Bakanı kim kaçırdı ?

Dursun GÜNDOĞDU
Haberin Devamı

GTI Kayı-Tur'un gecesindeyim... Dedeman'ın havuzbaşı, püfür püfür esiyor. Hazırlıksız gelenler de vaziyet; tirtir... Davetli bayanlar, rüzgardan, oturdukları koltukları saran simli örtüleri, şal gibi kullanarak korunuyor. Protokol masası hariç, her yer tıklım tıklım... Tüm gözler kapıda... Turizm Bakanı Erkan Mumcu gelecekmiş, herkes onu bekliyor. Merak edip, sağa sola sordum, ‘‘Nerede kalmış?’’ diye... Kimse bilmiyor. Saatler geçiyor bakan ortada yok...

Ve, bu sürpriz gecikmenin nedenini az sonra birisi kulağıma fısıldıyor; ‘‘Sami Küçükbaşkan'ın işi, yine yapacağını yaptı’’... Küçükbaşkan'ı tanımayan için kısa bir hatırlatma; o eski bir ANAP milletvekili... Gazetecilere kurbanlık koyun hediye eden celep vekil dersem, belki anımsamanız daha kolay olur...

BAKANI KAPMIŞ

Meğer, gecikme onun yüzündenmiş... Kayı-Tur'un sahibi Talha Görgülü'den önce davranıp, bakan Mumcu'yu uçaktan iner inmez, başka bir yere götürmüş. Döşemealtı'nda yapılan Halı ve Kültür Festivali'ne... Bakan Mumcu'yu Görgülü davet etmiş ama Küçükbaşkan kapmış... Aralarında siyasi bir dargınlık olduğunu bildiğim için şaşırmadım...

Neyse, bakanın oraya gitmesi, buraya gelmesi beni pek enterese etmediği için kulağım sahnedeki Hüseyin Turan ve solt arkadaşı Gülay'da... İyi bir ses düzeni kurmuşlar. Turan'ın sesi, müziğin melodileri o rüzgara rağmen, kulağımı okşuyor. Kendisini Adıyaman Tut'taki festivalden tanıyorum. Festival boyunca, ona Fikret Otyam'ın takılmalarını hatırlıyorum. Hüseyin Turan'ı, ‘‘Bozlak söyle, bozlak söyle’’ diye, diye felaket etkilemiş anlaşılan... Tut'tan sonra oturup bir de bozlak yazmış... O gece, okudu uzun uzun...

HERKESİ BÜYÜLEDİ

Yanılıyor olabilirim ama, türkülü kutlamaya, böylesi nezih, protokolü bol, 5 yıldızlı bir otelde ilk defa tanık oldum. Dikkat ettim, evlerinde tek türkü kasedi bile bulunmadığına adım gibi emin olduğum zat-ı muhteremler, Hüseyin Turan'a bizimle birlikte eşlik ediyorlardı. O gece, assolist Muazzez Ersoy'u gölgede bıraktı sevgili Hüseyin... Bir de, yaptığı esprilerle güldürdü davetlileri... Hem de kekeme olmasına rağmen... Mesela, bakan yerine oturduğunda, kekeleyerek şöyle dedi Hüseyin; ‘‘Ben neden milletvekili olmuyorum biliyor musunuz?.. Çünkü, yemin metni gözümü korkutuyor.’’ Yoksa olacak... Kekemeliği ile bile dalga geçebilen yüreğe sahip olduğu için kutluyorum onu...

GAZETEYE SİTEM

Hüseyin Turan meselesini kapatmadan Yeni İleri Gazetesi'ne bir sitemim olacak. Muhabir veya yöneticilerden hangisi üzerlerine alınır bilemem... Neredeyse bir sayfa ayırmış gazete bu geceye... Her satırda Muazzez Ersoy var... Ama, sevgili Hüseyin ile Gülay'ın esamesi bile okunmuyor... Yazık...

Gecenin bence en büyük sürprizi, emekli garnizon komutanı Yekta Numanoğlu paşaydı... Paşayı, protokolün bitişiğindeki masada, Cumhuriyet Başvaccısı Veli Çiftçi ile oturur görünce, Görgülü'ye içimden, ‘‘Helal olsun’’ dedim. Unutmamış ve paşayı da çağırmış diye düşündüm. Sonradan öğrendim ki, paşamız Kayı Tur'a genel koordinatör olmuş... Yani, paşa turizmciliğe soyunmuş... Yapar mı, yapar... Bir kişi, insanı seviyorsa her şeyi yapar...

Hayırlı olsun paşam... Hayırlı olsun Kayı-Tur...

Tarihe ihanet

Hisar Restoran'dayım... İki tip manzara gözüme çarpıyor. Biri içaçıcı, göz okşayıcı... Diğeri, bir o kadar çirkin...

Göz alabildiğince uzanan, masmavi bir Akdeniz, umutlarımı kamçılıyor. Yat Limanı'na demir atmış rengarenk tekneler gözlerimi kamaştırıyor.

İşte, başımı sağa sola çevirmeden gördüğüm manzarayı umumiye bu... Peki, kafamı sola çevirdiğimde gördüğüm... Ne olacak?.. Daha önce, bu köşede defalarca yazdığım bir çirkinlik abidesi... Ally Eğlence Merkezi'nin tozdan topraktan, yağmurdan grileşmiş çarşafı... Tarihe, ihanet bu kadar olur... Bir tarihe ihanet, böylesine görmezlikten gelinir. Geçtiğimiz yaz sezonu, sağda solda konuşmaktan dilimde tüy bitti. Bu köşeyi okuyanlar bıktı. Ama, netice, sıfıra sıfır, elde var sıfır...

Ally'nin ayıbı yine sürüyor. Bizim yetkililer (!) bu ayıbı yine görmezlikten geliyor.

Onlar bu tarihi ayıplarını sürdürdükçe, ben de yazmaktan bıkmayacağım.

Neşterli kemancı

Gürer Aykal, dünyaca ünlü orkestra şefimiz. Yaşamı Amerika'da geçiyor. Konser programı oldukça Türkiye'ye geliyor. En sık geldiği yer de, Antalya... Çok seviyor, bu kenti... Antalyalı da onu seviyor şüphesiz...

Bir hikayesini anlattı... Anlattığı hikaye, hamamda, sırtına vura vura müdür beyi keseleyen tellak var ya, işte, o bankanın reklamını hatırlattı bana...

Aykal, Amerika'da iken, karın zarı iltihaplanıyor. Ölümcül bir hastalık... Ameliyat olması gerektiği söyleniyor. Doktoruyla birlikte ameliyat gününü kararlaştırıyor. Ve, o gün hastaneye gidiyor. Ama, başka bir doktor çıkıyor karşısına... Sonrasını Gürer Aykal'dan dinleyelim;

‘‘Doktorum o gün gelemeyince, başka bir doktor beni bayıltılmadan yapılacak operasyona hazırladı. Ben ameliyat masasında yatarken, o bir süre sonra elinde neşterle başucuma dikildi. ‘Ben doktorum ama, aynı zamanda bir orkestrada kemancıyım' dedi. Sonra, orkestra şeflerine olan kızgınlığından bahsetti. Sinirli bir ifade ile ağzından şu sözler döküldü; ‘Uzun süredir bir şef ameliyat etmeyi hayal etmişimdir.

Öğrendim ki, siz de bir şefmişsiniz.' Eyvah, dedim içimden. Ancak, korktuğum başıma gelmedi. Ameliyat çok başarılı geçti. Kemancı olduğu doğruymuş ama, şefleri sevmediği konusunda şaka yapıyormuş.’’

Ünlü sözler

‘‘Mevkilerini parayla satın alanlar, masraflarını geri

almak isterken düşerler.’’

Aristo

dgundogdu@hurriyet.com.tr

TELEFON: (0242) 340 38 38

Yazarın Tüm Yazıları