Küçük Amerika olma yolunda memleketin böğründen hálá bir seri çıkarabilmiş değiliz ama çok şükür, hasbelkader, bir nevi Paris Hilton’umuz oldu.
Süreyya Yalçın’ın plaj ’şıklığı’; köpeğine botox yaptırdı mı yaptırmadı mı, köpeğine taktığı boncuklar pırlanta mı değil mi derdi ve son olarak da "üzerinde göz olduğu için" kurşun döktürmek üzere tekneye getirttiği falcı filan...
Allah kimseyi magazin basınının diline düşürmesin. Sonunda isyanlara gelmiş: "Ben 21 yaşında bir genç kızım ve böyle giyinmeyi seviyorum. Tarzım bu."
Hani bazen bir kelimeyi art arda tekrarlarsınız ve kelimeye yabancılaşırsınız ya... Mánásını yitirir... Haziran itibarıyla başlayan ve eylüle kadar durulmayan "Bilmem kimi de bikinili yakaladık, bilmem kimin teknesine zum yaptık" haberlerinden ben bu sene erken koptum.
Geçtiğimiz sabah kendimi gazetenin sayfasına, Süreyya Yalçın’in suratına doğru; "Ben de anlamadım... Hakikaten ya, banane" derken yakaladım.
Sonra, banane dedim ya, dilime Kutsi’nin içinden 30 bin adet banane geçen şarkısı takıldı...
Dilime bu şarkının takılmasına vesile oldu diye Süreyya Yalçın’a küfrettim...
Sonra Süreyya Yalçın’ın ne günahı var diye utandım ve bu kez Kutsi’ye küfrettim...
Sonra bir an durdum ve ciddi ciddi, bir süreliğine gidip bir akıl hastanesinde istirahate çekilsem nasıl olur diye düşündüm...
Sonra akıl hastanesine yatmaktansa Çeşme’ye gitmemin daha doğru olabileceğine hükmettim...
Sonra Demet Akalın’ın geçtiğimiz gün Alaçatı’da evlendiğini, Serdar Ortaç’ın da nikah şahidi olduğunu ve birkaç yıldır temmuz ayında Çeşme’nin tam da bu şekil bir manzara arzettiğini hatırladım.
Sonra derin bir nefes aldım.
Sonra kime olduğunu bilmeden, ortalığa küfrettim.
Ne istediğimi de bilmiyorum esasında. İki senedir Süreyya Yalçın’ın ekstra rüküş, badana tadında makyajlı bedenine bakmaktan yorgun düştüğümü biliyorum ama... Yaz başında, bu sene yurt dışına çıkacağını, kimsenin kendisini Bodrum’da görüntüleyemeyeceğini söyleyip, yani "vaat edip", sonra sözünü tutmayan Çağla Şikel’den ikrah getirdiğimi de...
Pardon; bu plaj fotoğrafı geyiğinde neden sadece Ertuğrul Akbay ya da göbeğini içine çekmiş Kürşad Tüzmen gibi mideye zarar adamları görebiliyor kadınlar?
Yok mudur şöyle dalyan gibi, bisepsleri, trisepsleri yerinde, geniş omuzlu, dar kalçalı, bronz tenli birkaç adam? Biz de arka sayfa (Ya da yaz sezonuysa ’her sayfa’) erkeği görmek istiyoruz filan şeklinde isyanlara gelesim var yüksek müsaadenizle...
Gazetelerde tek tip kıravatlı, fındık bıyıklı ve/veya paçalı donlu AKP adamları haricinde bir güzellik görmek şu hayatımızda nasip olacak mı?
Bunun için ne gerekiyor? Dişi paparazzi mi?
Nimet Çubukçu’yu göreve çağırıyoruz; lütfen yani...
Bir tek Avrupa Kupası tadında kısırlaşmış Dünya Kupası’nın yakışıklıları kesmiyor; tekrar ediyoruz; lütfen, biz de insanız yani...
Mühim not: Bu yazıya dayanarak beynimin sulandığını düşünen okura hak veririm. Doğru teşhis. Mart geldi mi denize girmezse ezberi dağılan, bununla birlikte temmuzun ortasına doğru ilerlediğimiz hálde henüz bünyeyi denize bandıramamış bir zavallının arada bir saçmalama hakkı olmalı, değil mi azizim?