Espriyi mengene altına almaktan daha hazin ne olabilir
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Çarşamba akşamı Siyaset Meydanı’nda, İsmail Gülgeç, Müjdat Gezen, Mehmet Çağçağ, Birol Güven, Şahan Gökbakar ve Beykent Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve İletişim Tasarım Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ünsal Oskay, Bahçeşehir Üniversitesi’nde, farklı üniversitelerden öğrencilerle birlikte, mizahın bugünkü ahválini tartıştılar.
Bir süredir gülmekte epey zorlandığım için, uzun zamandır takip etmeye gayret ettiğim yegáne dizi olan Hırsız Polis’le çakışmasına rağmen, ‘Bakalım niye gülemiyormuşum?’ merakıyla baktım.
Mizahçılar bir şey söyledi mi kulak kabartmakta fayda vardır.
Kaldı ki Marmara Üniversitesi’nde okurken derslerini huşu içinde takip ettiğim hocaların hocası Ünsal Oskay mevcuttu mecliste. Gerçi pek çok şeyin, ‘söz meclisten dışarı’ desturuyla tartışıldığı ve birçok konunun ‘programdan sonra konuşuruz’ şeklinde ‘konuşulduğu’ bir Siyaset Meydanı’ydı ama olsun...
Öğrenmenin de sonu yok malûm. İnsan satır aralarını okur gibi, söylenmeyen şeylerden de bir şeyler öğreniyor.
Onlar sordular, ben izlememiş olanlar için, şahsi düşüncelerimi paranteze alarak, gazeteci, yani medyum sıfatıyla aktarıyorum:
Siyasetsiz mizah olur mu olmaz mı? (Politika, hayatın her alanını kapsadığı için bence olmaz.)
Mizah, her şeye muhalif, kendine bile muhalif olmayı gerektirir mi gerektirmez mi? (İllá ki, mutlaka, muhakkak, yüzde bin, bittabii...)
KADINDAN MİZAHÇI OLUR MU OLMAZ MI
Kadından mizahçı olur mu? Bakın bunu sormadılar. Sözüm parantezden dışarı, bunu da ben sormuş olayım. Kendim çalayım, kendim oynayayım: Bal gibi olur. Hatta baldan da tatlı olur. Örnekler muhteliftir... Gülse Şener, önümüzdeki taze misáldir. Er meydanından anlaşılan, eril meydan olsa gerek; çarşamba akşamı o meydanda bir kadın olmaması da ziyadesiyle esef vericidir.
Neyse işte, absürd komedi yaptığını söyleyen Şahan Gökbakar nezdinde tartışılan konular bunlardı sanırım. Yani ben en azından, öyle anladım.
Ki bendeniz, naçizane, programında televizyon programlarını ‘eleştiren’ Gökbakan’ın absürd komediden ziyade, parodi yaptığını düşünüyorum.
Zira televizyonların absürdü aşmış durumunun üzerine tüy dökmek mümkün görünmüyor ve belki ben yanlış biliyorum ama absürd bir şeyin biraz daha fazla bağırarak taklidini yaptığınız zaman ona absürd komedi denmiyor.
Şimdi hatırladım, tabii ya; esas soru, yukarıdakiler değildi...
Zira mevzu, ‘Televizyonda mizah yapılamaz, biz mizah yapmıyoruz, biz güldürü yapıyoruz’ şeklinde neticelendi.
Şahan Gökbakar, ‘tematik’ bir kanaldan büyük bir kanala geçtiğinde aldığı eleştirilerden ne derece bezdiğinden bahsetti. ‘Eski kitlesi’nden, ‘Abi sen de bozuldun’ şikáyetleri geliyormuş. Meálen, ‘Benim işim de zor arkadaşlar’a getirdi ki o da haklı yani. Lafın daha geniş kitlelere ulaştığı için lafına dikkat edeceksin, kendi kanalını kollayacaksın; hassas dengeler, zor işler...
Birol Güven, televizyonda yapılan mizahın-didaktizm meselesi şöyle kenarda dursun- ‘müşteriye yönelik’ bir servis sektörü olduğuna değindi. Ki bendeniz, daha önce de defalarca belirttiğim üzre, kendilerinin ‘müşteri memnuniyeti’nden anladığı taşfırın erkekleri ve aldatan kocanın fendini ses tellerine bile estetik yaptırmak suretiyle yenen kadınların rol aldığı dizilerin hizmet ettiği bir izansa, şahsen o müşteri kitlesine dahil saymıyorum kendimi. Ben de Ğ grubuyum diyelim...
MÜJDAT GEZEN’E BURADAN EL SALLIYORUM
Mehmet Çağçağ, dergilerin ‘kurtarılmış bölge’ olduğunu ifade etti. Ki kendi içlerinde bölüne bölüne helák olan mizah dergilerinin arz ettiği manzara da maalesef Türk solunun acıklı hálini andırıyor bildiğiniz gibi...
İsmail Gülgeç, övgü aldığı günün ertesi günü çalıştığı gazeteden kovulduğunu anlattı. Ve mekánı cennet olası rahmetli Oğuz Aral’ı yád etti.
Kendi kurduğu okulda, bugün sektörde yer alan pek çok sanatçıyı mezun eden Müjdat Gezen’in dediği gibi, apolitize edilmiş gençler, politik olmadıkları için eleştiriliyor. Mizah oysa, politiktir elbette ve her şeyden çok eleştiriye hoşgörü bekler. (Ki belki de ayıp ediyorum ama kendilerine, kendileriyle ilgili bir yazı yazdığım için bana dava açmış olduklarını hatırlatmak isterim. Benimle birlikte birkaç gazeteciye dava açmış, aynı zamanda Basın Konseyi’ne şikáyet etmişti. Basın Konseyi’nde aklandık, dava ne durumda bilemiyorum. Ve kendilerine buradan, hakikaten gülücüklü bir el sallıyorum. Saygıyla...)
Komiktir, bu yazıyla ilgili bir şeylere bakarken, Google’da karşıma, Turkishtime’da yayınlanmış, içinden daha önce gerçekleştirilmiş Çocuklar Duymasın’la ilgili Siyaset Meydanı’nın bahsinin de geçtiği bir Meral Okay röportajı çıktı.
Bu aralar hayat huzura ilginç tesadüfler silsilesi şeklinde geldiği için, çok da şaşırmadım ama sevindim açıkçası.
SORU: Çocuklar Duymasın adlı dizi için yapılan Siyaset Meydanı’nda şöyle bir sahne yaşandı: Ünsal Oskay, kendi üslûbunda konuya yaklaşırken; ‘Bu tarz senaryoları yazmak o kadar da zor değildir. Zaten siz mutfağa gidip döndüğünüzde bir şey kaçırmayın diye ona göre yazılır’ dedi. Ali Kırca panikledi, Birol Güven celállendi; ‘Buyrun o zaman siz yazın’ dedi. Ali Kırca’nın o arada Ünsal Oskay gibi mevzuun bilirkişilerinden birini harcamasına ne demeli? Daha önce İkinci Bahar için yapıldığı gibi bir televizyon dizisi üzerine saatlerce tartışmak ne mánáya geliyor? Bir dizi bu kadar ciddiye alınmalı mı, dizideki küçük kız karakteri üzerinden feminizm tartışılabilir mi? Tüm bunlar bize özgü şeyler mi?
OKAY: Tamamen bize özgü, hepimiz boş gezenin kalfalarıyız çünkü. Bir de orta yolculuğumuz var. Ali Kırca, Ünsal Oskay’ın kalibresini, ne demek istediğini bilmiyor mu? Ama kendi kanalının dizisi bu, kendine gol attırır mı?
Ben bu aralar, seyirciden ziyade Gülme Yetisini Yitirmiş Kızın Maceraları adlı bir dizinin kasılıp kalmış kahramanı gibi hissettiğim için gittim başka bir soruya takıldım:
Her şeyin özgürce konuşulamadığı, özgürlük olmayan bir yerde, mizah olabilir mi?
Mizah, mizacı gereği anarşist, fırlama, tersten çakan, muhalif, teşbihte hata olmaz, insanın canını yakacağına güldüren bir başkaldırı metoduysa, mizaha pranga takılır mı?
Espriyi mengene altına almaktan daha hazin bir şey olabilir mi?