Herhalde, bir tek bizim kuşağa özgü bir şey olmasa gerek; kendini bu denli haksızlığa uğramış hissetmek.
Elbette her neslin muhtelif ağlak konuları vardır. Elbette her kuşak kendi kuşağının kayıp kuşak olduğunu iddia eder. Öyle hisseder... Fakat hani benim kuşağım diye demiyorum ama hakikaten kargadan başka kuş, bizim kuşak gibi ve kadar kayıp bir kuşak tanımıyorum.
Şu anda elimde, Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyeleri Doç. Dr. Meltem Ahıska ile Yard. Doç. Dr. Zafer Yenal’ın küratörlüğünde, Osmanlı Bankası Müzesi’nde 17 Eylül’e kadar sergilenecek olan Aradığınız Kişiye Ulaşılamıyor: Türkiye’de Hayat Tarzı Temsilleri, 1980-2005 sergisinin kitabı var.
Hızlı akan tarihi şöyle bir karıştırıyorum ve oturup hüngür şakır ağlamak istiyorum. Bir yandan da histerik kahkahalar tabii...
80 ertesinin sonradan görme, "türedi gitti zenginleri"nin, bir mefhum olarak içi fena hálde boşalmış "hayat tarz"larını, parayı basıp monarşik unvan edinircesine edinerek ortamı nasıl bir rüküşlüğe gark ettiğini büyük bir resim olarak önünüze koyuyor sergi ve kitap.
Aerobik manyaklığından light ürünlere ve televizyondaki kilo verme yarışmalarına, taşfırınından metroseksüel erkek modellerine, dönem dönem moda olan ruhsal hastalıklardan her dem taze bir "trend" olarak depresyona, kredi kartlarına yüklenip tüketim bağımlılığına, sayısaldan lotoya "ya çıkarsa" piyangolarına, lahmacun-viski muhabbetinden fast food’culara, muzır yasasından 900’lü hatlara, uyarıcılardan "erkek dergilerine", yani tabii ki cinselliğe...
Sevişme hállerimizden eğlence biçimlerimize, beslenme alışkanlıklarımızdan küfürbaz Meclis’imize...
Bir haber kupürü, borçları yüzünden icraya verilen ve eşyalarına el konulan "Her şeyimi alın ama can yoldaşım televizyonumu bana bırakın" diye feryat figan ağlayan kadının fotoğrafına yer veriyor.
Yanında Betamax video kasetlerinin fotoğrafı. Ya hakikaten bir de video manyağı olduğumuz, İbrahim Tatlıses’li ve kırpık saçlı Hülya Avşar filmli bir dönem vardı...