Ucu yanık açık mektup

Canım;

Dün gece seni özlemeyi part time bir iş gibi yaşadığımı düşündüm nice yıllardır. İlkokul dörtteyken dershanede birbirimize gıcık olarak başlayan ve pek çok kanlı kavgaya sahne olan dostluk tarihçemizi düşünüyorum ve sana duyduğum, tariften aciz olduğum sevgimi neden zaman zaman zift karası, neden bunca hodbin, bu kadar hoyrat yöntemlerle ifade etmeye çalıştığıma bir anlam veremiyor, mánásı kendinden menkul bir şekilde, yine kendime kızıyorum.

Perşembe akşamı Roxy açıldı. Toto’yu, Muhsin’i gördüm, içim güldü. Eve dönüş kaydı yok zihnimde ama çok, çok güldüğümü hatırlıyorum en son. Bir de seni aramak için dayanılmaz bir dürtünün beynimi tırmaladığını...

Bir haftayı aşkındır, Maroon 5’ın albümlerinden toplama bir diski yerleştirdim bilgisayara, onu dinliyorum. Masası hemen odanın dibindeki Can özel olarak tebrik etti obsesyonumun boyutundan dolayı. Zarif bir adam olduğu için "Biz kulağımıza aynı şarkıların çalınmasından kusmanın eşiğine geldik, senin miden hálá dönmedi mi?" diye sormadı.

Bil bakalım? Bunun üzerine zihnim direkt gidip Lounge Lizards’ın No Pain for Cakes’ini bin küsur kere üstüste dinlememize uçtu; seni aramak yolunda dayanılmaz bir dürtü, beynimi tırmaladı.

Önüm arkam sağım solum haber: Diyarbakır’da çocuk parkına bomba yerleştiren puşt kimin nesi çıkacak?

Tramvay açılışı yaparken yanında, gülüşünü neye benzettiğimi söylemememde sonsuz faydalar bulunan Kadir Topbaş olduğu hálde şirin şirin sırıtan Başbakan, AKP’nin il başkanları toplantısının basına açık bölümünde "Final sürecindeyiz. Faul yapacaklar, dikkatli olun" demiş; basına kapalı bölümde "Gole gittiğimiz süreçte engellemeye çalışıyorlar. Seçim sürecine girdik. Etik olmayan yollara başvuruluyor. Kasti faul yapabilirler. Her türlü çirkefliğe hazır olun" buyurmuş; o sırada acaba yüzünde nasıl bir ifade vardı? Fatih Terim’den tikli mimikleri konusunda özel ders almasında fayda olabilir mi?

Şu hayatta bütün gazetelerin ana sayfasının sağ ya da sol üst köşesinde bir Hülya Avşar dekupesini görmeyeceğimiz bir güne uyanmak nasip olacak mı? Bu insanlar, gün gelip de birbirlerine haber yollamak için kamera yerine telefonu kullanacak mı?

Diyarbakır’da patlayan bombanın haberini internetten okuyup, sözleşmesinde "Konserin olacağı ülkede iç huzursuzluk ve terörizm yaşanması durumunda tazminat talep edilmeden konser iptal edilebilir" maddesi bulunduğu için Türkiye’ye gelmekten vazcayan Jay Z acaba dünyanın muhtelif bölgelerinde yaşanan terör olaylarında kendi Cahil Obezler Cumhuriyeti ülkesinin pandiklerinin ne derece etkisi vardır, arada bir düşünüyor mudur?

Zimmete para geçirme, ihaleye fesat karıştırma gibi suçlardan 60 yıla kadar hapisle yargılanırken yurtdışına kaçan eski Şişli Belediye Başkanı Gülay Çokay (Aslıtürk) hakkındaki gıyabi tutuklama kararı kaldırılmış. Bilmem kaç yıldır kırmızı bültenle aranan sultan artık memlekete dönebilecek. Londra’da yayıyordu zarif kabasını, acaba lütfedip memlekete döner mi? 1 Ocak itibarıyla hiçbir yerinde sigara içilmeyecek Nişantaşı’nın Brasserie’sinde filan Sarıgül’le oturup, barış çubuğu tüttürüp, birlikte müreffeh Türkiye fantezilerinde, adını İtalyancası İngiliz aksanına çalarak telaffuz edeceği bir fincan köpüklü kahve filan içer mi?

Álem az yanıyordu dönüyordu zaten, bir Papa’sı kısmıştı. Yangın körükçüsü Papa’nın açası tuttuğu çenesi sağolsun, yeni bir kıyamet kopar mı? Bu kıyamet, birilerinin ekmeğine yağ sürecek diye, çıkan savaşlar yüzünden eğitimine devam edemeyen 43 milyon çocuğun sayısı 143 milyona çıkar mı?

DYP’nin komik ötesi, karikatür tadındaki, "Papa olmak kolay, insan olmak zordur / Easy to be the Pope, Hard to be the human" pankartları açılan protestosu, bu konuda elálemi ağzından gayrı yerleriyle güldürmekten öte bir işe yarar mı?

Condi kimle takılıyor? Kanada Dışişleri Bakanı’yla mı, Bush’la mı? Onun yatak muhabbeti bunca meraka mucipken, Condi’nin icraatleri kimi düdüklüyor, o konuda bir merak gütmek safdillik mi, aymazlık mı?

Kusmak üzereyim, yemin ederim. Hani 2006’da kıyametin kopacağına dair rivayetler dolanıyordu ya, sanırım kıyametin, mütemadiyen kopan bir şey olduğuna inananların savı haklı çıktı. Budur yani. Daha ne olsun? Bugün iyiyiz, yarın ne olacağız meçhul bebeğim. Bugün iyi durumda olmaktan utanmak da var; başkalarının nasıl olduğunu umursuyorsan, o da var.

Geçtiğimiz hafta Banu’yla Elif buradaydı. Tahmin edersin ki mutluyum. Elbette mutluyum. Elif’i kokladım, Banu’nun gözünün içine baktım. Çocukken de aynı şeyi söylerdim, hálá da öyleyim: Anneni mi daha çok seviyorsun, babanı mı sorusunda, Banu’cuyum, ablacıyım.

Elif desen, üremeyeceğim ya, üreyecek olursam, kendi çocuğumu Elif’ten çok sevemeyeceğimden korkarım. Onun canı sıkıldığında, benim içim üşüyor. Çocuk hassas da bir taraftan. Benim yaşıma ulaştığında ne kadar can sıkıntısı biriktireceğini hesap etmeye kalktığımda ödüm bokuma karışıyor. Ayak ölçüsü beni geçti şimdiden. Ben 37 giyiyorum, o 38’e nanik yapıyor. Bergen diyorum ona, Bezgin Ergen kısaltması. Gülüyor. Ve tabii bu konuda "Ööööf"lüyor. Geçtiğimiz pazar tek başına dönecekti İzmir’e haspam, ilk tek başına uçak yolculuğunu yapacaktı 12 yaşında. Dedesi geldi tesadüfen İstanbul’a, onunla döndü. Artık bir başka bahara...

Havaalanları bende resmen panik atak yaratırdı, "bayağı ilginç", sever oldum bu arada.

Banu, Elif’in ardından üç gün daha kaldı. Çarşamba akşamı onu uğurlarken Mardin’den dönen Emel ve "bara inme muhabbeti" havaalanında vuku buluyor haberi uçurduğumuzda işten çıkıp gelen Banu da Yeşilköy Atatürk Havalimanı’na damladı.

Gelişten gidişe geçmesi gereken Emel’in en büyük konusu, laptop’u dedektörden geçirmekti. Bagajı aç, bilgisayarı aç, onu yap, bunu yap... Paranoya, dizi geçtim gırtlak boyu...

Oysa şef Hakan Şensoy yönetiminde Kadıköy Belediyesi Filarmonia İstanbul ile birlikte konser vermek için Türkiye’ye gelen İngiliz çellist Raphael Wallfisch, "sıvı ve bagaj" yasağı yüzünden, Heathrow’da, 500 bin sterlinlik çellosunu uçağa almadıkları için, denizyoluyla, Manş’ı filan dolanarak gelebildiği memleketimizde verdiği beyanatta; terörist muamelesi görmekten rahatsız olduğunu dile getirmiş ve "İşadamı olsaydık problem yaşamayacaktık. Onlar laptop’larıyla uçağa binebiliyor. Üstelik bu uçuş güvenliği açısından daha tehlikeli. Ama bizi önemseyen yok. Neyse ki yapılan protestolar işe yaramış ve hükümet sesimizi duymuş. Sanırım artık enstrümanlarımızı kabinin içine alabileceğiz" demiş.

Bil bakalım? Havaalanını düşündüm. Senin beyaz Mac’i düşündüm. Onda yaptığın müziği düşündüm. Üşüdüm. Seni aramakla ilgili bir acayip dürtü tırmaladı beynimi.

Biliyorum, ayıp bu yaptığım. Fakat, bir zamanlar bitişik odalarda küs küs otururken birbirimize mektup yazardık ya...

Evde yazmaya yelteneceğim mektuptan korkuyorum. Ve sana bir mektup yazmazsam, ölebilirmişim gibi hissediyorum. Hülya Avşar olduk hepimiz anasını satayım.

Özledim seni. O kadar.

Ha, bi’ de, niye bilmiyorum ama özür dilerim.
Yazarın Tüm Yazıları