Afilli -daha doğrusu afili kapısının önündeki paparazzi sayısından menkûl- bir gece kulübünün önünde, bir arkadaşımız, güvenlik görevlileriyle tartışıyor.
İmkánları yetse de yapmaz, öyle bir insan, ayaklı bir hayvandır.
Ve çoğu zaman çekilmez ama tüm zamanlar içinde, çok iyi, insan gibi bir insandır.
Bodyguard ısrarla tekrarlıyor: ‘Damsız girilmez!’
Bir noktada söz bitiyor ve bizim Aşil tabiatlı arkadaşımız soruyor:
‘Dam ile şey (Buradaki şey’in boşluğunu artık siz doldurun) arasındaki ‘ince’ sınır sen misin?’
Böyle sormuş...
Az daha bodyguard sürüsü beynini dağıtıyormuş...
Ben kendi çapımda bir feministim. En azından kendimi öyle addetmek isterim.
Buna rağmen ya da tam da bu sebepten, şu ‘Damsız girilmez’ mevzuunu komik ötesi bulduğumu belirtmek isterim.
Benim tanıdığım bir sürü adam -ki aralarında entelektüelleri, cahilleri, parababaları, züğürtleri, efeleri, efendileri (Ayısı, öküzü, tilkisi, kurdu, köpeği, arslanı, panteri, kedisi, bülbülü, kuşu, sazanı, balığı dahil) bu konudan mustarip.
Ve bu çok komik...
Zira içeri alınan adamların ne menem adamlar olduğu, yanındaki kadına bakarak belirlenemez.
Paranın, imanın ve efendiliğin kimde olduğu öyle kolay kolay bilinemez.
Yanında kadın olan bir adamın cebinde silah, yanında kadın olmayan bir adamın cebinde zerafetin el kitabı bulunabilir. Öööyle kapı kontrolünde, birtakım dayıların ilkbakışıyla sezilemez.
Geçenlerde bu konudan yana canı yanan bizim Kültürazzinin yazdığı bir yazı üzerine aldığı pek manidar bir e-postada şöyle bir şey anlatılıyor (Müstearı üzerinde, kendisi, yani Kültürazzi pek kültürlü bir arkadaşımızdır. Yanında kendisi gibi yine pek kültürlü ve ünlü arkadaşlarıyla bir Beyoğlu barının kapısından ‘damsız oldukları için’ çevriliyorlar; hikáye bu.):
‘Damsız Girilmez Kardeşim başlıklı yazınızı memnuniyetle okudum. Size tamamıyla katılıyorum. Bu resmen ayrımcılığa giren bir uygulama. İnsanları sırf erkek oldukları için eğlenmekten mahrum etmek resmen çağdışı bir yaklaşım. Dünyada bu tip eğlence yerlerine gitmenin bir amacı da karşı cinsten insanlarla tanışabilmektir. Yani yalnızca yanımda bir kadınla içeri girebiliyorsam, bunun hiçbir anlamı kalmıyor.
Kanımca bu yerlerin işletmecilerinin görevleri, bir sorun çıkarıp çıkarmadığını gözlemek ve böyle bir şey olursa onları dışarı çıkarmak ve bir daha böyle bir şey olursa onları dışarı çıkarmak ve onları içeri almamak olmalıdır.
Bu olay, bir Türk erkeği olarak benim de defalarca başıma geldi fakat insan bir türlü alışamıyor. Son olarak geçtiğimiz haftalarda Çeşme’de açılan Laila’ya iki -erkek- arkadaş gittik.
Cumartesi gecesiydi. Kapıda sizin belirttiğiniz göğüs formatında bir kişi damsız girilemeyeceğini söyleyerek bizi geri çevirdi.
Daha sonra aynı yere istemeyerek bir de hafta içi salı akşamı yine iki erkek gittik. Bu defa kapılarda karşılandık ve bize özel yer gösterdiler. Laila’da her şey aynı görünüyordu. Mekan ve kapıdakiler aynıydı...
Sadece bir fark vardı. Saat gece 00:30 itibarıyla içeri girdiğimizde tek müşteri bizdik..’
Böyleyken böyle... Bir daha beni erkek düşmanı addeden olursa, hesabını fena sorarım ona göre... Böyle de objektif, demokrat bir insanız işte...
Bu arada, mutlu yalakanın notu: Her türlü dili döktükten, yalvardıktan, yakardıktan, dizlerine kapandıktan, şantaja, blöfe, tehdide başvurduktan sonra ömürleri boyunca dert görmeyesi, tuttukları altın olası, tirajlara ve ilanlara boğulası amirlerimi nihayet ikna etmiş bulunuyorum. Önümüzdeki hafta itibarıyla, Kelebek yazıları haftada iki gün, perşembe ve cumaları olacak. Küçüklerin gözlerinden sevgiyle, büyüklerin ellerinden hürmetle öper, gözünün yağını yidiğimin (!) amirlerinin de önünde yalaka bir şekilde ceketimin düğmelerini ilikler... Deeermişim!.. Yuh be! Bünye yağdan istifra raddesine geldi. Nasılsa izni kopardık. Abartmanın da lüzumu yok. İyisi mi keseyim ve sessizce ikileyeyim... Hadi kalın sağlıcakla...
Asparagas
Yok biz otobüs bekliyorduk
Can Dündar, ‘Karaoğlan’ isimli belgeselin uzun süre yayınlanmaması üzerine ‘Yayınlamak için ölmemi bekliyorlar’ şeklinde bir açıklama yapan, kendisinin siyasetten ayrılmasının ardından belgesel yayınlanınca ‘Yok, ben aslında espri yapmıştım’ mealinde bir mektup yazan Bülent Ecevit’e yanıt babında bir mektup yazdı: ‘Sayın Ecevit, biz esasında Allah muhafaza, sizin emekliliğinizi bile değil, sadece bir icraatınızı bekliyorduk. Hani siyaset hayatında bunca yıl geçti. Bunca, onyıllarca yıl oldu... Ha şimdi, ha birazdan bir şey yapar da bir beyaz güvercin uçururcasına bu belgeseli yayınlarız diyorduk, olmadı. Bir dahaki emeklilikten caymanız ve seçime katılmanız hálinde, belgeseli tekraren yayınlamayan ne olsun. Sağlıkla... Can Dündar...’