... Diye lafa giriyordum ki, niyeyse kendimi Yeşim Salkım’ın kendisine sosyopat diyen birine dair bir soruya cevaben sarfettiği cümleyi anmadan edemeyeceğimi fark ettim.
Ne diyordu Salkım: Sosyoloji okumuş herkes bilir ki, sosyopat, toplum düşmanıdır. Toplum benim ne kötülüğümü görmüş!?!
Böyle bir şeyler...
İşte ben de demek istiyorum ki, mitoloji okumuş herkes bilir ki, mitoman, kendi yalanına inanan insan evladına denir.
Yani konunun psikolojiyle hiç ilişkisi yoktur. Psikoloji bilimi, sadece psikopatlarla ilgilenir...
İnsan icadı olmayan, hayata dair tesadüflerden ve mitomanlardan laf açarken de:
Hayır efendim, hiç de bile kendimle çelişmiyorum. İnsan insandan ürer ama insan icadı değildir. Yaradan’ın -o sırada aklından ne geçiyorsa artık- bir marifetidir.
Yani insan icadı mitomana rastlayamazsınız. Mitoman dediğinizin orijinali, olunmaz doğulur.
Tıpkı bir başka büyük Türk düşünürü Gülşen’in seksapelle ilgili derin anlamlar içeren beyanatı gibi: ‘Seksi olunmaz, doğulur.’ (Bu arada umarım bu beyanat, ortamlarda altı aylık seksi bebek filan arayan pedofillerin gözünden kaçmıştır.)
Her zamanki gibi lafı dolandırıyorum; kulağımı göstermeye çalışırken, parmağımı kuyruğumdan dolaştırıyorum.
Sadede gelelim: Şaka değil, yazıya garnitür olsun diye de değil, hakikaten, bu aralar ne hikmetse, hayat bana birkaç süzme mitomanla uğraşmayı reva gördü.
Sevimli de keratalar...
Öyle komikler ki, bağırsak-ı kübradan salladıkları hikáyelerde kasaba kurnazlığı arıyorsunuz, bakıyorsunuz bakıyorsunuz, bulamıyorsunuz.
Niye? En önce kendileri inanmışlar çünkü... Basbayağı inanıyorlar. Ne kadar da ve nasıl da inanabildiklerine siz inanamıyorsunuz.
Nasıl Semra Hanım dünyanın en iyi annesi olduğuna çelik gibi bir imanla inanıyorsa, nasıl Mustafa Sarıgül, Atatürk’ü müteakip en kahraman CHP neferi olduğuna inanıyorsa; öylesine, o hesap...
Algıda seçicilik olsa gerek, ben bunlarla muhatap olmuşum ya bir kez, gözüm de öyle tiplere takılmaya başladı kaçınılmaz olarak.
Bir Murat Demirel olsun, bir Alaattin Çakıcı olsun, firar hikáyelerini Mavi Tur geyiklerine sardıran şirin şeylere...
Bakmalara doyamıyor insan. Hani utanmasalar birer Halikarnas Balıkçısı olarak da tanınan Cevat Şakir türevleri...
Biz aslında balayına çıkmıştık. Bakın valla billa; yanımıza aldığımız leblebi, üzüm ve depresyon haplarımız şahidimiz olsun ki, iki gözümüz önümüze şaşı maşı aksın ki, balayındaydık. Sonra rüzgár biraz tersten üfledi; ah, gözümüzü açtık ki ne görelim?: Başka bir ülkenin karasularındayız. (Murat Demirel)
Sonracığıma, biz esasında mavi yolculuğa çıkmıştık ve ben esasında Kekova’da tekneden inecektim fakat hay bin kunduz; rakıyı biraz kaçırmışım. Kafam nal gibi, e, n’apalım, üzerinize afiyet bir temiz sızmışım. Gözümü Rodos’ta açmışım. (Alaattin Çakıcı)
Bir de tabii Çakıcı’yı ziyarete gittiğinde cebinden yanlışlıkla kırmızı mırmızı pasaportunu düşüren emekli MİT’çilerimiz var; onlar ayrı...
Şimdi diyeceksiniz ki bunlar mitoman filan değil, yüzlerini fi tarihinde zaten kızartmışlar, dalga geçer gibi alenen yalan söylüyorlar.
Ve kimsenin inanmadığını adları gibi -ki pasaportuna göre isimler de değişebilir- biliyor olmalarının yanı sıra, kendileri de söylediklerine inanmıyorlar.
Teessüf ederim.
İsterseniz, yemeğe, yemekten sonra da kahve-konyağa kalınız ama kusura kalmayınız; benim kafam ve onurum kaldırmıyor böyle bir ihtimali.
Sizin yargı mercilerinizin hiçbir mazereti, bahanesi olmadan böyle ferah ferah, rahat rahat, kafaya alınabildiğini içiniz alıyorsa, o sizin sorununuz.
Beni hiç bulaştırmayın. Ben onlara mitoman derim, acil şifalar dilerim; o olur. Tanışmayalım, görüşmeyelim; rüyalarda buluşuruz.
Hem ayrıca, mitomaniden laf açılmışken: Onlara dolandırıcı, mafya felan (!) da demeyin. Osman (Yağmurdereli) abim ne belletti: Onlar abiler...
Onlar, komikçi, ehehehe aman da ne komikçi ağır abiler...