yaptırttı: ‘‘Estetik ayıp bişi diil ki gııı!’’ Bravo vallahi, delikanlı insan... Kaldırta yonttura artık burun deliklerinden beyin hücreleri görünür hále gelmiş, dudakları ağır bir eşek arısı hücumuna uğramışçasına şişmiş, göğüsleri Diyarbakır karpuzu kıvamına ermiş, yine de bu konuda ısrarla yalan dolan kıvırtan bir dolu insanın arasında, ruhunuzu sağaltmıyor mu yani Seda Sayan? (Gerçi onun programında da kamera filtrelerinin nimetlerinden bolca faydalanılıyor, etine dolgun, ufak tefek bir kadın olan Sayan, programda bayrak direği gibi görünüyor ama o kadar kusur Kadı-rga Kızı'nda da olur!..)
Bana silikonları patlayıp da sağlık haberi sayfalarına düşmeden (Ne dedim ben?! Şrrraaak! Ne dedim ben?!) ya da ne bileyim, Nadide Sultan gibi, çehresine inkár edilemeyecek derecede dramatik fark yaratan bir müdahalede bulunulmadan, estetik operasyon geçirdiğini itiraf eden birkaç isim sayabilir misiniz lütfen? Göğsünü toplatan her şöhretimizin bir kist aldırma hikáyesi, burnunu yaptıran her şimal yıldızımızın bir deviasyon sorunu, liposuction yaptıran her sitaremizin bir kalça problemi oluyor ne hikmetse...
Buyrun, geçtiğimiz haftadan iki günlük bilanço: Bayhan, çocukken bir kazada yamulttuğu burnunu ‘‘daha iyi şarkı söyleyebilmek’’ uğruna fedakárca yaptırttı. Perihan Savaş, iki göğsünün muhtelif yerlerinden bilmemkaç tane kist aldırdı; ‘‘Benimkisi sağlık sorunu’’ dedi. Bazı şeyler kaç yıl geçerse geçsin hiç değişmiyor.
Misál, bu nevi medyadik mavralar ya da ne bileyim, Erol Evgin'in saç modeli...