Bu ne perhiz bu ne temcit pilavı

Son zamanlarda Digiturk’ün reklamlarına takmış vaziyetteyim/

Girizgáh yüzünden Ali Atıf Bir’in ihtisas alanına tebelleş olduğum düşünülsün istemem. Hoş, Ali Atıf bu aralar, türkü yarışması Bu Toprağın Sesi’nde jüri üyeliği de yapmaya başlamasını eleştirenlere cevap yetiştirmekle meşgûl olduğu için, bu duruma en başta o anlayış gösterecektir.

(Onun hiperaktif ötesi temposunu izlemekten yorgun düştüğüm her sefer kendisini klonlaması hálinde işinin çok daha kolaylaşacağına dair tavsiyelerde bulunuyorum. O da ‘Ya, ne iyi olurdu, benlerden birini Ali, öbürünü Atıf diye çağırırdık’ benzeri geçiştirme cümleleriyle, beni başından savmaya yelteniyor. Ben bunun üzerine ona; ‘Oralara girmene gerek yok. O boktan şakayı pratiğe dönüştürürüz. Ali Atıf Bir, Ali Atıf İki, Ali Atıf Üç diye gider; ehehehe’ diyorum. O bana doğal olarak bu pespaye esprimsiyi dillendirebildiğim için inanamaz gözlerle bakıyor vs.)

Hem benim mevzua yaklaşımım, iletişim-pazarlama politikalarıyla ilgili doğruyu-yanlışı irdeleyen tespitlerde bulunmaktan çok uzağa düşüyor.

Benim durumum, ‘Bir yerlerime kazık mı batıyor ne?’ hissiyatından mustarip tüketici hezeyanına daha yakın...

Gülben Ergen, Mehmet Ali Erbil ve Sinan Çetin’in neden ‘televizyon değil de Digiturk’ izlediklerini anlattıkları reklamlardan bahsediyorum.

Farklı şekillerde ifade etseler de üçünün de gerekçesi aynı: Bütün kanallar aynı saatte benzer programları birbirinin karşısına koyuyorlar. Herkesin zevki ve duruma göre hálet-i ruhiyesi farklıdır. Digitürk, tüketiciye alternatif sunuyor.

Gülben Ergen meselá, şarkıcı, çocuksu, meraklı taraflarının yanı sıra, olmazsa aaa olur mu ki, tabii ki, illá ki ‘ev kadını’ kimliğinden de dem vuruyor.

Sinan Çetin, can sıkıcı dünyanın can sıkıcı hállerinden canı çok sıkıldığı için kendisini güldürecek bir kanal arıyor.

Kısacık bir reklamda bile çatır çatır oyunculuk sergileyen ve aktörlük melekelerini niçin daha farklı mecralarda değerlendirmediği, olağanüstü yeteneğini nasıl böyle bozuk para gibi harcayabildiği konusunda bizleri bir kez daha hüzünlü bir meraka gark eden Mehmet Ali Erbil ise isyanını; ‘Ben mecbur muyum her dakka Memedali’ye bakmaya?!’ cümlesiyle dile getiriyor.

İsabetli bir damara çalışmışlar Allah için... Tamam... Da... Digiturk’ün de kendi içinde garip bir deveranı var.

Film ve dizi kanalları mitos çoğalmayla ürüyorlar. Ve daha önce ellerindeki, atıyorum, üç kanalda kullandıkları malzemeden artırıp, daha pahalı ve güya daha sofistike yeni bir paketin içerdiği yeni kanallarda yayınlamak üzere beş kanallık mal çıkarıyorlar.

Farklı lokantalarda temcit pilavı yemek gibi bir şey...

Daha pahalı bir pakette yer alan Goldmax’de gösterilen filmlerin bir süre sonra Moviemax’e ‘düşmesine’ edecek bir laf yok.

Daha önce 24 saat sit-com yayını yapan Comedymax’de yayınlanan Taxi, Who’s The Boss, Roseanne gibi dizilerin, şimdilerde, insanın dimağında nostaljik bir tat bırakan eski dizilerin yayınlandığı Retromax’de gösteriliyor olmasına da...

İyi, gayet makûl de 70 sonları mıdır, 80 başları mıdır nedir bir tarihte çekilmiş, esasında Jojo-zort mudur, Bıcırıkmax midir artık, çocuk kanallarının birinde yayınlanması daha uygun düşecek Boy Meets World gibi demodeden öte primitif bir diziyi Comedymax’de yayınlamaya başlamak neyin nesi oluyor?

Reklam kahramanlarımız gibi soralım bari: Biz mecbur muyuz kardeşim paket paket para saydığımız bir paralı kanalın, yeni yine yeniden nakaratı eşliğinde kakaladığı çöpleri izlemeye?..
Yazarın Tüm Yazıları