Olmayan şeyin davası: Ya da kısaca siyasilerin içgörüsü
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Geçen hafta, hayat Kadir Topbaş ve Celalettin Cerrah’a fırça diyarlarından göründü bildiğiniz gibi... Fırçaları kayanlar da ilkokul çocukları üstelik.
Haberi görmüşsünüzdür. Geçenlerde 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Ankara’da Bilkent Üniversitesi’nde bir konferansa katıldı. Burada söz alan bir öğrenci, "Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde üniversitelerde protesto gösterisi yapılmadı. ODTÜ’lü öğrenciler nerede, bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?" şeklinde bir soru yöneltti.
Allah da onu güldürsün, ki yedi-sekiz ömürlük güldürdü zaten, pek nüktedan ve üstün demagog Baba’mız soruya soruyla yanıt vermeyi yeğlemiş: "Bu sorunun muhatabı onlar. Onlara aktaralım. Gerçekten, nerede bu ODTÜ’lü öğrenciler?" Bunun üzerine Yurtsever Cephe adı altında örgütlenen bir grup ODTÜ’lü öğrenci, nerede olduklarını, Demirel’in ikamet ettiği Güniz Sokak’ta eylem koyarak belirtti. Demirel’in bu ülkenin başına gelmiş en fena şeylerden biri olduğuna dair bir bildiri okuyarak...
Neredeymiş bu ODTÜ’lü gençler? Bir kısmı işkencede öldürüldü, bir kısmı asıldı, bir kısmı senelerce hapislerde çürüdü, geriden gelenleri de vur patlasın çal oynasın bir harala gürele içinde büyüyüp serpildi, itinayla apolitize edildi, zil zurna bir cehalete ve duyarsızlığa sürüklendi... Bu durumun baş müsebbiplerinden biri bilmeyecek de kim bilecek? Ama soruyor işte... Maksat muhabbet olsun binaenaleyh...
Bu haberin uyuzunun bünyede yarattığı kaşıntıdan dolayı, hart hart hart, bir hırtlık abidesi olarak dolanıyordum ki... İki haber okudum, haftam şenlendi.
Geçen hafta, hayat Kadir Topbaş ve özellikle de Celalettin Cerrah’a fırça diyarlarından göründü bildiğiniz gibi... Fırçaları kayanlar da ilkokul çocukları üstelik. Ki bu konudaki duygularımı ehe-ehehehe şeklinde ifade edebilirim ancak...
Hadiseyi kaçırmışlar için: İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, Türk Polis Teşkilatı’nın 162. Kuruluş Yıldönümü etkinliklerine davet etmek için İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ı ziyaret ediyor. Cerrah, makama yanında polis üniforması giymiş, Tolga Günaydın ve Dilara Özsavaş isimli iki çocukla birlikte geliyor. Çocuklar, Topbaş’a gül veriyor.
Topbaş da çocuklara, içinde İstiklál Marşı CD’si, İstanbul puzzle’ı ve İstanbul ile ilgili bir oyun olan paketler hediye ediyor. Darbeli yanıt, bunun üzerine, 8 yaşındaki Tolga’dan geliyor: "Bize hediye vermenize gerek yoktu, trafiği çözün yeter."
Topbaş, derisi kalın bir şahıs olduğu için ehi ehi şeklinde gülüp top çevirmeye devam ediyor: "Trafik sorununu sizinle birlikte çözeceğiz. Siz trafiğin denetimini çözeceksiniz, biz de inşaatlarla ulaşımı daha rahat hále getireceğiz. Tabii ki İstanbul’un trafiğini emniyet teşkilatımızla birlikte çözeceğiz."
Bu arada, bir süredir İstanbul trafiğine ağırlıklı olarak belediye memurları bakıyor; emniyetle belediye trafik konusunda papaz ama olsun....
Dedik ya, maksat muhabbet olsun...
Bu hadiseden iki gün sonra, Esenler İBB Akşemseddin İlköğretim Okulu öğrencileri, yine 162. yıldönümü kutlama etkinlikleri kapsamında, bu kez Cerrah’ı makamında ziyaret ettiler. Cerrah çocuklardan birine bir 23 Nisan şıklığı yaptı ve koltuğunu bıraktı. Koltuğu, 5. sınıf öğrencisi, 11 yaşındaki Ayşe Sena Güney kaptı ve destursuz bir şekilde İstanbul’un emniyetsiz bir şehir olduğunu söyleyerek lafa girdi.
Bunun üzerine Ayşe Sena’ya İstanbul Valisi Muammer Güler’in ancak "Puhuhoah, tabe tabe..." şeklinde yorumlanabilecek "İstanbul’da güvenlik sorunu yoktur" sözü hatırlatıldı. Gelin görün ki bizim afacan Ayşe Sena, bu ’yersen’i yemedi: "Bence var. Çünkü İstanbul’da hep kapkaççılık, hırsızlık gibi birçok olaylar oluyor. Ben de bu yüzden İstanbul’un pek güvenli olmadığını düşünüyorum."
Akabinde gelişen diyalog şu şekil:
Cerrah: Okula rahat gidip gelebiyor musun?
Ayşe Sena: Kuşku duyuyorum. Meselá annemle gezerken o hep çantasını kontrol eder.
Cerrah: Peki annenin çantası hiç bugüne kadar çalındı mı?
Ayşe Sena: Çalınmadı.
Cerrah: O zaman İstanbul huzurlu bir kent.
Ayşe Sena: Ama çoğu kişinin çantası çalınıyor. Benim anneme denk gelmedi.
Gördüğünüz üzre, 11 yaşındaki çocuk bile bu Temel mantığını yemiyor: Ben henüz ölmedim, o zaman insanoğlu ölümsüzdür. Benim tepeme hiç yıldırım düşmedi, demek ki ben bir paratoner değilim, ayrıca şimşek diye de bir şey yoktur, sadece Kara Şimşek Kitt vardır. Bugüne bugün henüz bir köpek ısırmışlığım yok; dolayısıyla memlekette haber değeri taşıyan bir şey de yok...
Maksat muhabbet... Yersen...
Ama çocuklar yemiyor işte. Müsterihim, ümitliyim, hatta çocuklar kadar şenim.
Hastasıyız ezelden
Geçen sabah, haber toplantısı için masanın etrafında toplaşmışız. Kadınların libidosunu tetikleyip, duydukları cinsel arzuyu artıran bir bant piyasaya sürülmüş; konu olarak ortaya düştü. Ortamdaki erkek arkadaşlarımızdan birinin sorusu ne olsa beğenirsiniz?: "Çaktırmadan neresine takmamız gerekiyor o bandı kadınların?"
Böyle de, soruyu soran iyi eğitimli ve iyi aile evladı beyefendiden beklemeyeceğiniz türden, takdire şayan bir Nuri Alço refleksi...
Hani neredeyse, bir adet Piyale Madra karesi...
Bizim bölüme geldim, küresel ısınma haberlerinden bahsediyoruz. Yeşim’in kızının adı Su. Su iyice küçükken, annesinin torununu beslemeye çalışırken, "Tabağında bıraktığın yemek arkandan ağlar" muhabbeti yerine; "Yemeğini yemezsen, büyüyemezsin, sonra Türkiye çöl olur" diye ikna etmeye çalıştığını anlattı. Gözümde canlandırdım...
"Hani" dedim, "tam bir Piyale Madra karesi..."
Eczacıbaşı Sanal Müzesi, 10. karikatür sergisinde Piyale Madra’nın Piknik’i ile Ademler ve Havvalar’ına yer vermiş. Sanal sergide, Madra’ya ait 90 çalışmanın yanı sıra, Enis Batur’un "Piyale Madra’nın Romanı", Burcu Pehlivanoğlu’nun "Ademler ve Havvalar: Hermeneutik Bir Yorum Denemesi" ve Levent Cantek’in "Hikmet’in Dramı" başlıklı metinleri de yer alıyor. www.sanalmuze.org adresine bir dalış daldım geçen gece, popoma diazem iğnesi yemişim gibi bir tebessüm yapıştı yüzüme.
Her gün bir doz Piyale Madra almazsam, günü zor çıkarıyorum zaten. Girin bir dolaşın derim... İnsanın içi aydınlanıyor.