Dumura gel!

Bir bilmecem var çocuklar... (‘Haydi sor sor!’ dediğinizi umuyorum.) Nişantaşı civarlarında yenir. (‘Acaba nedir nedir?’)

Kimine göre Fransa, felsefe filan denince, kimine göre -nasıl abuk bir tabirse artık- entelektüel sosyete denince akla her an onun adı gelir:

Derrida, Derrida, Derrida...

Ya da şöyle diyebiliriz belki? Nişantaşında yenir: Jacques Derrida’nın cesedidir.

Ücretsiz 15 günde bir yayınlanan bir semt gazetesi var; Nişantaşı diye...

Bildiğiniz, magazin eki gibi bir şey.

Fakat dergimsinin, onların tabiriyle ‘entel sosyeteye’ hitap etmesi umulduğu için, ortaya da eni konu acayip bir şey çıkmış.

Nişantaşı’nda oturan Demet -ki reklamcılığı bırakıp döndüğü Boğaziçi Üniversitesi’nde felsefe master tezini hazırlıyor bu aralar; háliyle duruma iyiden iyiye kopmuş- ile Ediz, bu garabeti görüp, dehşete düşüp, alıp eve getirmişler. Bu ne mene bir sakalettir diye incelemeye almışlar...

‘Kızım illa ki görmen lázım’ diye burnuma dayadılar. Müteakip yarım günüm filan dumur diyarlarında geçti.

Geçtiğimiz Ekim ayında, 74 yaşında dünya değiştiren Fransa’nın en önemli Filozoflarından Jacques Derrida, herhálde göçtüğü álemi, Derrida the Club isimli yeni Nişantaşı sosyete joint’i kadar yadırgamazdı, yadırgamıyordur.

Efendim neymiş:

‘Eğlence Etiler ve Beyoğlu’ndan Nişantaşı’na gelmiş. Derrida the Club, geçen hafta Milli Reasürans Çarşısı’nın alt katında açılmış.’

Dansözlü mansözlü laylaylom fotoğrafları eşliğinde haber şu başlıkla duyuruluyor: ‘Who the hell is Derrida?’ (‘Kim ülen bu Derrida?’ diyelim, onların üslubuyla ahenkli olsun.)

Ve hazırsanız, spota ve haber metnine gel demek ister deli gönül:

‘Ağırlıklı olarak 79, 80 ve 90’lı yılların popüler şarkılarını elektro disco ritimleriyle harmanlayan bir müzik çalacak Derrida the Club’da Turcic vibrations olarak adlandırılan Türk müziğininin en dans ettiren ritimleri de bu müziğin içerisinde kendine yer bulabilecek.

Derrida adı, geçen sene kaybettiğimiz (Derrida’cık bizim oğlan ya!) ünlü Fransız düşünür Jacques Derrida’dan geliyor. Kulübü dizayn edenler, dekonstriktivist (yapıçözümcü) olarak tanınan Derrida’yı isim olarak seçerken, hem minimalist royalistik de korasyon içinden farklı öğelerin altını çizmeyi düşünmüşler; hem de dünya müziği içindeki farklı öğeleri ayrıştırıp ön plana çıkartacak bir tarz benimsedikleri için bu isimle kendilerini özdeşleştirmişler.

Açılış gecesinde Nişantaşı’nın entelektüel sosyetesini ağırlayan Derrida’nın ‘crowd’ı daha çok Koç, Boğaziçi ve Bilgi Üniversitesi’nin öğrencilerinden oluşuyor. (Bu noktada, bu naçiz kulunuz, bir nebze kıtır atıldığını düşünmekten kendini alamıyor.) Nişantaşı sosyetesi ile öğrenciler, gazeteci, yazar ve akademisyenler, dj. Umut Çağlar’ın müziği ile gecenin ilerleyen saatlerine kadar birlikte, doyasıya eğlendiler.’

Vallahi ne yalan söyleyeyim, Derrida hakikaten kolay anlaşılır bir düşünür değildi. Yazıları absürd olarak da tanımlanan bir filozoftu.

Ben yine de hani okumaya ve anlamaya gayret ettiğim metinlerini, yukarıdaki zırvalıktan daha iyi anlamış olduğumu düşünüyorum.

Meşhur hikáyedir; geçtiğimiz yıl Derrida’nın hayatı hakkında bir dökümanter hazırlanırken, film ekibi, filozofun evine gitmiş. Ve ekipten biri duvarlar dolusu kitabı işaret ederek o meş’um, salak soruyu sormuş: ‘Bu kitapların hepsini okudunuz mu?’

‘Hayır’ demiş Derrida, dalgacı bir tavırla; ‘Sadece dört tanesini. Ama onları da çok çok dikkatli okudum.’

Ah ah, yaşarken eline bir Nişantaşı dergisi geçseymiş ya da o minimalist entel sosyete ortamı Nişantaşı the Club’ın royalistik dekorasyonun ortasında, Turcic namelerle iki-üç kıvırtsaymış, neler çıkarırmış, siz hesap edin.

Bütün kuramları yıkıp, yapıları çözü çözüverip, sil baştan yazabilirdi valla.

Velhásıl, erken göçmüş bizim Derrida. Felsefenin kaybı büyük. Özellikle Nişantaşı’nın entel sosyetesinin başı sağolsun.

Rrrröööhhhh!..
Yazarın Tüm Yazıları