Her şeyden önce, şahane müziğinin ve ‘‘magazinel kakofoni’’ye tamah etmeyen haysiyetli tabiatının önünde, ceketimizin düğmelerini saygıyla iliklediğimizi belirtelim: Anadolu-rock kulvarının genç nesil temsilcisi ve Cem Karaca, Erkin Koray gibi yaşayan efsanelerin yegáne varisi olan Kıraç, müzik ve magazin dünyasının yılışık, sırıtkan kalabalığı içinde, insanın içini açan, ruhunu sağaltan bir isim.
Müzik kisvesi altında kulaklarımızın ırzına geçen her türlü ‘‘gürültü’’nün üzerinde, bambaşka bir kanaldan gürül gürül akan, harikulade bir sesi var. Gelin görün ki, iş gardırop politikasına ve kliplerine gelince, maalesef lavabo tıkanıyor.
Tekrar etmekte beis yok, inanın ki Kıraç'ın imaj takıntılı, imitasyon görünümlü karbon kopyalardan biri olmayışını takdire şayan buluyorum. Fakat, bir dostumun tabiriyle; ‘‘şıklık anlayışı, temiz ve ütülü pantolon giymekten ibaret olan’’ ben bile, Kıraç'ın hayatımıza girdiği ilk günden beri -ne kadar oldu; beş yıl falan mı?- hep aynı siyah deri ceketi giymesini yadırgıyorum. O ceketin kendisine uğur getirdiğine dair çelik gibi bir iman geliştirmiş olmalı, böyle bir istikrar görülmemiştir. Pantolon, içindeki gömlek, süveter falan değişiyor ama mübarek ceket, sanki ikinci bir deri babında Kıraç'ın üzerine nakşedilmiş.
Ceketle bitse yine iyi... Ancak, dar omuzlarına rağmen ısrarla kolsuz atletleri tercih edişine ve o vahim saç modelinden bir türlü vazgeçmeyişine de akıl sır erdirmek pek mümkün değil. Kuaförün muhabbeti çok iyi olmalı... Aksi takdirde geriye bir tek açıklama kalıyor; kelleşme yolundaki genç erkeklerde görülen psikolojik deformasyon Kıraç'a da musallat olmuş: İnkár hali...
Şöyle kısa, temiz-pak bir kesimle gayet hoş bir görünüme kavuşabilecekken, heyhat; Kıraç, inatla Barış Manço kıvamında gür saçları varmış gibi davranıyor: O varla yok arası saçlar kabartılıyor, tiftiliyor, uzatılıyor, jöleleniyor; bir nevi görsel işkence...
Kliplerse ayrı hikáye... Bu piyasanın en kötü kliplerinden bazılarının ona çekildiği rahatlıkla iddia edilebilir. Nitekim son örnekte de belli ki epey özen gösterilmiş ama iyi niyet ve emek maalesef başarılı bir sonuç için yeterli olmayabiliyor. Kıraç'ın, uzun süredir listelerin üst sıralarında gezinen ‘‘Pes Etmek Olmaz’’ adlı parçasının klibi, öyle kasvetli bir ortam arz ediyor ki, insanın şarkının sözlerine kulaklarını tıkayıp, anında havlu atası, pes edesi, hatta ölmeye yatası geliyor.
Kimseyi bunalıma sokmak istemem ama tasvir etmeye çalışayım: Şehrin muhtelif köşelerinden depresif insan manzaraları... Gökyüzüne gözlerini dikip iç geçiren bütün acılı ruhların yanında birkaç televizyon monitörü... Carpenter'ın ‘‘They Live / Yaşıyorlar’’ adlı filmindeki gibi, şehrin kaldırımları üzerine karabiber misali serpiştirilmiş ekranlardan Kıraç; ‘‘Abilerim, ablalarım; bütün göçmüş şairlerin de bizlere bellettiği üzre, kışın sonu bahar, gecenin sonu sabahtır. Hükümet bunalımı da geçer, aşk acısı da... Ekonomik kriz de biter, savaş da... Dişinizi az biraz sıkarsanız, iki gözüm önüme aksın ki güzel günler göreceğiz’’ minvalinde sözlerle moral veriyor: ‘‘Pes etmek olmaz!’’
‘‘Ve fekat’’ klibin buhranlı ortamı, daha önce de belirttiğimiz üzre, umut yeşertmeye pek müsait değil. Hani abartmak gibi olmasın ama insanın canı neredeyse intihar etmeyi çekiyor. Ekranın altından, ‘‘Sınava hazırlanan çocukların ve hamile kadınların izlemesi, ruhsal sağlıkları açısından uygun olmayabilir,’’ şeklinde bir uyarı bantı geçse yeridir, o kadar yani...
Söylemedi demeyin: Kıraç'ın umut telkin eden şarkısının klibini izledikten sonra, moral takviyesine ihtiyaç duyabilirsiniz.