Bir biyoloji öyküsü

BUGÜN size bir biyoloji öyküsü anlatmak istiyorum, hücrelerin öyküsü...

Kadından ve erkekten gelen birer hücre, birleşerek insanın temelini oluştururlar. Bu hücreler bölünerek önce 2, sonra 4, giderek 8, 16 ve 32 şeklinde çoğalırlar. Sayıları çoğaldıkça işbölümü yapma ihtiyacı hissederler. Bazıları kemik, bazıları karaciğer, bir kısmı kalp gibi organları oluşturmak üzere görev alırlar. Bu gelişim 40 haftalık bir sürenin sonunda küçük bir insanın dünyaya gelmesini sağlar.

Hücreler arasındaki işbirliği sona ermez. Akciğerler kanı oksijenlendirir, kalp bu kanı tüm vücuda yayar, böbrekler kanda biriken zararlı maddeleri atar, karaciğer bir kimya fabrikası gibi vücuttaki, yaşam için gerekli tüm kimyasal işlemleri sürdürür. Bütün bu organlar işbirliği içinde çalışırlar. Bu dengenin tam ve kusursuz bir biçimde olmasına biz, ‘‘sağlık’’ diyoruz.

Bazen, böylece kusursuz uyum içinde çalışan hücrelerden biri karakter değiştirir. Bu dengeleri umursamadan sadece kendi çıkarı için çalışmaya başlar. Bir parçası olan insan adlı varlık için hiçbir şey yapmadan sadece kendi doyumsuz ihtirası için çalışır. ‘‘Kanser’’ adı verilen bu hücre, insan organizmasındaki tüm kaynakları sadece kendi yaşamı ve üremesi için kullanır. Sürekli tüketir, sürekli çoğalarak olabildiğince çok dokuyu işgal eder. Bu süreç kendi açısından bakıldığında çok başarılıdır. Ama bu arada insan denilen organizma, tüm kaynakları bu doyumsuz hücre grubunca tüketildiği için giderek güçsüz, zayıf ve bitkin hale gelir. Dokularda yapılması gereken görevler, amaçları görev yapmak yerine o dokunun da kaynaklarını tüketmek olan hücreler tarafından işgal edildiği için aksamaya başlar.

Bencil kanser hücresi, başarısının doruğuna ulaştığında, aslında kendi sonunu da hazırlamış olur. Tüm kaynakları tükendiği için yaşaması mümkün olmayan insan adlı organizma ile beraber toprağa girer ve yok olur.

Son zamanlarda seçim nedeniyle halkla yapılan röportajlarda, herkesin birilerini suçladığını, yaşadığımız krizin sorumlusu olarak birilerini gösterip, ‘‘oy’’ denilen silahla cezalandırmak istediğini görünce bu öykü aklıma geldi. Acaba, adına ‘‘Türkiye’’ denilen bu organizmanın, güçsüz, sıkıntılı, kaynakları tükenmiş hale gelmesinde, adına ‘‘vatandaş’’ denilen hücrelerin kanserleşmesinin ne kadar etkisi olduğunu düşünüyor muyuz? Acaba hiç aynaya bakıp ‘‘Ben ne kadar kanserleştim’’ diye özeleştiri yapıyor muyuz? Çuvaldızdan vazgeçtim, bari iğneyi ara sıra kendimize batıralım.
Yazarın Tüm Yazıları