Elif’e açık mektup

Sevgili;

Bundan üç yıl önce yine bir yaz günü, benim için yaptığın káğıttan kuklaya bakıyorum. Bir de benim okuduğum kitaptaki şiirleri kopyalayarak oluşturduğun ve kapağına çiçek resimleri kondurduğun birkaç sayfalık el yapımı ‘şiir kitabına...’

Yedi yaşında bir kız çocuğundan beklenmeyecek derecede güzeller. Mükemmeller... Belki de kuzguna yeğeni şahin görünüyordur. Bilemem... Ne olursa olsun, benim için el yazması antika kitaplardan çok daha değerliler.

Sen muhtemelen şu anda sitenin havuzunda top kapmaca ya da beline uzanan siyah saçlarını rüzgára salmış, deliler gibi koşturarak futbol oynuyorsun.

Belki de oğlan tayfasıyla yine küsmüşsünüzdür; kızlarla birlikte onlara karşı nasıl bir politika güdeceğini hesaplıyorsun.

Hatırlıyor musun?.. Bundan üç yıl önceki o yazı baştan sona birlikte geçirmiştik. 2001 senesiydi... Memleketin ekonomisi gibi, benim de sistemimin çöktüğü bir dönemdi.

‘Eve’ kaçmıştım. Ayakkabılarımı aylar boyunca giymemek üzere fırlatmış atmış, deniz kenarında uzun uzun ufka bakmış, domates gibi kokan domatesli ve zeytinyağlı ve bol kekikli anne kahvaltıları etmiş, denizden kum çıkartmıştım.

Durmuştum... Aile ve eski dostlar sayesinde ruhumu sağaltmıştım. Tedavi olmuştum.

Okuldan mezun olduktan sonra, yaz boyu ‘tatil’ yaptığım yegáne dönemdi. Ve esasında ona da pek tatil denilemezdi. Zaruri bir dinlenceydi...

Çokça da senin sayende, iyi gelmişti... Ne iyi gelmişti...

Bugün günler süren sağanakların ardından İstanbul’da ilk kez güneş açtı. Zaten hep aklımdasın ama bugün zihnime öyle bir düştün ki bana moral olsun diye Ege’nin güneşinden bir avuç koparıp buraya doğru fırlattığını düşünüyorum. Sorma minikom, teyzen yine hafiften kafayı sıyırdı.

Fakat, sen ‘Anladım’ dediğinde, gerçekten en içinden bir yerde beni en iyi anladığına inandığım insansın; hak verirsin diye umuyorum...

Yani Yargıtay Başkanı, MİT ve mafya babalarının ‘enteresan ilişki ağı iddialarıyla’ gazete manşetlerinde buluştuğu, ormanlık araziye kaçak yapı dikmekten hüküm giymiş bir eski belediye başkanının, başbakan olup yönettiği ve onun partisinden vekillerin çoğunlukta olduğu hükümetin bakanlarının ters giden ne varsa Allah’a havale ettiği bir ülkede, arada bir karalar bağlamamı o kadar da yadırgamazsın herhalde?

‘Zan’ altında bulunan kimi işadamları, devletin el koyduğu ve çoktan müzayedede satılmış olması gereken Mercedes’leriyle medyanın izlediğini bildiği bir düğüne göstere göstere gidebiliyor.

Bu insanlar, bildiğin ve ilerleyen yıllarda daha da iyi bileceğin gibi, hayatlarını sadece devletten değil, bizden de çaldığı paralarla idame ettiriyor. Ve ne idame etmek; nüfusun yüzde 80’lik züğürt çoğunluğunun çenesini yoruyor...

Bunun yanında Alibeyköy’de yaşayan, ve ‘42 yıldır oturduğu evine 84 kere su basan’ gecekondu sakinleri de meselá, hálá o gecekonduları dikiyor. Memleket her geçen gün, sıvasız ve ‘Bizim karı gündelikçilikten biraz daha para yapsın da bir kat daha çıkalım, bizim emmoğlunu da köyden getirelim, onla mahalle kahvesinde iki el tavla atalım’ kafasından dolayı damsız binalar cumhuriyeti olma yolunda emin adımlarla ilerliyor.

Güzel bebeğim, sen canını sakın sıkma ama dertleşiyoruz işte; fena hálde canım sıkılıyor.

Seni görevin minikom, tabii eğer kabul edersen, çok iyi olmak ve iyi kalmak... Çünkü sırf senin iyi olduğunu bilmek ve seni düşünmek bile, ilaç gibi; iyi, çok iyi geliyor.

Hadi şimdi bir koşu git ve Banu’yla Volkan’ı benim için vantuzlarcasına bir öp... Neşe’nin karnındaki ikizlere de benim için vantuzlamadan, sakin ve gülücüklü bir öpücük kondur...

Sonra, arkadaşlarınla kavga etme, daha doğrusu, ettiğinde doğru kavgalar et. Onların kıymetini yaşın ilerledikçe çok daha iyi anlayacaksın. İnsan belli bir yaştan sonra hayatına yeni insanlar sokmakta zorlanıyor. Daha doğrusu, sokmaya ve yumuşak karnını açmaya kalktığın arkadaşçıklar, genellikle ellerine geçen ilk fırsatta o cenaha doğru uçan tekmelerle saldırıyor.

Dünya güzelim; sen bakma benim böyle konuştuğuma, esasında iyiyim...

Sadece seni ve güneşi ve denizi ve birkaç dostumu ve güzel ve aydınlık haberler almayı biraz özledim.

Seni seviyorum Elifim...

Yüzünün yarısını kaplayan kara gözlerinden, leylek bacaklarının bereli dizlerinden, sırtına yapışmış esmer göbeğinden (Sen kime çektin be bu arada, minyatür Naomi?) varlığının her santimkaresinden öper, öper, çevirir bir daha öperim.

İyi ki doğdun, iyi ki varsın; sen gibi güzel, bin mutlu yıl dilerim...

Tadından yenmez bu dergi

‘(...) Hiç susmayan ağustos böcekleri, uzun yaz geyikleri, dondurma, gazoz, patates kızartması, güneş yağı. Kova, kürek, kum, kale. Sıcak, ıslak, uykusuz. Bir yazdan geriye ne kalır? Sen ve ben? Siz ve biz? Yaz ve ben? Playlistte 1024 kez çalınmış bir şarkı kalır en çok. Sonra o şarkı 2004 yazı olur birden. Her yazın en az bir şarkısı olur. Mevsimlerin en belirgini yaz geçer, o kalır. Bir de bir yara izi çoğu zaman bisikletten düştüğünüz için. Yaz iz bırakır. Küçük harflerle.’

Bu kısa metin, Bant’ta yer alan Yazla Hesaplaşma başlıklı yazıdan alıntılandı. Yaz üzerine, kompakt, nefis bir makále...

Herkes benim gibi dergi hastası olmayabilir tabii... Fakat dergicilikten gelme gazetecilerin çoğunun hayattaki en büyük zevklerinden biri, yeni bir derginin ilk kapağını kaldırmaktır.

Önce kapağı -hem gözünüzle, hem burnunuzla- ‘koklarsınız’, sonra dergiyi süratle şöyle bir tarar, sayfaların nasıl aktığına bakar, ardından geri döner ve tüm detayları tek tek mikroskop altına alırsınız.

Bant, -bir Johnny Depp yazısıyla katkıda bulunan, her dem genç Sevin Okyay da dahil- kadrosu da kendisi de çok genç bir dergi. Ve çok iyi... İçerik genç, çıkan iş olgun. Üstelik bağımsız, anlayacağınız tadından yenmez... Vallahi helál olsun...

Hummer’ıma dokunma

Sahte faturalarla değeri düşük gösterilerek ithal edildiği için devletin el koyduğu Hummer cipini Otomotiv İhtisas Kulübü’ne teslim ettiği için çok üzgün olan ve ‘Umarım vergi sorunu çözülür de arabama kavuşurum’ diyen Seren Serengil’e naçizane bir tavsiyem olacak.

Kendisi zaten hayvanseverliğini takdir ettiğimiz bir sanatçımız ve köpekleri olmadan yaşayamıyor ya, istesin, annesi ona yarım düzine Saint Bernard ve tekerlerli bir kızak (!?) alsın.

Laila’lara Reina’lara onunla gitsin; çok havalı olur. Valla...

Yani İstanbul trafiğinde, tank ebatlarında bir arazi cipi kullanılabiliyorsa, yaz günü normalde karlı iklimlerde yaşaması gereken cinste köpeklerin çektiği bir kızak da kullanılabilir. Neden olmasın?

Ne Hummer’mış be... Serdar Bilgili’si, Tamer Karadağlı’sı, Sibel Can’ı, Birol Güven’i, şusu busu... Zannedersiniz ki Irak’a cepheye gidiyorlar.

Hani bu kadar meraklıysalar, gitsinler kamyon şoförü, panzer şoförü, otobüs şoförü filan olsunlar... Belki bu sayede Etiler, Kuruçeşme taraflarında trafik biraz rahatlar...
Yazarın Tüm Yazıları