Bendeniz, lise filan da değil, ortaokulun ilk yıllarından beri ilk kez bu sene, yeni yıla çekirdek ailemle İzmir’de girdim.
O pespaye klişeyle yalnızlıktan kırılan kalabalıkların riyasından onca zehirlenmişken, iyi geldi. Panzehir bir nev’i...
Cem-i cümlenizi muhabbetle selámlar, yeni yıla iyi girdiğinizi umarım gözünün yağını yidiğimin okurları ve ayına yıldızına kurban olduğumun (!) memleketi...
Bendeniz, lise filan da değil, ortaokulun ilk yıllarından beri ilk kez bu sene, yeni yıla çekirdek ailemle, İzmir’de girdim. O pespaye klişeyle -her klişe pespaye olduğu gibi ve kadar, bir yandan da gerçekliğin teyididir malum- yalnızlıktan kırılan kalabalıkların riyasından onca zehirlenmişken, iyi geldi. Panzehir bir nev’i...
Bünye yorulmuş zahir... Dokuz gün boyunca mal gibi durdum. Malını bilen insanların arasında olunca, mal gibi durmak, ziyadesiyle iyi gelebiliyor.
Havaalanından eve giderken valideyle pederi, "biraz" gergin olduğum, dolayısıyla her türden deli tepkisine hazırlıklı olmaları konusunda uyardım.
Akabinde yuvaya sığındım desem yeridir... Gider gitmez telefonu kapatmak kesmedi; gittiğimin ikinci günü cep telefonunun pilini balkondan apartmanın bahçesine falan fırlattım. (Hoş, sonra gidip paşa paşa attığım yerden aldım; ayrı...)
Bilgisayar şöyle dursun, televizyon ekranının ve gazete bayilerinin önünden geçmeye bile tövbeli gitmiştim; bakın o kadarını beceremedim...
Bayramın ve yeni yılın ilk günü gözümü gazetelerdeki Saddam idamı fotoromanlarına ve televizyon kanallarındaki Saddam idamı canlı yayınlarına açtım. Tuvalete gittim, dişimi fırçalarken kustum, kusmak iyi geldi; nispeten kendime geldim. Bushgillerin ecdadını yine tahmin edeceğiniz üzere, pek hayırlı temennilerle anmadım.
Sonrası verimli bir dinlence:
Tahliller yaptırdım, avukatlarla görüştüm, Karşıyaka boyu yürüdüm, annemin bamyasını, kerevizini, köftesini, ayva tatlısını yedim; candostlarımla Çeşme’nin liman koyuna karşı açıkhava kahvaltıları ettim; king oynadık; şöminede sucuk kızarttık; tarçın dilimli sıcak şarap içtik. Deniz mahsullerinin ve Ege otlarının kulağına su kaçırdım. Gitmeden evvelki iki hafta dilimde-damağımda "pil tadı" olduğu, yanisi ağzımın tadı olmadığı için boğazımdan geçen lokmaların sayısı 10’u filan bulmazdı; ciddiyim. Memlekete gidince bir iştah-bir afiyet; tabiri caizse, bir senelik semirdim.
Sonracığıma, psikiyatristime uğradım; iman cilaladım; o da "Biraz gergin gördüm seni" tonundan çaldı; bir ay sonra görüşmek üzere randevulaştık. Dönüşte ayağım hafiften geri gitmedi değil fakat yapacak bir şey yoktu. Döndüm. Bu iyi haber midir, kötü haber midir, artık size kalmış. Gönderdiğiniz zarif e-postalar için teşekkürlerimle; e, sizlerden n’aberler?
Ağla gitarım ağla...
Beatles’ı bitiren kadın olarak nam salmış Yoko Ono, bu aralar, tutuklattığı Türk şoförü Koral Karsan vesilesiyle yine pek bir gündemde. The New York Times, 13 Aralık’tan beri içerde olan Karsan’ın, avukatı tarafından kendilerine ulaştırılan, Yoko Ono’ya hitaben yazılmış mektubunu yayınladı.
10 yıldır Yoko Ono’ya "şoför, koruma, danışman, uşak, hemşire (Ki biz ona artık hemşir diyoruz!), kurye ve en çok da sevgili ve sırdaş olarak hizmet ettiğini" belirttiği mektubunda Karsan, Ono’ya sitemlerini şu şekilde sunmuş: "Sizin sistematik ve devamlı fiziksel ve psikolojik aşağılamanız, beni farklı bir kişiye dönüştürdü; tüm haysiyetimi ve özsaygımı yok etti. Eşim de sizinle aramızdaki bu ilişki nedeniyle beni terk etti."
Yoko Ono’nun yaş 74, ama görünen o ki geçen seneler örümcek ablanın öpücüğünün tahribat gücünden pek bir şey götürmemiş.
Ha, diyeceksiniz ki Yoko Ono’dan, özel hayatını ele alan bir kitap yazmamak, fotoğraf, e-posta ve anılarını açıklamamak karşılığında 2 milyon dolar talep eden herifin "sırdaş"lığı ne derece kifayetlidir tartışılır; böyle sırdaş manitadan gelecek hayır, Nuri Alço’nun mavi slip küloduyla masum kızların içkilerine ilaç attığı altın dönemlerinden gelsin...
Her Allah’ın günü dinlemeden içimin rahat etmediği, The Beatles düzenlemelerinden oluşan Love albümü vesile oldu; nihayet en sevdiğim Beatle’ın kim olduğunda karar kıldım. Bendeniz George Harrison’cıyım.
Önümüzdeki günlerde, Arizona’daki Barrett-Jackson müzayede evinde, ilk kez 1968’de yayınlanan The White Album’de yer alan While My Guitar Gently Weeps’in, George Harrison’ın el yazısıyla kaleme aldığı orijinal sözleri, açık artırmaya çıkarılacak. 500 ila 800 bin dolar arasında bir fiyata alıcı bulması bekleniyor. Olsa kenarda o kadar cukkam, basar alırım.
Canım benim ya... Yumuşak yumuşak ağlayan gitarını tıngırdattığı bir ömür boyunca, hem hınzır, hem fırlama, hem de bilge bir güzel insan-gönül adamı nasıl olunur, örnek teşkil ederek anlattı durdu eleman.
Gitarı diyorsak, 26 enstrumanı, virtüöz maharetiyle çalabiliyordu; o da ayrı...
"Sen nefret ettikten sonra, nefret edecek çok insan bulunur" demiş bir adamdan söz ediyoruz.
2001 Aralık’ında verdiği son nefesinde; "Birbirinizi sevin" deyip terk-i álem eylemiş bir adamdan söz ediyoruz.
Kariyerinin büyük kırılma noktasını 1962’de Beatles’a katılması, ikinci büyük kırılma noktasını da gruptan ayrılması olarak şükranla mimlemiş bir adamdan söz ediyoruz.
Vaktiyle "Tanrı’dan bile büyük" olarak addedilen Beatles’ın (Oasis’in kendini gaza getirme gayretinde "E biz Beatles’dan bile büyüğüz" demelerini hatırlayınız...) bir üyesi olmasına rağmen; "Ben başarılı olmak istiyordum; ünlü değil" demiş bir adamdan söz ediyoruz.
"Nereye gittiğini bilmediğin sürece, her yol seni oraya götürür" şeklinde bir vecize buyurmuş adamdan söz ediyoruz.
Karısı Patti Boyd’u, en iyi arkadaşlarından Eric Clapton’a; "E madem aşık oldunuz, oldu olacak bari mutlu da olunuz" diyerek elceğizleriyle teslim etmiş bir adamdan söz ediyoruz.
Halleluya’nın da hare krişna’nın da aynı kapıya çıktığına iman etmiş bir adamdan söz ediyoruz. İyi bir yol tutturmuştu; reenkarnasyona inanıyordu. Fakat tekamülünü tamamlamıştır tahmininden yola çıkıp, herhálde bir daha dünyaya dönmemiştir diye düşünüyor; şimdilerde "daha iyi" bir yerlerde olduğunu tahmin ediyoruz.
Yine de "Beatles bizsiz de yaşamaya devam eder" demişti ya hani; yaşıyor işte; gitarı hálá yumuşak yumuşak ağlıyor; duyuyoruz...