Ve zihnimde kendimi, insanlar arasında markaları, ürünleri yutarak kendine yol açan bir nev’i Pac Man gibi canlandırıyorum.
Bir tür oyun işte... Sloganları birbirine ekleyip cümleler kuruyorum.
Fakat, bu öyle plaka harflerinden kelime üretmek kadar basit ve zevkli bir şey değil. Daha yorucu ve sinir bozucu... Bir noktadan sonra, aşırı doz almış gibi oluyorsunuz. ‘Tüket, tüket, tüket!’ diye bağıran ve büyük bir oranı had safhada kakofonik ve tashihli olan mesajlar, fena yoruyor.
Kısa sürede mide fesadı geçirecekmiş gibi hissediyorsunuz.
Şimdiki çocukların tüketim bilinci málûmunuz, bir acayip.
Az önce bugün annesiyle bizim işyerini şereflendirmiş olan 12’lik yakışıklı, getirip elindeki yeni ve son ve büyük ihtimalle kendisini en fazla iki gün oyalayacak olan takıntısını gösterdi. Tüm özelliklerini ince ince, reklamcı diliyle anlatıyor.
Biz nasıl sinema seyrederdik, onlar öyle reklam kuşağı seyrediyor.
Hangi ünlü, hangi markanın reklamında oynuyor... Hangi markanın reklam sloganı nedir... Hangi reklam, neye gönderme yapıyor... Hepsine vakıf...
Bu cicibey, kendisinin ve arkadaşlarının doğumgünü partilerini McDonalds’da kutlamaya alışkın bir neslin ferdi...
Bu arada duyanlar duymayanlara anlatsın: Önümüzdeki günlerde Sundance Ödüllü, Morgan Spurlock’ın yönettiği bir belgesel vizyona girecek: ‘Super Size Me / Şişir Beni...’
Spurlock, bu belgeselle ‘Milyar dolarlık reklam bütçeleri, pazar araştırmaları, emlak imparatorlukları, akıl almaz lobi faaliyetleri, kapalı kapılar ardında geliştirdikleri gıda teknolojisi ile dünyanın en önemli endüstrilerinden biri olan fast-food sanayinin ipliğini pazara çıkartıyor.
Özel çocuk mönüleri, doğum günü kutlamaları, ayda bir değişen oyuncak çeşitleri, palyaçoları, oyun parkları ve çizgi filmleri ile yetişecek yeni nesli kendine bağımlı kılmaya çalışna fast-food dükkanları gerçekte ne kadar masum?’ Spurlock, işte bu sorunun peşinden gidiyor.
Kendisi, filmi çektiği sürede, yani 30 gün boyunca sadece McDonalds’da satılan ürünlerle beslendiği ve kasiyerin her ‘Büyük mönü seçimini tercih eder misiniz?’ sorusuna ‘Evet’ diye yanıt verdiği bir rejime girdi.
Henüz 21. günde, vücudundaki pek çok değerin, tehlike sınırını aştığı belirlendi.
Spurlock, 30 günü, artı 12 kilo, artı 60 puan kollesterol değeri ve bir alkoliğinkine eşdeğer bir karaciğerle tamamladı.
Bunu hatırlayınca aldı mı beni bir telaş?! Ulan acaba bu acayip tüketim temposu ve sevdasıyla, bizim dünya güzeli de ileride obez bir kredi kart mağduru olabilir mi?
Yakışıklının yanına gidip, kendisini pek sevdiğini bildiğim için sordum: ‘Britney Spears’in çiğnenmiş sakızı, internette 14 bin dolara satışa çıkarılmış. 100 bin doların olsa alır mıydın?’
Başını gömmüş olduğu bilgisayar monitöründen kaldırmadı: ‘Hayır!’
‘Niye?’ diye sordum bu kez.
‘Salak mısın?’ der gibi suratıma baktı: ‘Aptal değilim?’
Ben bunun üzerine, garibin ekmeği umut hesabına eblehçe bir sevin, bir sevin...