Ben kahrolası bir dáhiyim

TBMM Başkanı Bülent Arınç, laiklikti, türbandı, cumhurbaşkanlığı hesaplarıydı, bulandırdığı her mevzuda vermiş olduğu beyanatı matruşka modeli açadursun... (Onu dedi, öyle derken esasında ne demek istediği konusunda bunu dedi, dedikleri hakkında yorum yapanlara cevap verirken aslında ne demek istediğini biraz daha açma gereği duyup şunu dedi...)

Nasıl olup da aynı dili konuştuğumuz halde anlaşmayı bir türlü beceremeyen bir toplum olmayı becerebildiğimiz üzerine derin tefekkürlere dalmışım yine...

Yok; gerzeksek o kadar da değil. O "nasıl"ın niyete bağlı olarak yöntemlerine hasbelkader hakimiz elbet.

Yani televizyondaki akvaryum modeli reality show evlerinde, bilmem kaç hafta her tarafları mikrofon ve kamerayla donanmış olduğu ve kötücül dedikodularının birkaç gün sonra televizyonda bilmem kaç milyonun önünde deşifre edileceğini bildikleri halde "fısıldayan" insanlar olabildiği gibi; boş konuşup söylediklerinin anlaşılacak bir tarafı olmadığını bildikleri için karşısındakine derdini bağırarak anlatmaya yeltenenler de var...

DÖNDÜKTEN SONRA TAKTIM

Sonracığıma; geçtiğimiz gün Kanal D’nin ana haber bültenindeki röportajında, Demirel’in türbanlı öğrencilerle ilgili "Arabistan’a gitsinler" deyişi benzeri, işine gelmeyen konularda yorum yapmayacağını; "No comment" cümlesiyle dile getiren Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın eşi, aman da ilahi-hi-hi Ahsen Unakıtan gibiler var.

Kaçırmışları uyaralım; aşağıda okuyacaklarınız, gerçek bir röportajın, yukarıdaki "No comment" yanıtının ötesinin deşifrasyonudur:

SORU: Burada türbansız kadınlar da var...

EL CEVAP: I suppose that’s enough... (Sanırım bu kadarı yeterli.)

SORU: Your English is perfect... (İngilizceniz mükemmel.)

EL CEVAP: Thank you very much... (Çok teşekkürler...)

SORU: Did you live abroad? (Yurtdışında yaşadınız mı?)

EL CEVAP: Üç-dört sene avukatlık yaptım. I finished the University of Law... (İÜ Hukuk’u bitirdim.) Çocuklarım oldu, avukatlığı bıraktım. Sonra da... (Eliyle başını gösteriyor.)

SORU: Türban taktınız?

EL CEVAP: Yoo, yo; ondan sonra taktım ben. Avukatlığı bırakıp ev hanımlığına döndükten sonra taktım...

Röportaj, İrfan Değirmenci’nin "I think this was your first interview with the Turkish media (Sanırım bu Türk medyasına verdiğiniz ilk röportaj)?" sorusuyla bitiyor.

EL CEVAP: Yes, yes, you’re right...

Artık, yes’i de parantezde marantezde çevirmeye gerek yoktur herhalde? Üç yaşında çocuk bile, "Yes"in "Evet" anlamına geldiğini biliyor. (Bu arada, Ahsen Hanım’ın; "Kocama Sayın Bakan diye hitap ederek ilan-ı aşk ettiğim, yan rollere yazıldığım şovlarım olmuştur ama ilk kez birisi beni ciddiye alıp tek başıma röportaj yapıyor" dediğini varsayıyoruz bu yanıtla... Herhalde öyle olsa gerek; supposedly öyledir; di mi? Türk medyasıyla ilk kez müşerref olan hanımefendinin; "Seni çok seviyorum Sayın Bakan" nağmeleri hálá kulaklarımızda yani...)

Bir muhabbet ki İngliş var, Törkiş var, beden dili var... Yine de bırakın bir anlam çıkarmayı, insanın zihnine "Hö?"den başka bir şey düşmüyor.

Ha, pardon, arada İrfan Değirmenci, Ahsen Hanım’a bir de çocuklarının iş hayatıyla ilgili soru yöneltecek gibi oluyor: "Ticari faaliyet yapıyorlar?"

Ahsen Hanım bu kez özbeöz Türk anacığı olarak dile geliyor: "Hadi ben evde oturuyorum. Bu çocuklar çoluk çocuk sahibi. Tabii ki işle meşgûl olacaklar."

E, iyi de?.. Hani siz de avukattınız? E, çocuklarınız, kızınız da dahil, çoluk çocuk sahibi olduklarına göre ve hatta tam da bu yüzden "tabii ki çalışacaklar canım"sa, siz niye evlenince ve çocuk yapınca mesleğinizi bıraktınız?

KOCİŞİ GİBİ PEK NÜKTEDAN

Röportaj zaten benim diyen simultane tercümanın ezberini dağıtacak bir tempoda. Lisan şöyle dursun, insan eskaza bir de "içeriğe" takılmaya kalkarsa, dumurun yolları bile düğüm oluyor.

Ben röportajı gerçekleştiren İrfan Değirmenci’nin yerinde olsaydım, o "Yoo, yo; ben avukatlığı bıraktıktan sonra taktım" yanıtı üzerine Ahsen Hanım’ın başını gösterirken esasen ne demek istediği konusunda sorulardan soru beğenirdim.

Üçüncü gözüm açıldı, çok acayip bir aydınlanma yaşadım mı diyor, yok, önce huni taktım mı diyor; NE DİYOR?!..

Eh, Kemal Unakıtan’ın Meclis kürsüsünde hiçbir şey söylemezken aralara sıkıştırdığı "Hoeee? Haeee!!!" nidalarını düşününce...

Diyeceksiniz ki, Ahsen Hanım kocişinden kapmış olduğu "pek nüktedan" bir şekilde bol bol konuşup hiçbir şey dememe sanatında el artırıyor.

Bravissima!.. (E, bizim de çorbada tuzumuz bulunmasın mı? Biliyorum, dublaj Türkçe’siyle söyleyecek olursak; ben "kahrolası bir dáhi"yim... Danke...)
Yazarın Tüm Yazıları