Paylaş
Ayağıma mesleri geçirip kendimi dağlara vurmak istiyorum. Trafik dediğin, sağlık sorunu gibi, aşk acısı gibi canını yakan, gününün gidişatını belirleyen, hayatını etkileyen, bir şey olabilir mi? Oluyor.Geçen hafta dönen baş geyik; “Hayatımda ilk kez Mehmet Ali Ağca’yı anlayabiliyorum” tonundaydı: “Papa yüzünden kesilen yollarda kafayı sıyırıp cinnet geçirip katil olur mu olur insan valla.” Üç gün boyunca inanın bu cümleyi kaç ayrı kişiden duydum sayamadım.Papa geldi, evine gitmeyiver kardeşim. NATO zirvesi yapılıyor, evinden çıkmayıver kardeşim. Suudi Kralı geldi, işine gitmeyiver kardeşim. Başbakanımızın konvoyu geçecek, kır kıçını bekleyiver kardeşim.İstanbul’un gördüğü gelmiş geçmiş en kötü belediye başkanı Kadir Topbaş itinayla şehri cehenneme çevirmek için elinden geleni ardına koymuyormuş ve bu yetmiyormuş gibi, bir de zırt fırt ensesi kalın bir VIP salına salına yoluna gidecek diye şehrin ana arterleri trafiğe kapatılıveriyor. Düzenli aralıklarla, evimden işime gitmeye çalışırken, Gümüşsuyu’ndan Beşiktaş’a inen yolda, öööyle yarım saat mal gibi durup Başbakan’ın ambulansıyla, bilmemkaç eskortuyla Dolmabahçe’yi teşrif etmesini bekliyorum. Rutin...
KONVOYLAR VE KONVOYLAR
Trafiğin papaz olması için Papa’ya hacet yok yani...Bildiğiniz üzere, İstanbul’un trafik sorununa, geçen hafta Bakanlar Kurulu el koymuş bulunuyor.Bundan böyle İçişleri, Ulaştırma, Milli Eğitim ve Bayındırlık bakanlıkları “İstanbul’un trafiğine çözüm” adı altında toplantılar yapacak. Dünya metropollerinde trafik sorununun nasıl çözüldüğünü inceleyecekler ve maliyeti az, uygulanabilir ve mutlak sonuç verecek çözümler bulmaya çalışacaklar.Taslak hâlindeki öneriler arasında, kent merkezinde yaya bölgelerinin çoğaltılması, araçların hurdaya çıkma yaşı düşürülerek trafikteki araç sayısının azaltılması, İngiltere’deki gibi bir aracı hurdaya çıkarmayanın trafiğe yeni araç sokamaması, otobüs duraklarının genişletilerek özel otobüs yolları yapılması, taksi, minibüs gibi araçların yolcu indirip bindirmelerine kısıtlamalar getirilmesi, belediyelerin yeni otopark alanları yaratmasının zorunlu hâle getirilmesi, yeni yollar için imar çalışmalarına ivedi başlanması gibi maddeler var.Bir de “su damlası” modeli önerilmiş ki suya düşen damlaların oluşturduğu halkalar gibi, bir noktadaki trafik tıkanıklığının başka yönlerde de tıkanıklığına yol açtığı göz önünde bulundurularak önlem alınması hedefleniyor. Tıkanan noktaya trafik akışı azaltılacak ve başka yönlere dağıtılacakmış.Bu arada... İstanbul trafiğinden sorumlu, bu konuda en yetkililerden iki kişinin, Trafikten Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Ümit Yüksel ve Trafik Denetleme Şube Müdürü Oktay Bulduk’un, Başbakan’ın İstanbul’a geldiği her sefer Başbakan’ı karşıladığını ve kendileri evlerinde yayılırken bile kapısının önünde oturup beklediklerini biliyorsunuz değil mi?Başbakan nereden geçse, buyrun size bir su damlacığı ki halkalarından umman olur...Şimdi bu dört bakanlığın yetkilileri Ankara’dan kalkıp da “Şu İstanbul trafiği ne ayak” vazifeperverliğiyle, sorunu yerinde incelemek için konvoylar, konvoylar, konvoylarla gelirlerse diye ayrıca tırsıyorum.Zira diğer metropolleri inceleyip, inceden öneriler getirmeye koyulmuş olabilirler de...Halkımızı sefil böcek yerine koyup kendimiz geçeceğiz diye yollarını kesmeyelim, hadi diyelim ki mecbur kaldık, bu konuda onları bilgilendirelim ve alternatif güzergâhlar belirleyelim diye, kendilerini de bağlayan bir öneride bulunduklarına dair elimize henüz bir bilgi geçmiş değil maalesef...
HATASIZ KUL Klonlasak mı ne yapsak; memlekete daha çok Uğur Yücel lâzım.Kendi tanımıyla “iki yalnız insanın” hikâyesini anlatan, “İstanbul’a, onun küçük insanlarına, Türk filmlerine dair” bir film olan Hayatımın Kadınısın’ı izlediğimiz sinemadan, bir kez daha kendilerinin sağlığına duacı olarak çıktık.Epey yıl önce, Talimhane’deki, sahibi olduğu kabare-caz bar Eski Yeşil’de bir röportaj yapmıştım Uğur Yücel’le...İkitelli’deki Sabah binasından geç kalmayayım diye normalden de erken çıktığım hâlde, randevuya, zincirleme bir trafik kazası yüzünden iki saate yakın geç kalmıştım. Cep telefonu dönemleri değildi henüz. Loş mekândan içeri, saygı duyduğum, hayranı olduğum birine saygısızlık etmekten dolayı perişan, koşarak girmiştim. Müdür sandığım beyefendiye mitralyöz gibi özür cümleleri sıralayarak, trafik kazasını anlatarak, o zamana kadar doğal olarak çoktan çekip gittiğini varsaydığım Uğur Yücel’i arayıp şahsen özür dileyebileceğim bir telefon numarası olup olmadığını soruyordum bir yandan...Henüz akşamüstüydü; kulüp açılmamıştı. Kulağıma çalınan caz melodisinin, iyice karanlık bir köşede kalmış piyanodan geldiğini, piyanoyu da Uğur Yücel’in çaldığını, onun o karanlık köşeden; “İnsanlık hâlidir, inanın hiç önemli değil, kendinizi üzmeyin” diyerek ışığa doğru ağır ağır yürümesiyle fark ettim.O kadar sinematografik bir andı ki, nispeten olağan şartlarda “Yer yarılsa içine girsem” diye düşünürdüm; hiçbir şey düşünemedim.
ADETA FELSEFE SEMİNERİ
Sonra oturduk ve 24 yıllık bir malt viski şişesini kırıştığımız birkaç saatlik bir röportaj yaptık. Uğur Yücel, arayışlarını anlatırken kendine metaforlardan “nehir”i beğenip, “Bir peri kızı bana bakarak saçlarını tarasın istiyorum artık” benzeri cümleler kurarak, düpedüz dağıttı beni. Meslek hayatımda, kendimi bir haftada anca toparlayabildiğim röportaj sayısı yok kadar azdır.Onun birkaç röportajını okumuş herkes fark etmiştir: Uğur Yücel’in her röportajı, onun kendine de sorarcasına kendisini didiklediği ve anlattığı birer felsefe semineri gibidir. Ve “artiz”likten bahsetmediğimi ayrıca belirtmeme gerek var mı bilmem, onun, varoluşu, sinematografiktir.Yıldırım Memişoğlu, Ezgi Mola, Settar Tanrıöğen ve yine sinema için doğmuş Türkan Şoray’ın, en başta da Uğur Yücel’in döktürdüğü Hayatımın Kadınısın filmi, öyle bir melodram ki... Bu topraklarda büyümüş herkesin böğrünü delmeye muktedir bir “Türk ürünü” olarak, “Hatasız Kul Olmaz'a klip kesmez, iyisi mi filmini çekelim” desen, işte bu çekilir.“Hatasız kul olmaz”, bu toprakların en sağlam duygusudur ya... Ve hakikaten hatasız kul olmaz ya... Bilemiyorum, belki belki, olsa olsa, Uğur Yücel olabilir...
Paylaş