Bu aralar kafayı az biraz rüyalarla bozmuş durumdayım. Hakikaten çok uzun zamandır, böyle her gece, sektirmeden, acayip ötesi, mıh gibi de aklımda kalan rüyalar görmüşlüğüm yoktu.
Hatta ömrü billah hiç olmadı böyle bir dönemim de diyebilirim.
Her sabah, saat mööler möölemez ilk iş kalkıp rüya tabirleri kitabına bakıyorum.
Möölemek derken de... Son doğum günümden beri, sabahları hakikaten inek böğürtüsüyle uyanıyorum.
Endostlarımdan biri, cam göbeği rengi, kadranında öküz sureti bulunan, eski çalar saatlerin modelinden ve alarmı hakikaten mööleyen bir masa saati hediye etti.
Altı sene birlikte yaşadığımız ve birçok kez beni uyandırmak zorunda kaldığı için uykuyla aramdaki aşk-nefret (Ben ona karşı platonik aşk besliyorum, o benden tiksiniyor!) ilişkisini yakinen bilir.
Uyuyamadığımı, bir kez sızdım mı da uyumaktan ziyade baygınlık geçirdiğimi ve kesinlikle uyanamadığımı bilir yani...
Saati görür görmez aklına ben gelmişim; iyi mi...
Hayır yani, zaten Freddy Krueger’ın hayalgücüne rahmet okutacak rüyalar görüyorum, bunlar bir de inek sesiyle bölününce, her yeni güne gözümü ne şekilde açıyorum, varın siz tahmin edin.
Bu sabah yine bir acayip uyandım. Gidip yine rüya tabirleri kitabına baktım ve yine, her zamanki gibi daha da beter aklım karıştı.
Bende tuğla kalınlığında bir kitap var ki aşırı malûmatfuruş.
Her sembolü, binbir ayrı kanattan yorumluyor. Şeyh bilmem kime göre nedir, Freudyen görüşe göre nedir, şaman inanışına göre nedir...
E, hál böyle olunca da, sıkıyorsa bir anlam çıkar...
Birinin ak dediğine diğeri kara diyor. Birinin hayra yorduğu şeyde diğeri feláket tellallığı yapıyor.
Rüyamı anlatacak, bilinçaltımı teşhir edecek değilim; çıplak poz veririm daha iyi yani...
Ama şu kadarını söyleyeyim, gündüz mesaisinde kendisini sanki yeterince görmüyormuşuz gibi, insanın uykusunda da Recep Tayyip Erdoğan’la uğraşması hiç hoş değil.
Kendisiyle rüya analizi gibi mevzulara girmiyoruz; çok şükür, bunun çok ötesinde bir insan ama burada olsaydı gidip psikiyatristime anlatabilirdim gördüklerimi. Fakat maalesef benim psikiyatristim İzmir’de...
Son gittiğimde bana ihtiyaç duyduğum anlar için buradan bir doktor önermeyi teklif etti ama hasta-psikiyatrist ilişkisi, aşk ilişkisinden daha entimdir biliyorsunuz. Kendilerine kendimi teslim edene kadar, yedi tane kanımın ısınmadığı doktor dolaştım ve kendisine de söylemiş olduğum üzre, üzerine doktor, gül filan koklamaya hiç mi hiç niyetim yok.
Yine de şu bilinçaltı meselesiyle ilgili birilerine danışma gereği duyuyorum çok fena.
Sonunda nihayet doğru adresi buldum. Sema’dan (Denker) telefonunu alıp, Aysun Kayacı’yı aramayı düşünüyorum.
Zira anladığım kadarıyla, Kayacı, bilinçaltı konusuna had safhada hakim.
Hatta şöyle söylenebilir, bu konuyla kafayı benden beter kırmış durumda.
Geçenlerde televizyonda manken olmaya nasıl karar verdiğini anlatıyordu. Daha doğrusu, esasında nasıl da vermediğini...
Şöyle ki, aslında Aysun Kayacı’nın aklında manken olmak yokmuş. ‘Ama’ diyordu, ‘biliyorsunuz, bilinçaltı sadık bir uşak gibidir. Siz istemeseniz de çalışmaya devam eder.’ Böyle bir şeyler...
Yedi yıldır Emre Aşık ile birlikte olan Aysun Kayacı, şimdilerde Fatih Aksoy ile yaşamaya başladığı ilişkisiyle ilgili de Sema Denker’e konuştu:
14 Şubat Sevgililer Günü’nde Emre ve seninle yaptığımız röportajda aşkınızın ne kadar büyük olduğundan bahsetmiştiniz. Bu iki ay içinde ne oldu?
- Aşk zaten bitmiş oluyor. Ve sen ne yazık ki onun bitmiş olduğunu anlamıyorsun. Geçmişte yaşadığın o büyük aşka ve ilişkiye olan saygından dolayı aşk bitmiş gibi davranamıyorsun ve aşkının bittiğini de zaten iki yıl bilinçaltı senden gizliyor.
Yani Emre ile aşkınız iki yıl önce bitmişti.
- Evet. Ama bilinçaltın sana güzel bir oyun oynuyor ve bitmiş bir şeyi saklıyor.
Vallahi şaka değil; gidip Aysun Kayacı’ya soracağım: İki yıl içinde, Allah muhafaza, türban takma ihtimalim olabilir mi, yoksa iki vakte kadar Tayyip Erdoğan solcu molcu mu olacak?..