Kanal D’de, ’mühim’ şahsiyetlerin, öğrencilerin sorularını yanıtladığı ’Abbas Güçlü ile Genç Bakış’ programını izlerken yine kendimden geçmiş, televizyon ekranına doğru çemkirmeye başlamışım.
Bir demecinde, özel sektörün eğitilmesi gerektiğini; "Kültürün sponsora ihtiyacı yoktur; sponsorun kültüre ihtiyacı vardır" cümlesiyle ifade eden sinema yönetmeni Derviş Zaim’den aldığım ilhamla kaptırmış gidiyorum: "Kültürün, hele ki sanatın devlet mengenesine girmeye ihtiyacı yoktur. Hele ki zat-ı áliniz gibi bakanlara hiiiç ihtiyaç yoktur. Esas kimin neye ihtiyacı olduğuna dair hele, hiç açmayayım bayramlık ağzımı şimdi" filan...
Böyle de benden beklenmeyen "zarifimsi" bir üslupla...
Yanlış anlaşılma olmasın... Vizontele’de, Cem Yılmaz’ın dillendirdiği meşhur replikteki gibi "Peki Zeki Müren de bizi duyacak mı?" derdinde olduğumdan, ekrandaki "Sayın" Bakan’a ayıp olur endişesi taşımıyorum elbet...
Bu seferki "kibarcık"lığımın sebebi başka türden bir çekince... Valideyle peder ziyarete geldikleri için bari onların uykularını sinkaflı böğürtülerle bölmeyeyim hesabına...
Konunun içinden kültür, bakan ve ihtiyaç kelimeleri geçiyor oluşu dikkatli nazarlarından kaçmamış okur, Genç Bakış programının konuğunun, Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç olduğunu tahmin etmekte zorlanmamıştır umarım?..
Ayrıca, program konuğunun kim olduğunu tahmin eden okur, hadisenin bu "zarifimsi" tempoda nihayete ermediğini de haydi haydi öngörebilmiştir sanırım?
ATİLLA KOÇ’UN ŞİRİNLİĞİ
Otokontrol de bir yere kadar malumunuz... Koç’un, mezunu olduğu İzmir Özel Türk Koleji’ndeki öğrenci grubu önünde sergilediği, şirinliği kendinden menkul tavır ve ahkámlarını izledikçe, izledikçe, şuur muur, yitti gitti...
Neticede, bir haftadır gözümü öfkeye açtığım her sabah beni uyandırırken yaşadığı terörden dolayı "Seni uzaktan telefonla uyandırmak aşkların en güzeli" nakaratını terennüm etmeye başlamış; ayrıca günün her saati, trafiğe, gazete haberlerine ve televizyon bültenlerine, magazin zırvalarına, sabah programlarına, "gelecem gelecem gelemeyom" namesi tutturmuş kombiciye filan, kaşlarım burnuma yıkılmış bir şekilde durmaksızın saydırmamı izlemekten dolayı iyiden iyiye endişeye kapılmış annemin sesini duydum dibimde:
"Ben düşündüm de, senin şu tiroidlerine baktırma işini kesinlikle ihmal etmemen gerekiyor. Böyle yaşanmaz ki evladım? Her gün, her gün bu asabiyet; ne kadar yıpratıcı bir şey yahu!?."
Kuzguna yavrusu şahin ya; valide de ısrarla, benim defolu, agresif-depresif bünyeyi bilimsel bir tabana oturtmaya ve "tedavi"sinin mümkün olduğuna dair iman cilalamaya çalışıyor.
O sırada, sanki matah bir şey söylüyormuş gibi kendini pek beğenmiş pozlar takındığı ve "Öyle değil mi okuldaşlarım?" diye bağladığı her cümlenin ardından alkış bekleyen ve tepkiden yana öğrencilerden, bırakın alkışı, homurtu ve itiraz haricinde herhangi bir şekilde nasiplenemeyen Atilla Koç, bilmem kaçıncı defa "Peki madem öyle; ister misiniz size bir fıkra anlatayım?" diye sormaktaydı.
Tabii ki kimse istemedi. Tabii ki o yine de anlattı.
Gergefe dönmüş suratımın ifadesini hasbelkader normal bir forma sokmaya çalışarak anneme dönüp; "İyi dedin güzel dedin de canımcım; durum bu durumken, tiroid bezlerini zemzem suyuyla yıkatsak kime ne fayda?" diye sordum: "Yine de deliririm, illá ki deliririm... Adam az önce turizm sektörünün yerli turiste karşı daha zalim, hoyrat ve kazıkçı bir tutum sergilediğine dair serzenişte bulunan ve bakanlığın bu konuda bir planı programı olup olmadığını soran bir öğrenciyi nasıl avuttu biliyor musun? Kuş gribi sağolsun, artık başta İspanyollar, yabancı turist, Türkiye’ye gelmekte tereddüt ediyormuş. Yabancı turist sayısı dibe vurunca da turizmciler yerli turiste muhtaç kalıyormuş. ’Merak etmeyin, kuş gribi sayesinde yakında yabancı turist diye bir derdimiz kalmayacak’ şeklinde ’politika üreten’ bir Turizm Bakanı’yla haşır neşiriz. Kültür faslına hiç girmeyeyim. Sen şimdi, delirmez misin?"
KARİKATÜR FİGÜRÜ
Çömezine sanat öğreten bir usta edasıyla; "Delirmeyiver" dedi annem. O oldu. Lafladık biraz... O tahammülün erdemlerinden yana vaaz etti. Bir kulağımla ona, bir kulağımla ekrandaki sıfatlara sığmaz adama kulak kabarttım. Muhtemelen suretim Mona Lisa’nın güldüren aynalardaki aksine kesti.
Atilla Koç’u, kaale bile alınmayacak, bahsi bile açılmayacak bir karikatür figürü olarak ele almak gerektiğini düşünen ve savunan yığınla insanı düşününce... Hakkında yazı yazdığımızda; "Kolay lokma, uğraşmaya bile değmez" diye e-posta bile geliyor.
İyi güzel de nasıl olacak da kaale almayacağız? Ülkenin en önemlilerinden iki damarının, kültürün ve turizmin ipini elinde tutuyor adam. Ve gittiği her yerde istisnasız protesto edildiği, çıktığı her kürsüden ıslıklar ve tepkiler eşliğinde indiği hálde, bunu senelerdir, akıl almaz bir teflon performansı sergileyerek yapıyor.
"Ay bizimki yine uyudu, ehehehe...." E iyi de?.. O uyuyor, karabasanı görmek bize düşüyor?
Gidip evinde uyumadığı sürece, bünye artık kendilerinin orda burda uyuyakalmasını pek komik bulamıyor. Gülünç bile bulamıyor. Başlarım böyle "şaka"nın ıstırabına...
BAKANIN "PROCELERİ"
Program boyunca elindeki notları, yanisi ’Birisi keklik bir soru sorsa da hazırladığımız propoganda söylemlerinden birini sürçmeden okuyuversek’ kartlarını, iskambil káğıdıymış gibi karıştırmasından, yeşil çuhalı masalarda yoğun dirsek çürütme mesaisi verdiği kanaatine vardığımız Koç’un, "proce"lerini tatlı tatlı açmaya başladığı noktada sabrımın aküsü bitti. Zira beyefendi, termal turizmden beklentileri olduğundan, ümitlerini de Çeşme’ye bağladıklarından bahsetti. Çeşme’de dört adet harem-selamlık plajı bulunan otel açıldığını, açılmış olabildiğini hatırladım bir an.
Ve bırakın Atilla Koç’u, neredeyse "Delirmeyiver" diyen anneme küfredecektim.
Burnumdan deriiin bir nefes alıp, yavaş yavaş ağzımdan bıraktım. Ve televizyonu kapattım.
Ertesi gün yine annem tarafından uyandırıldım. Gece uyumadan önce, "Delirmeyivereceğim bir sabaha uyanacağım, delirmeyivereceğim bir sabaha uyanacağım" diye kendimi telkin etmişim. Gözümü açtım ve tebessüm ettim.
Annem bir tertip coştu ve meşrubat reklamı seslendiren Okan Bayülgen tadında dile geldi: "Gülümseyerek uyanan çocuk için bir alkış istiyorum! Kahve ve sigara içmeden afyonu patlayıp duşa giren çocuk için alkııış!"
Asabım iyiyden iyiye bozuldu ya, bu sefer sinirlerimin boşalması kahkaha formunda tezahür etti. "Anne sabah sabah bu Atilla Koç nüktedanlığı pek çekilmiyor" dedim.
Bilin bakalım? Delirmeyiver makamından çalan annem bu lafı pek hakaretamiz buldu: "Sen iyiden iyiye terbiyesiz oldun artık! Anneye Atilla Koç denmez!" Anladınız di mi? Düpedüz delirdi.