Magazin jargonunda ‘gençlik iksiri’ denen şey var ya hani; genellikle yaşını başını almış şöhretlerimizin kendilerine yumurtadan yeni çıkmış kıtır/çıtır sevgili bulmaları hálinde kullanılır. Uzun yıllar önce ayrıldığınız ebeveyn evine, uzun sayılabilir bir süreliğine dönmek de aynı işlevi görüyor.
Zira anne denen insan türü bir tuhaf... Her seferinde sizi, aradan geçen o yıllar sanki hiç yaşanmamış gibi, aynen bıraktığı yerden ele alıyor.
Hatta kaydı bıraktığı noktadan daha da geriye sarıyor. Meselá evden ayrılırken rüştünüzü ispat etmiş olduğunuz hálde, ta ilkokul öncesi dönemlerinden...
Valide, ayıptır söylemesi, geçenlerde etli dolma yapmış. Hani annemdir diye söylemiyorum, çok da güzel yapar. Tencereye giriştim, elimdeki tabağı doldurmaya koyuldum.
Tam o anda ensemde, kulağımın hemen dibinde, ulvi bir ses duydum:
Şimdi, bu kadın benim annem. Onun yaşı bizim sırrımız olsun da ben 33 yaşındayım ve 33 yıldır, onun pişirdiği dolmaları yiyorum. Yoğurtla...
‘Hayrola?’ dedim ‘yoğurtta bir numara mı var?’
‘Ne numarası?’
‘Ne bileyim, sen yapmışsındır, içine bir tutam da sevgi filan katmışsındır?..’
‘Sen benim bugüne kadar yoğurt yaptığımı gördün mü? Burası mandıra değil, ben de o ekmeğini, mayonezini evde yapan süper annelerden değilim bildiğin gibi.’
BANA REVA GÖRDÜĞÜ AFACAN MUAMELESİ
İnanılır gibi değil yani... 33 yaşınıza gelmişsiniz, bir meslek edinmişsiniz, bilmem kaç ilişki eskitmişsiniz, memleketin tabiri caizse ileri gelenleriyle münasebettesiniz...
Ve hál buyken, anneniz size dolmanın tercihen yoğurtla yenecek bir şey olduğunu silbaştan ‘öğretiyor’. Bir değil, üç değil, beş değil...
Baktım ki bünye regresyonun bu kadarıyla başa çıkamayacak, yakında parmağımı emmeye filan başlayacağım; durumla baş etmenin bir yolunu aramaya koyuldum.
Ve çok pis bir yöntem buldum...
Bana reva gördüğü bu afacan muamelesinin, onun artık yaşlanıyor olduğu gerçeğiyle yüzleşememesinden kaynaklandığına dair atıp tutmaya başladım.
Tırnağımı kemirmemem konusunda mı uyarıyor, her yaktığım sigarada söyleve mi girişiyor, duştan sonra ıslak saçla sokağa çıkmama mı karşı çıkıyor; direkt aynı mavraya sarıyorum...
Nitekim bugün de sardım...
Bugün perşembe; bayramın ilk günü... Ben, yazı yazmam gerektiği için kalıyorum, annem ve babam, kısa bir bayram ziyareti için evden çıkmaya hazırlanıyorlar.
Bizimki yine, acıkırsam ne yiyeceğim, bilmem kim ararsa ne cevap vereceğim, sıradan saymaya başladı.
Cevabı yapıştırdım: ‘Bak aşkım; bu sendeki benim büyüdüğümü, artık bir yetişkin olduğumu kabullenememe háli, esasında senin orta yaşını geçtiğini inkár yolunda geliştirdiğin bir savunma mekanizması... İşin hileli, korkunç kandırıkçı yanı şu ki esasında tam da bu, başlı başına bir yaşlılık alámeti. İnkár, senin gibi dinç bir dimağa yakışmıyor yani... Gel senle bir anlaşma yapalım. Ben yaşlanmadan sen de yaşlanma olur mu? OK mi? Senin için bir şey istiyorsam namerdim. Ben kaldıramayacağım, o yüzden...’
Başını iki yana, sadece annemin sallayabileceği gibi salladı. ‘Ben uğraşamayacağım; seni kendinle baş başa bırakıyorum alçak çocuk!’ dedi, kapıyı arkasından kapattı, gitti.
KENDİNİZİ YAŞLI HİSSETTİĞİNİZDE NE YAPACAKSINIZ
Kendime sade bir Türk kahvesi pişirdim, bir sigara yaktım, derin bir nefes çekip kanepeye çöktüm... Tam o sırada kapı çaldı, açtım...
Ramazan davulcusu... Şirin şirin güldü ve ‘Hayırlı bayramlar teyzeciğim’ dedi.
Eleman neresinden baksanız, en az 25 yaşında. Hadi ablayı anlarım, yenge deseniz zaten bizim memlekette kadınlar için bir tür ‘Hey sen!’ hitabı sayılır.
Ama yani?.. TEYZE?!?
Adamın bahşişini verdim. Sonra aynanın karşısına geçip, uzun uzun kafamdaki beyaz tellere baktım. Ve neredeyse panik hálinde annemi aradım: ‘Davulcu geldi, şu kadar para verdim, iyi etmiş miyim? Ha, bir de, acıkınca ne yiyecektim? Yoğurtla yiyeyim di mi?’
Süper formül; valla bakın... Kendinizi yaşlı hissettiğinizde annenize geri zekálı taklidi yapın. Gençten öte, bebek gibi hissediyorsunuz. 33 yaşımın olgunluğuyla (!), hararetle tavsiye ederim...