Dünyadaki 29 yıllık ömrünü, sanki uykuyla uyanıklık arasındaki o yerde, olası en şairane biçimde sayıklamakla geçiren Nilgün Marmara’nın, Cemal Süreya’nın seslenişiyle Zelda’sının, vaktiyle kurduğu o meşhur cümle...
Yarın, Nilgün Marmara’nın Ocak 1985’te İngilizce olarak kaleme aldığı ve Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümüne bitirme tezi olarak sunduğu "Sylvia Plath’ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi (*)" kitapçıların raflarında yerini alacak.
Kitabın, Everest Yayınları tarafından bu tarihte piyasaya sürülmesi tesadüf değil.
Yarın, Sylvia Plath’in mutfak fırınının gazıyla intihar ederek 30 yıllık hayatına son verdiği günün (11 Şubat 1963) 43. yıldönümü...
Yarın, Sylvia Plath ile "meselesi olan" ve yine 13 Ekim 1987’de, beşinci kattaki balkonundan atlayarak 29 yaşında hayatına son veren Nilgün Marmara’nın doğumgününün de arefesi sayılır. Ki ürkerek ürperiyor bünye, ister istemez...
Edebiyata sardırdığım günden beri tek bir doğumgünü idrak etmişliğim yoktur ki Nilgün Marmara’yı anmayayım. Onunla aynı gün doğmuşuz; 13 Şubat’ta...
Hayat, her gün, aynı iç sıkıntısıyla boğuşurken, gitmek ve kalmak arasındaki o arafta geçen, biraz şanstan biraz da seçimden ibaret bir şey ya...
Yıllardır, her 13 Şubat’ta, önce Nilgün Marmara’dan o seneye mahsus, seçilmiş bir şiir okumak, akşam yattığımda ise yine 13 Şubat doğumlu Mazhar Alanson’un Benim Hálá Umudum Var’ını dua edercesine terennüm etmek gibi bir huy edindim.
Mezarlığın yanından geçerken ıslık çalarcasına, 13’ün lánetinden korktuğun için 13’ü uğurlu sayın ilán edercesine, salak saçma da olsa, bünyeye iyi gelen bir ritüel diyelim...
Ece Ayhan, Lale Müldür gibi büyük şairleri etkilemiş, kısacık hayatında damıtılmış sözlerle, az ama öz üretmiş, çok ama çok iyi, büyük bir şairdir Nilgün Marmara... "Kadın şair" diyeni de döverim.
Elimde değil, saygı duyarız, saygımız sonsuz, tamam da... Bunca az iyi şairin olduğu, hele ki "kadından şair olur mu" tonundan gerzek tartışmaların bitmeler bilmediği bir dünyada, Sylvia Plath’e de Nilgün Marmara’ya da için için öfkelenmekten kendimi alamıyorum.
Bu kendi çapında da bir sayıklama sayılabilecek yazı nasıl bağlanır bilemedim. Şiirperver TRT spikeri tadında bir sunumla durumu yavşatıp hafifletmek mümkün olabilir mi acaba mirim?
Su gibi aziz olası okurlar; içimde bir Şubat sıkıntısı mı desem, 13 sıkıntısı mı; ona rağmen pek kıkırdak bir şekilde gülmeye çok inatlı, sizleri Nilgün Marmara’nın Şubat 1987’de yazdığı son şiirlerinden biriyle başbaşa bırakıyorum:
DÜŞÜ NE BİLİYORUM (**)
Kimdi o kedi, zamanın / eşyayı örseleyen korkusunda / eğerek kuşları yemlerine, / bana ve suçlarıma dolanan? / ... / Gök kaçınca üzerimizden ve / yıldız dengi çözüldüğünde / neydi yaklaşan / yanan yatağından aslanlar geçirmiş / ve gömütünün kapağı hep açık olana? / ... / Yedi tül ardında yazgı uşağı / görüldüğünde tek boyutlu düzlüktür o / ve bağlanmıştır körler / örümcek salyası kablolarla birbirine / sevişirken, / iskeletin sevincini aklın yangınına / döndüren, fil kuyruğu gerdanlıklarla. / ... / Yine de, o, zaman kedisi / pençesi ensemde, üzünç kemiğimden / çekerken beni kendi göğüne / bir kahkaha bölüyor dokusunu / düşler maketinin, / uyanıyorum küstah sözcüklerle: / Ey, iki adımlık yerküre / Senin bütün arka bahçelerini / gördüm ben!
(*) Sylvia Plath’ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi / Nilgün Marmara / Çev: Dost Körpe / Everest Yayınları...
(**) Düşü Ne Biliyorum / Daktiloya Çekilmiş Şiirler