Vatana, millete ve cins-i latife sizin gibi daha çoook Mondy’ler lázım
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Çarşamba akşamından beri ağzımı toplamaktan acizim. En son ne zaman böyle coştum, inanın hatırlamıyorum.
6-0 kábusundan uyanmışız üç senenin ardından, bünye sevinmesin mi?
Tarihe düşüleceğini tahmin ettiğimiz 5-1’lik Türkiye Kupası Finali’ni, Olimpiyat Stadyumu’nda izlemiş bir Galatasaray taraftarı olarak, haklı olarak, doğal olarak, her bir şey olarak, hezeyan geçirmekteyim.
Yine de maçın ardından ‘tebrik telefonu’ açan, çok şahane sportmen ve centilmen taklidi yapabilen (!), esasta hasta Fenerli olan babamın yüz suyu hürmetine nispet faslını uzatmayacağım.
Onun yerine, 25’inde Şampiyonlar Ligi hadisesi, o statta nasıl olacak da olabilecek, onu soracağım.
Her yerde ‘Organizasyon süperdi’ haberleri çıkıyor; ben bir şey kaçırmış olsam gerek...
Baştan alalım: Hesapta maça altı kişi gidecektik. Üç kişi, şahane bahaneler öne sürmelerine rağmen, büyük ihtimalle yol gözlerini korkuttuğu için, ektiler.
Bunun yanında hasta Cimbom’lu olan kimi arkadaşlar, misál bizim dört kişilik hayvan tayfasının üç küçükbaşı, maçı evde biralayarak izlemeyi tercih ettikleri için gitmeye, ta baştan, zaten yeltenmediler.
Neyse işte; biz üç nefer yola koyulduk. Yol dediğiniz, gazetenin bulunduğu bina da İkitelli’de ya, hesapta 15 dakikalık mesafe...
Taraftar ilgi göstermediği için yol da boş. E, iyi, güzel, şahane... De...
Bizim otomobilin akreditasyon kartı olmadığı, bizim böyle bir şeyin gerekliliğinden haberimiz de olmadığı için, polis bizi bir park yerine yönlendirdi ki ben diyeyim fizan, siz deyin Kaf Dağı’nın ardı...
Bunun üzerine biz Şermin’le akredite olmuş bir basın arabasına otostop çektik. Tolga şövalyelik yaptı, arabayı park etmek üzere ufka doğru ‘Beni bırakın siz gidin’ repliğiyle uzaklaştı.
Bizim ardımızdan o da otostop çekmiş. Bala bakınız ki uzaktan gazetenin akredite olmuş bir arabası geliyormuş, onu durdurmuş.
Bilin bakalım? İçinde Erman Toroğlu...
Tolga, ‘Yav, arabayı almadılar da, vadi bayır aştık da filan da falan da...’ demeye kalmadan... Erman Toroğlu; ‘Bak arkadaş’ diye lafa girip, Kore’deyken nasıl da kilometrelerce yolu yayan teptiklerini anlatmış.
Tolga, Toroğlu’nun Kore gazisi olduğunu düşünüp (!) saygıyla ağız değiştirmiş: ‘Yürümek, hmmm, tabii sağlıklı bir hadise’ filan...
Toroğlu’nun Kore’deki Dünya Kupası’ndan bahsettiğine neden sonra uyandık!
KAFANIZA GÖRE OTURUN REHBERLİĞİ
İçeride, en az seyirci sayısı kadar polis, bir o kadar da güvenlik görevlisi ve steward vardı.
Gelin görün ki, bizim steward’lar bir hoş... Ben ki yön mefhumu olmayan bir insanım, bunların yanında profesyonel rehber sayılırım.
‘Burası hangi bölüm?’ diye soruyorsunuz.
‘Bilmeeem’ diyorlar.
‘Numaralı ne tarafta?’ diyorsunuz.
Boş salona festival filmi oynatan sinemanın yer göstericisi mübarek: ‘Yaaa, tribünler boş zaten, kafanıza göre oturun işte’ şeklinde yanıt geliyor.
‘Allah Allah, biz kendi yerimizi istiyoruz beyefendi? Burası neresi siz onu söylesenize’ diye dayatıyoruz.
Bu sefer; ‘Ben bilmiyorum, belki şu arkadaş bilir’ diye bir başka stat cahili steward’a yönlendiriyor.
Sonunda kendi yolumuzu kendimiz bulduk.
Gidiş ve dönüş arasında; malûm:
Ben diyeyim ekstaz, siz deyin orgazm... Ben diyeyim beş, siz deyin beş... Ehehehe...
ÇAYIRA SALIYORSUNUZ DA KAYIRACAK MISINIZ?
Dönüşümüz ayrı ıstıraptı. Gelirken katettiğimiz yol, bu sefer zifiri zindan... Tek bir ışık yok.
Otostop çektiğimiz otomobilin valinin makam arabası olduğunu sonradan fark ettik. O kadar karanlık...
Adam kesseler, kimsenin ruhu duymaz bir yer... Dolmuşlara, ‘Taksi parası verelim, bizi sapağa kadar bırakın’ şeklinde teklifte bulunuyoruz.
Polisin, oradan çıkmaları hálinde, dönmelerine müsaade etmeyeceği gerekçesiyle yüz vermiyorlar.
Polise, ‘Tamam bizi çayıra salıyorsunuz da Allah’ın dağbaşında bizi kayıracak mısınız yoksa iş mevláya mı kalıyor?’ diye soruyoruz.
‘Biz bilmezük, organizasyonu biz yapmadık’ diyorlar.
Sonunda tam da Federasyon’a söylenmeye koyulduğumuz sırada, gençten bir çift, zarafet gösterip durdu.
Biz Federasyon’a verip veriştireduralım, direksiyonda oturan beyefendi, Fenerbahçe taraftarı bir Federasyon üyesi çıkmasın mı!
Sonra o çift, ‘Sizin yolunuz bu tarafta’ diye bir başka yol sapağında bıraktı bizi.
Bu kez bir ikinci arabaya otostop çektik. O arabada dönen geyiğin saçmalığını anlatmaya ne yüzüm tutar ne takatim yeter.
Azmin elinden hiçbir şey kurtulamaz hesabına, sonunda, nihayet, bizim arabaya vardık. Fakat kör kuyularda ipsiz sapsız kalmak nasıl bir şeydir, aşağı yukarı bir fikrimiz var artık. ‘Hani gün gelip düşecek olursak, Allah’ın izniyle oradan da çıkarız’ şeklinde bir özgüven geldi bünyeye.
Ama tabii yine de. Değdi yani. Mutlu ötesiyiz; bu da 5-1 be!
Mondragon’a özel not:
Tanıdığım bütün kadınlar, Fenerliler dahil, mümkünse ayaklarınızın dibine mum yakıp size tapınmak istiyor. Ayrıca, validenizin daha sık üremesi gerektiği konusunda genel bir kanaat de var. Olmadı sizi klonlayalım ama illá ki bir şeyler yapalım. Vatana, millete ve cins-i latife sizin gibi daha çoook Mondy’ler lázım. Zaten biliyorsunuzdur ya, yine de işte... Hey maaşallah! Siz, siz, siz nesiniz, nasıl bir şeysiniz öyle?!