Her gün öfkeli uyanmaktan çok ama çok yorgunuz

Bu ülkede pek az insan eceliyle ölme lüksüne sahip...

Bu cümleyi binlerce defa kurabilirsiniz ve ne hazin ki sadece málûmu ilan olur.

Ve hiçbir şeyi değiştirmez...

Kelimelerin ve mefhumların hükmünü çoktan yitirdiği bir ülkede, hak ve adalet nasıl aranabilir, hangi sözle sorgulanabilir? Burası sözün bittiği yerdir. Bilinmez...

Bu ülkede egemenler haricinde hani neredeyse hiç kimse, eceliyle ölemez.

Hızlı tren raydan çıkar, karayolunda giderken karşına uçak çıkar, cinayet mahalini andıran yanlış yollarda giderken tır altında kalırsın; bunların hepsinin müsebbibi de sanki Mars’tan gelmiş bir mahlûkatmışçasına, soyut bir varlıkmışçasına ‘Trafik Canavarı’ olur.

Geçim derdinde bir vatandaş cinnet geçirip ailesini katleder, aç çocuklar tineri çekip sokaklarda birbirlerini deşer, tahsilat yapacak diye kimi aşağılık tetikçiler ‘yanlışlıkla’ bebekleri kurşunlar, bunların müsebbibi de ismi mevcut cismi meçhul bir ucubeymişçesine, ülkede Seda Sayan’dan bile meşhur olan ‘Enflasyon Canavarı’ olur.

Bizde ölüm bir fantezi, hatta bir fetiş konusudur: Kafana balkon düşer, çöplük patlar, otobanın ortasında bir çukura düşersin, mışıl mışıl uyurken malzemesinden çalınmış bina ‘durduk yerde’ çöker; bunların hepsinin adı da dalga geçer gibi mukadderat olur.

Kız çocukları, tecavüze uğradıkları için babaları ve kardeşleri tarafından ‘namus’ bokuna öldürülür. Sonra da o Allah’ın belası aşağılık, vicdansız yaratıklar, hukuken HAKLI bulunur.

Bizde ecel ile ölmek, lükstür.

Anlı şanlı devlet büyüklerimiz -Allah gecinden versin, aman başımızdan eksik etmesin ki zaten muhtemelen hepimizi gömerler- bir gün topluca yalandan ölecekler. Gel gör ki yalandan ölünmüyor... Ancak bizim literatürümüzde böylesi üreyebilirdi: ‘Yalandan kim ölmüş’ deyimi, bu topraklara ne çok yakışıyor.

Egemenler öyle kolay ölmez. Bol yalan söylerler ama yalandan kim ölmüş; yalandan ölünmez.

Pişkin ve sömürgen hayatlar, bol demagojiyle, gef gef gevezelikle, sürer baba sürer.

Hızlı trenin açılışı yapılırken, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ne demişti: ‘Kara Tren türküsü artık bir nostalji olarak trenlerde dinlenecek. Yeni sloganımız, ‘Hızlı Tren gelir, hiç de geç kalmaz’ olacak.’

Üzerinden iki ay geçti geçmedi, Kara Tren türküsü, karalardan kara bir ağıt olarak, ülke tarihine silinmez bir şekilde yazıldı.

Hızlı Tren gecikmez ama belki hiiiç gelmez...

‘Böyle kazalar dünyanın her yerinde oluyor...’ Başbakanımız böyle buyurmuş...

İnsan bari biraz utanır, utançla bir susar. İki satırlık saygı gösterir. Özür diler... Anlamlı bir cümle kurar...

Yok...

Burası Çernobil faciasından sonra Allah tepesinden bakası bakanların televizyonda höpürdeterek çay içtiği yer. Karadeniz halkı, son yıllarda kanserden kırılıyor. Kanser oranı absürd bir oranda artmış, genetik faktörleri filan çoktan aşmış vaziyette.

Burası, insanların vatansever oldukları için mafyaya bulaştıkları, takır takır cinayet işledikleri, uyuşturucu ve silah kaçırdıkları, işkence yaptıkları yer.

Her şey vatan için... Devlet görevlilerinin yanar döner pasaportları mafya mensuplarının evinde öööle patadanak, ah bak sen şu işe, cepten düşürülüveriyor.

Trafik kazasının birinde, aynı arabadan, aşiret reisi bir milletvekili, bir emniyet müdürü, bir ülkücü militan çıkabiliyor. Bu durumda başı yanan tek kişi de o Mercedes’e çarpan kamyon şoförü oluyor.

Burası kimin elinin kimin cebinde olduğunun bilinmediği, devletin elinin herkesin cebinde olduğu yer.

Ben kendi adıma, Sakarya’da vuku bulan, Prof. Aydın Erel’in yalvar yakar uyarılarına rağmen göstere göstere gelen kazada hayatını kaybedenlerin sayısının 36 olduğuna inanmıyorum.

Biletlerin üzerinde isim yazmıyor ve nasılsa cesetler de paramparça. Kayıplarını arayan insanları, fırça kaydıktan sonra gönderiverirler: ‘Tazminat mazminat yok kardeşim! Senin aradığın vatandaşın bizim trende olduğu ne málûm?’

Bu vahim bir kazadır. Kazadan ötedir, cinayettir, katliamdır.

Ve öyle rahmet ve başsağlığı dilemekle, 50 milyar tazminat ödemekle, birkaç günah keçisinin işine son vermekle, geçiştirilemez.

Hele ki öyle; ‘Bunlar her yerde oluyor canım’ filan gibi cümlelerle düpedüz dalga, kesinlikle geçilemez...

Allah’ım; bu insanlar akşamları yattığında, başını yastığa koyuduğunda ne düşünüyor? Nasıl uyuyor? Uyuyabiliyor?

Yalanla doğrunun, erdemle pespayeliğin, güvenle korkunun, imanla çıkarın birbirine karışıp bulamaca döndüğü bir garabet diyarı burası.

Ar damarının fay hattına döndüğü yer burası.

Zavallı biz... Zavallıyız...

Biz bu ülkenin insanları, artık söylenen şeylerin, verilen beyanatların hiçbirine, HİÇBİRİNE, güvenemiyoruz.

Bir felaket haberi almadığımız gün geçmiyor. Mütemadiyen yaslıyız.

İçimiz ağlıyor, içimiz muttasıl kanıyor, her gün öfkeli uyanmaktan çok ama çok yorgunuz.

İtimadı, saygıyı, hayatı yitirdik. Baştanbakanlar hariç, cümleten başımız sağolsun.
Yazarın Tüm Yazıları