Geçtiğimiz yaz sonu, en iyi arkadaşlarımdan biri evlendi.
Pigme kadar olduğumuz yıllardan beri dostuz; ailesini de yakinen tanıdığım ve evlilik müessesesini ne denli önemsediklerini bildiğim için ellerimi ovuştura ovuştura, evlilik hazırlıkları sırasında yaşanacağından emin olduğum, düğünden daha bile fazla eğlendireceğini umduğum gülünç anekdotları bekliyorum.
O, durmadan bu hengameyi sıyrık bile almadan atlatacağını iddia ediyor, ben "hadi ordan mümkün değil" makamından çalarak, kaç adet küçük çaplı ayaküstü cinnet getireceğininin çetelesini tutmayı planlıyorum hevesle.
Hevesim kursağımda kaldı. Bizimki, her nasıl yaptıysa, bütün gıllıgışlı mevzuatı başarıyla bertaraf etti, bütün düğün hazırlığını hepi topu iki haftasonuna sığdırdı, üstelik de bunu başka bir şehirden uzaktan kumandayla kotardı, gayet gürültüsüz patırtısız bir şekilde mevzuu bağladı.
Enişteyle zaten birlikte yaşıyorlardı. Evlenmekle hayatlarında tek bir şey değişmedi.
Bizimkinin gelmişi geçmişi haricinde...
İlginçtir, bir pratik ağır sallayacak diye düşünürken, bir tek teoriden yara aldı...
"Ben anladım," dedi "niye hadisenin içinden ’kız almak’ şeklinde sakil bir tabir geçtiğini; adam beni resmen kütüğüne aldı, iyi mi!"
Zira kendisi artık 34 yaşına dek kullandığı soyadını kullanmadığı gibi, kütüğü de İzmir’den Bursa’ya geçmiş durumda.
Kocan nerde doğduysa, o akde imza attığın an itibarıyla sen de oralısın ya hani...
Kimlik, ehliyet, pasaport, bilmem neyi koruma derneği üyeliği belgesi; hadi bakalım sil baştan...
"Tam aaa bak böylesi de olabiliyormuş diye ikinci bir kez düşünmeme neden olabilecekken, hayatta evlenmemek için taş gibi bir neden daha bahşettiğin, daha doğrusu bunu hatırlattığın için teşekkür ederim" dedim; "Benim bünye böyle bir şeyi kaldırmaz. Konyalı Şerife’yken Hintli Leydi Güngör Bayrak Berucci’ye dönüşmüş filan gibi hissederim ki bu cümleyi herhangi olumlu bir anlamda kurmadığımı SANA ayrıca belirtme gereği duymuyorum."
Kadınların haklarıyla ilgili her konuda, iki ileri, yerine göre bir, yerine göre üç geri...
Bir gün bir yere varılacak inşallah da biz o günleri görecek miyiz, hakikaten merak ediyorum.
Diyelim ki bir adamı sevdim, o kadar sevdim ve güvendim ki üremeye karar verdim...
Bunun için illa ki ismimden vazgeçmek ya da zaten rahmetli babaannemin inadı sağolsun, eski model, uzun mu uzun bir adet göbekadım var; nüfus cüzdanıma, ne bu artık, katar treni gibi, bir isim daha eklemeye mecbur muyum kardeşim? Kaldı ki niye bir anda, káğıt üzerinde olsa bile, tanımadığım etmediğim bir yeri memleketim belleyeyim?
Bundan bir süre önce, AK Parti Adana Milletvekili Ayhan Zeynep Tekin Börü’yle ilgili bir şeyler yazıyorum. Hanımefendinin adı, yazının içinde sayısız seferler geçtiği için, her seferinde dört ismi yan yana yazmayayım diye, Ayhan ve Zeynep tamam da Tekin de isim mi, soyisim mi, kendilerinin üç adı bir soyadı mı yoksa iki adı iki soyadı mı var, öğrenmek için verdiğim mesai, neredeyse yazının kendisinden daha zahmetliydi.
Bezdim resmen; gazetenin ortasında "Ben ona kısaca Çiko desem olmuyor mu?" filan diye dolanır hále geldim.
Bizim kuşakta elinizi sallasanız bir Ebru’ya çarptığı için hayatı boyunca yakın çevresi tarafından sadece soyadıyla çağrılmış biri olarak, soyadımın lakaba dönüşmesini kesinlikle istemiyorum.
Bu konuda en ufak bir tavizde bulunmayı da düşünmüyorum. Hatta bu kanunlar, bilmem kaç senedir annemin yaptıramadığını yaptıracaklar diye, yani sırf inadımdan konuyu AİHM’ye taşıyabilmek için durduk yerde kalkıp evlenmekten korkuyorum.