Salı sabah 03:00’te, cnbc-e’de canlı yayınlanan 63. Golden Globe / Altın Küre ödüllerinin yine salı akşamı 20:00’de altyazılı tekrarı huzurlardaydı.
Çocukluğumdan beri umarsız, iflah olmaz, ağzı beş karış açık bir ayran budalalığıyla izlemişimdir; Amerikan filmlerini de, Amerikan ödül törenlerini de... Yapacak bir şey yok.
Hani yaşı ilerledikçe, o sektörün nasıl bir düzen, orada dönen muhabbetin ne derece sahtekárca bir şov olduğunu elbette idrak ediyor insan. Fakat bu durum, pek tırnak içinde "müdrik" bünyenin , ödül töreninde anasına-danasına teşekkür eden sinema "emekçileri"yle birlikte coşan bir hisli maymuna dönüşmesine engel teşkil ediyor mu; maalesef...
Bu sene, En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo ve En İyi Şarkı dalında "sıkı" ödülleri toplayan Brokeback Mountain’ın yönetmeni Ang Lee , ödülünü "The Man" diye andığı Clint Eastwood’un elinden aldı. Kariyerinin büyük bir bölümünü "sert" kovboyları canlandırdığı filmlerde kovboyculuk oynamaya borçlu olan Eastwood, film iki eşcinsel kovboyun aşkını işlediği için olsa gerek, aldığı tüm komplimanlara rağmen, ne kadar zorlasa da Ang Lee’ye karşı pek kontra-mültefit bir ifade takınmayı beceremedi.
Bu arada Altın Küre’nin, Akademi Ödülleri’nin Ömür Boyu Başarı Ödülü - Onur Oscarı’na tekábül eden, Cecil B. DeMille Ödülü’nü bu yıl, Anthony Hopkins, hamile Gwyneth Paltrow’un elinden aldı ki onun sahnedeki konuşmasını izleyen Hollywood erkánının suratları da ziyadesiyle enteresandı.
Hani Miramax’ın patronu filan olmadığım için tabii ki dış kapının harici mandalı tonundan ahkám kesiyorum ama ahalinin yüzünde "Eyvallah baba, saygıda kusur edecek değiliz ama hani bil ki sana çok da bayılmıyoruz" tipinden meymenetsiz bir ifade...
Ödülü alırken şöyle bir ayağa kalkıp alkışlamacasına, teşekkür konuşmasından sonra bir daha lütfedip kıçını kaldırmamacasına...
Tahminimiz, hasetten yana... Zira sadece Paltrow’un değil, pek çoklarının tabiriyle "Zamanımızın Sir Laurence Olivier’si olan Sir Anthony Hopkins , muhtemelen olağanüstü yeteneğinin kendisine, kendisini ve mesleğini hiiiç umursamıyormuş gibi davranma ukalálığını küstahlığa varan bir kıvamda sergileme lüksü tanıması sebebiyle, bir ömrü tıpkı Marlon Brando gibi, Spencer Tracy gibi, oyunculuğu aşağılayarak tüketti, tüketmekte...
Sir Hopkins’in birkaç vecizesine buyrun . Buyurmadan önce de lütfen yani, Anthony Hopkins diyoruz, Hannibal’da Yamyam Hannibal’ı canlandıran rol arkadaşı Hopkins tarafından afiyetle yenilişini; "İğrençti! Miğdem bulandı, böğürdüm; fakat sonra fark ettim ki beni yiyen Anthony Hopkins bu olağanüstü ’cool! ’" sözleriyle anan Ray Liotta’ya katılıyoruz. Anthony Hopkins deyince önce bir destur çekin ve şöyle bir durun:
n Okulda berbattım. Bildiğiniz moron. Antisosyaldim ve diğer çocuklara takılmıyordum. Çok kötü bir öğrenciydim. Beyinsizin tekiydim. Orada ne işim olduğunu bile anlamıyordum. Bu yüzden aktör oldum.
n Shakespeare ya da bütün o İngiliz saçmalıklarıyla işim olmaz. Ben sadece ünlü olmak istiyordum; gerisi fasa fiso...
n Vaktiyle bir alkolik olduğuma memnunum. Ah evet, bunu hayatta kaçırmak istemezdim. Tabii ki insanlara acı çektirdiğim için üzgünüm... fakat alkolik olmak inanılmaz ve çok güçlü bir tecrübeydi. Bazı günler bir şişe tekilayı kafama diker ve öleceğimi bilsem aldırmazdım. Beynim öylesine sulanmıştı, öylesine boşalmıştı; duygusal açıdan iflas etmiştim. Tekilaya bayılırdım.
n Aktörlüğü, yaşamak için çalışmaya yeğlerim.
n İnsanlar klásik bir aktör olduğumu söylüyor; değilim; esasen bir plaj iti, serserisiyim.
Yeriz öyle "serseri"yi... Hatta canı çekerse o bizi yesin, o da kabulümüz... Kaderde işkembeye gömülmek varsa, yiyen Tony Hopkins olsun yani...