Dr. Gündüz Tezmen

Kolesterol tek suçlu değil

25 Temmuz 2001
<B>DAMAR </B>sertliği, kalp krizi gibi konulardan bahsedildiğinde, suçlu olarak aklımıza hemen kolesterol gelir. Oysa bu olayda suçlu tek değil; bir suç örgütü, çete olarak hareket ediyor. Bunların arasında sigara içmek, kontrolsüz şeker ve yüksek tansiyon hastası olmak gibi faktörler de yer alıyor. Oysa bazı hastalarda bunların hiçbiri olmadığı halde ciddi ölçeklerde damar hasarları görülebiliyor.

Bu kişilerde yapılan çalışmaların sonucunda, kükürt içeren bir aminoasit olan homosistein'in kandaki düzeylerinin yüksek olmasının damar sertliği riskini artırdığı görüldü. Yapılan çalışmalar, kandaki homosistein düzeyinin 10'un altında olduğu hallerde ek bir risk söz konusu değilken 14'ün üzerine çıktığında riskin yüzde 700 daha fazla olduğu görüldü. Homosistein yüksekliğine bir de sigara içimi eklendiğinde riskin iki kat daha arttığı, yani yüzde 700'lük grupta 1400'e çıktığı, bunlara yüksek tansiyonun eklenmesiyle riskin yüzde 3500 civarına kadar yükseldiği belirlenmiştir.

HOMOSİSTEİN NASIL ETKİLER?

Ağırlığı kalıtım olan çeşitli etkenler, kandaki homosistein düzeyinin yükselmesine neden olur. Yükselmiş homosistein, zararlı kolesterol olarak da bilinen LDL'nin damar çeperlerinde birikmesine yol açar. Daha sonra bağ dokusu ve kalsiyumun oturmasıyla damar sertliği plakları oluşur.

Homosistein bir yandan da damar çeperlerini tahriş ederek tıkayıcı türde bağ dokusu oluşumuna yol açar. Ayrıca oksijen yakımı sonucu oluşan serbest radikaller de damar sertliği plaklarında ilerleyici hasarları başlatıcı rol oynar.

TEDAVİ VE KORUNMA

Homosisteinin kandaki normal düzeyi kadınlarda 6-10 mikromol/L, erkeklerde ise bu rakam 8-12 arasında olmalıdır.

Damar sertliği riskinin, kandaki homosistein düzeyinin artışına bağlı olarak süratle arttığını yukarıda da belirtmiştim. Bu yöndeki genel kanı, kandaki düzeyin 14'ün üzerine çıkması halinde riskin çok arttığı şeklindedir. Yapılan birçok araştırma bunu doğrular şekilde sonuç vermiştir. Damar sertliği oluşumunda homosisteinin bu denli etki etmesinin belirlenmesi, önleyici ve tedavi edici yönde yoğun çalışmaların yapılmasına da neden oldu. Bol miktarda sebze, meyve ve salata yenilmesinin korunmada önemli yararı var. Özellikle marul ve ıspanak gibi yeşil yapraklı bitkilerin bol yenilmesinin koruyucu etkisi büyük. Ancak pişirme sırasında bunların içindeki B6, B12 ve folik asit gibi vitaminler düşebiliyor. Bu nedenle salata şeklinde çiğ olarak yenilmesi daha önemli. Bu vitaminleri ilaç olarak da kullanmak mümkün. Özellikle kandaki homosistein düzeyinin çok yüksek olduğu hallerde bunlar tedavi amaçlı olarak da kullanılabilir.

Görüldüğü gibi sebzeler, meyveler, salatalar gibi bitkisel ürünlerle beslenmek için bir gerekçe daha doğdu. Bilim adamlarının yıllardır söylediği bu beslenme şekline daha titizlikle uymakta yarar var.
Yazının Devamını Oku

Canlı ilaçlar: Probiyotikler

24 Temmuz 2001
İlaç denildiği zaman ya fabrikalarda üretilen kimyasal maddeler ya da bazı doğal maddelerdeki yararlı kimyasal maddeler hatıra gelir. Oysa bunların dışında, yaşayan, canlı ilaçlar da var. Canlı ilaç olarak da adlandırılabilen probiyotikler, özellikle sindirim sistemi ve vajinada bulunan yararlı bakterilerin dengesinin kurulmasını sağlayan canlı mikroorganizmalardır.

Bunlar midenin güçlü asit yapısında ölmeden bağırsağa kadar canlı ulaşabilen, bağırsak çeperine yerleşerek burada üreyip, hastalık etkenlerine karşı koruyucu etki gösterirler. Yapılan çalışmalar probiyotiklerin bağışıklığı artırıcı etki de gösterdiklerini kanıtlamıştır.

Önceden kullanmak gerekiyor

Zararlı hastalık etkenlerinden vücudu arındıran ilaçlara antibiyotik adı verilir. Vücuda girmiş olan mikropları yok eder. Oysa probiyotikler, hastalık etkeni vücuda girmeden önce kullanılır, bir anlamda önleyici etki gösterir. İşte probiyotik veya prebiyotik adı verilme nedeni budur.

Etkisi 100 yıl önce kanıtlandı

Probiyotikler yeni bir keşif değil. 1908 yılında Metchnikoff adlı bir bilim adamı, yoğurt yapımında kullanılan maya hücrelerinden biri olan Lactobasillerin yenilmesinin, toksin üreterek sağlığı tehdit eden zararlı bakterilerin bağırsağa yerleşmesini önlediğiNİ, sağlığa yararlı ve ömrü uzatıcı etkiler taşıdığını ortaya koydu.

Antibiyotikler zarar veriyor

Antibiyotik kullanımları sonrası ortaya çıkan ishaller, bazen önemli sorunlara yol açabiliyor. Bu tür ishaller, antibiyotik kullanımı sonucunda, bağırsaklardaki yararlı bakterilerin de ölmesine bağlıdır. Koruyucu etki kalmayınca, antibiyotiklere dirençli fırsatçı bakteriler yerleşerek bağırsaklarda hastalığa yol açabiliyorlar. Bu kişilerde probiyotik etkili yoğurtların yedirilmesiyle oluşan ishaller tedavi edilebildiği gibi, önceden yenilmesiyle de antibiyotiklere bağlı ishalleri önlemek mümkün olabiliyor.

Yaz ishallerinde de etkili

Yaz ishali olarak da adlandırılan ya da turist ishali de denilebilen ishal türü, sürekli yaşadığı ortamdan farklı yerlere gidip yediği yemeklerle ve içtiği sularla alışmadığı türde bakteri alan kişilerde görülür. Bu kişilere önceden probiyotik yoğurtlar yedirildiği zaman, bağırsak çeperleri bu hücrelerle kaplı olduğu için farklı bakterilerin yerleşmesine fırsat olmamaktadır.

Probiyotikler bu etkileriyle çocuklarda sıklıkla görülen ishal türlerinin önlenmesinde ve her türlü ishalin tedavisinde de kullanılabilmektedir. Uzmanlar AIDS hastalarında görülen ishaller üzerinde de etkili olabileceğini düşünerek bunu kanıtlamak için çalışmalar sürdürmektedir.

Vajinal akıntıları önlüyor

Vajina birçok yararlı bakteri tarafından korunur. Bu dengenin bozulması iltihaplanmalara ve akıntılara yol açabiliyor. Antibiyotik kullanımı bu dengeyi daha çok bozduğu için sorunu iyileştirmediği gibi, bazen artmasına da yol açabiliyor. Bilim adamları probiyotiklerin burada da yardımı olduğunu ortaya koydu.

Tekrarlayan idrar yolu iltihapları da önemli sorun yaratıyor. Bunu sık antibiyotik kürleri ile çözmek de pek mümkün olmuyor. Böyle durumlarda probiyotiklerin büyük yardımı oluyor.

Çok eski çağlardan beri genellikle yoğurt mayalamada kullanılan probiyotik etkili maya hücreleri, artık pastörize yoğurtlarda kullanılmıyor. Özel hava almaz kaplarda üretilen probiyotik yoğurtlarla tıbbın önemli sorunlarına kolay ve lezzetli çare bulmak mümkün olabiliyor.
Yazının Devamını Oku

Buzdolabında yemekler nasıl saklanır

23 Temmuz 2001
Pişirilmiş yemeklerin buzdolabında doğru saklanmasının da bir sağlık sorunu olduğunu düşünüyorum. Kalan yemekler 2-3 gün saklanacaksa konulan kabın kapağı sıkıca kapatılmalı mı, yoksa soğuk havanın teması için kapak aralık mı bırakılmalı?

S.D. / İSTANBUL

SAĞLIK,
geniş kapsamlı bir konudur. Sizin de belirttiğiniz gibi her konu, doğrudan ya da dolaylı olarak sağlığı etkiler.

Gıdaların saklanması da sağlığı ilgilendiren en önemli konulardan biridir. Besinlerin yanlış saklanması, bir yandan içindeki besin değerinin kaybı, öte yandan da zararlı maddelerin oluşmasıyla gıda zehirlenmeleri açısından risktir.

Pişirilmiş ama tamamı tüketilmemiş gıdalar en kısa zamanda buzdolabına kaldırılmalıdır. Dışarıdan zararlı bulaşmasını önlemek, gıdaların hava ile temasını azaltarak içindeki vitamin gibi maddelerin oksitlenmesini önlemek, kurumalarına ve kokularının birbirlerine karışmasına engel olmak amaçlı olarak kapakları sıkıca kapatılmalıdır.

Soğuk havanın aralarına dolaşabilmesi için kapları aralarında hava dolaşabilecek şekilde 1-2 cm. aralıkla raflara yerleştirmek daha uygundur.

Çok pişirilmiş yemekler, her seferinde hepsi birden ısıtılıp yeniden soğutulması yerine, bir seferde tüketilecek miktarlarda daha küçük kaplara bölünmeli, sadece o öğünde tüketilecek kadarı ısıtılıp tüketilmeli.

İdrarımda

ağrı oluyor

1-2 yıldan beri 15-20 dakika arayla tuvalete zor yetişiyorum. Başlangıçta böbreklerimin iyi çalıştığını düşünüyordum, ama geçenlerde idrar yaparken çok ağrı olmaya başladı. Bir kere de kan geldi. Henüz doktora gitmedim. Siz ne öneriyorsunuz?

N.KÖKSAL / İSTANBUL

BİR
insanın 15-20 dakika arayla idrar yapması normal olarak değerlendirilemez. Bunun, böbreklerin çalışması ile de izahı mümkün değildir. Hele ağrı ve kanama olması iyice önemli. Sizin bu kadar rahat davranışınıza da anlam vermek mümkün değil.

Bu tablo idrar yollarında tahrişi düşündürüyor. Tahrişin en önemli nedeni, iltihaplanma olabilir. Şikáyetlerinizin karakteri, idrar yollarınızın alt kısmında yani idrar kesesi düzeyinde iltihaplanmayı düşündürüyor. Olayı bu aşamada tedavi etmezseniz, iltihaplanma böbreklerinize çıkabilir. Böbreklerin uzun süreli iltihabı, böbreklerin kalıcı hasarına yol açar.

Daha fazla zaman kaybetmeden bir iç hastalıkları uzmanına başvurun.
Yazının Devamını Oku

Üre nedir?

20 Temmuz 2001
Ben 56 yaşındayım. Bir süre önce yapılan tahlil sonucunda, kanımda üre çıktı. Üre nedir? Ne zarar verir?<br><br> A.Caner/ İSTANBUL ÜRE, atılması gereken zararlı maddeler arasındadır. Proteinli gıdaların kullanılması ve parçalanması sonrasında oluşan bir maddedir. Bu madde böbrekler tarafında süzülerek idrar şeklinde dışarı atılır. Normal koşullarda 100 ml. kanda 50 mg'dan daha az bulunması gerekir. Eğer böbrekler bu maddeyi yeterince uzaklaştıramıyorlarsa kanda birikmeye başlar. Bunun yükselmesi, vücut için toksik etki yaratır, çok yükseldiğinde de yaşamak mümkün değildir. Ürenin zarar vermesi, başka birçok etkene de bağlı olduğu için hangi düzeyden daha fazla olduğunda hayati risk çıkacağını önceden belirlemek mümkün değildir.

Ürenin yükselmesinde temel etken böbreğin süzmesi olmakla beraber, süzme oranını etkileyen birçok mekanizma da bulunur. Örneğin, bir kişide ileri düzeyde sıvı kaybı varsa, böbrekler bu maddeyi eritmek ve idrar halinde atmak için yeterli sıvı bulamayacağı için atılım azalır ve üre yükselebilir. Eğer doku ezilmeleri gibi nedenlerle böbreğin süzme yeteneğinin üstünde üre üretimi olursa o zaman da kanda üre artışı görülebilir. Bu gibi üre yükselmelerine prerenal, yani böbrek öncesi nedenlere bağlı üre yükselmesi denilebilir.

Böbrek de hasarlanabilir. Böbreğin glomerül adı verilen süzme birimleri çeşitli nedenlerle hasarlanırsa süzme kapasitesi de azalmış olacaktır. Bu durumda, üre üretimi normal düzeyde bile olsa, atılım azalacağı için kanda birikme olacaktır. Böbreğin hasarlanmasına yol açan birçok neden mevcuttur. Çok geniş bir konu olduğu için bu aşamada ayrıntıya girmek istemiyorum. Üre yükselmesinde böbreğin sorumlu olduğu durumlara renal, yani böbreğe bağlı üre yükselmesi adı verilir.

Bazen sorun böbrekten sonraki idrar kanallarındadır. Böbrekle mesane arasında üreterler, mesane, prostat ve dış idrar yolu (üretra) gibi organlarda, idrar boşaltımını engelleyen taş, iltihaba bağlı büzüşme, tümör veya benzeri bir oluşum olursa idrar atılması engelleneceği için kanda üre yükselmesi görülür ki, buna da postrenal, yani böbrek sonrası üre yükselmesi denilmektedir.

Tedavisi, öncelikle nedenin araştırılmasına bağlıdır. Eğer neden tedavi ile ortadan kaldırılması mümkün bir sorun ise, bunun ortadan kaldırılmasıyla üre yükselmesi de düzelecektir.
Yazının Devamını Oku

Jogging çok doğru bir spor değil

19 Temmuz 2001
<B>SPORUN </B>insan hayatındaki yararları tartışılmaz. Ancak gazetelerde jogging yaparken ölen kişiyle ilgili haberi okuyunca herkesin kafası karıştı. Acaba spor yapmak yararlı değil mi? Çağdaşlaşmanın getirdiği hareketsiz yaşamın, kalp ve damar önde olmak üzere sağlık alanında olumsuz etkiler yarattığının belirlenmesi üzerine, herkese spor yapma önerisinde bulunulmaya başlandı.

Jogging adı verilen spor türü de bu öneriler üzerine başladı. İzin günü ya da benzeri nedenle olanak bulan spor ayakkabılarını giyip koşmaya başladı.

Ancak bir süre sonra, jogging yapanlar arasında ani kalp ölümlerinin sık görülmesi üzerine olayın doğruluğu sorgulanmaya başlandı. Bunun üzerine geniş çaplı araştırmalar başladı. Bu araştırmaların sonucunda jogging yapanlar arasındaki ani kalp ölümlerinin sık görüldüğü de belirlendi.

Jogging yapanlarda kalp ölümlerinin sık görülme nedeni, bu tür bir sporun vücut için stres yaratması. Stres, her ne kadar dilimizde ruhsal zorlanma karşılığında daha yaygın olarak kullanılıyorsa da, bedensel zorlanmalar da aslında stres tanımına uyar.

Şimdi bir insan düşünün ki, bütün hafta boyunca hareketsiz bir yaşam sürüyor. Kapıdan arabaya binip işe gidiyor, asansörle yukarı çıkıyor, televizyonu bile uzaktan kumandayla açıp kapatıyor. Belki alkol ve sigara da içiyor. Bu insan izin gününde lastik ayakkabılarını giyip koşuya çıkıyor ve toksin atıyor(!). Bütün hafta boyunca belirli limitlerde çalışmaya alışmış bünye koşuya zorlandığında, nabzı hızlanıyor, tansiyonu çıkıyor, geçici olarak kanında şeker ve yağlar artıyor. Bütün bu hazırlıklar, zorlandığı koşu sırasında gerekli enerjiyi sağlamak amaçlı olarak yapılıyor. İşte bütün bu zorlanma ya da diğer deyişle stres, damar içindeki henüz sorun yaratmayan damar sertliği plaklarının yırtılıp ani damar tıkanmalarının görülmesine yol açıyor.

Konunun ilginç olan tarafı jogging yapanlarda koşu sırasında değil, koşu bitip dinlenmeye geçildiği sıralarda kalp krizlerinin daha sık görülmesi.

VÜCUDU ALIŞTIRMAK GEREKİR

İnsan bünyesindeki her türlü zorlanma yeni bazı sorunların çıkmasını kolaylaştırır. Spor yapmak adına bünyeyi alışmadığı derecede zorlamak da bazı riskleri göze almak demektir. Bütün sporcuların düzenli olarak antrenman yaptığını görürsünüz. Bunun amacı bünyede mevcut olan limitleri aşma çabasıdır. Bünyeyi limitlerinin üzerine, fazla zorlanmadan yavaş yavaş alıştırmak gerekir. Spora başlarken ısınma da bu limitlere yaklaştırma açısından önemlidir. Aynı şekilde yoğun sporlardan sonra dinlenmeye birden geçmek yerine sporun temposunu azaltıp yavaş yavaş soğutmak da öneriliyor.

Alışkanlığı olmayan, haftada birkaç gün düzenli eksersiz yapmayan kişilerde jogging doğru bir spor değil. Tempolu yürüme, yüzme ya da bisiklet gibi fazla zorlamayan sporlar tercih edilmeli.
Yazının Devamını Oku

Armut şeklinde vücut daha güvenli

18 Temmuz 2001
Kilo konusundaki yazınızı dikkatle okudum. Ben 18 yaşında, 1.80 boyunda, 72 kilo ağırlığında bir bayanım.

Sizin verdiğiniz formüle göre hesap yaptığımda arzu edilen bir vücut ağırlığı çıkıyor. Fakat sanıyorum ki, kilo faktöründe vücut orantısızlıklarını da hesaplamamız gerekli. Çünkü benim ideal bir vücut ağırlığında olduğum söylense bile bende basen problemi var ve bu da vücudumdaki orantısızlığın bir göstergesi.

Y.Eriş/İSTANBUL

SÖZLERİNİZDE
son derece haklısınız. Ancak benim konum sağlık. Ben hangi ağırlığın sağlık açısından risk yaratacağını açıklamak için bu formülü verdim. Sizin söz konusu ettiğiniz vücut oranları tamamen estetik ölçülerle ilgili. Estetik değerler, kişilere ve toplumlara göre farklılıklar gösterdiği için bunlara girmek, benim açımdan çok doğru değil. Siz eğer bu tür bir vücut oranını istemiyorsanız gidermek için elinizden geleni yapabilirsiniz. Ancak hatırlatmak istediğim konu, diyetle zayıflayarak bu oranları değiştirmenizin mümkün olmadığı. Genel olarak kilo verirseniz bu kez de vücudunuzun üst kısmı zayıf hale gelir. Bunun için yerel olarak incelme yöntemleri uygulamalısınız.

Yeri gelmişken, kilolu kişilerde vücut oranları ile sağlık alanındaki riskler arasındaki ilişkiye de değinmek istiyorum.

Sizin belirttiğiniz şekilde, Türk kadınları arasında sık rastlanan türde, kilonun vücudun alt kısmında toplandığı hallerde, ki buna ‘‘armut şeklinde vücut’’ da denilebiliyor, kilonun sağlık alanındaki riski çok yüksek değil. ‘‘Elma şeklindeki vücut’’, yani kilonun vücudun orta kısmında toplanması hali, sağlık risklerinin en yüksek olduğu bir durum. Kilonun tüm vücuda dağıldığı haller de, ideal kiloda olmak kadar değilse bile, oldukça güvenli olarak kabul ediliyor.
Yazının Devamını Oku

Susuzluk zarar verir mi?

16 Temmuz 2001
30 yaşında bir bayanım. 10 yıldan beri su ihtiyacı duymuyorum. Günde en az 1.5 litre içilmesi gerekirmiş, ben yarım litre bile içmiyorum. Bu bana zarar verir mi? Ne yapmam gerekiyor? Ayrıca sürekli halsizlik ve çok uyku ihtiyacı var. Vücudumun bir yerinde iltihaplanma gibi bir şey olabilir mi?

N.Adel / İstanbul

Su hayattır. İnsan organizmasının önemli bir kısmı sudan oluşur. Kan dolaşımının olabilmesi, vücudun zararlı maddelerini atabilmesi, iç zarlarının kurumadan görevini yapabilmesi için hep suya ihtiyaç vardır. Bunun için sağlıklı her insanın aşırı terleme ve ishal halleri dışında, günde 1.5 litre suya gereksinmesi vardır.

Siz günde yarım litreden az su içtiğinizi belirtiyorsunuz, böyle olunca, öncelikle boşaltım işlevlerinizde aksamalar olduğu düşünülür. Böbrekler az su ile de zararlı maddeleri, yoğun bir idrar çıkararak atmaya çalışır ancak, bu denli yoğun idrar çıkışı, idrar yolu iltihapları, kum ve taşlarının oluşumuna yol açabilir. Bağırsaklar az gelen suyun olabildiğince fazlasını kullanmak için daha bol sıvı emerler ve bu da sürekli kabızlık nedeni olabilir. Kan koyulaşacağı için tansiyon düşmesi ve dolaşım yavaşlaması görülür. Sizin halen mevcut olan halsizlik gibi şikayetinizin bununla ne kadar bağlantılı olduğunu, sizi muayene etmeden söylemem olanaksız ama bir ölçekte de olsa etkili olabileceğini sanıyorum.

Az su içme bir alışkanlıktır ve mutlaka düzeltilmesi gerekir. Başlangıçta, çorba, ayran, meşrubat, komposto gibi lezzetlendirilmiş suyu günlük programınıza ekleyin. Ayrıca görme alanınızın içine su şişleri koyup aklınıza geldikçe azar azar da olsa için, zamanla daha bol su içer hale geleceksiniz.

Halsizlik ve çok uyuma gibi şikayetlerinizin muayene ve tahlillerle araştırılması gerekir. Bunun altında bazen, aralarında şeker hastalığı, tansiyon düşüklüğü, tiroid bezinin az çalışması gibi organik bir çok hastalık yatabilirken, bazen de depresyon gibi ruhsal yapıyı etkileyen sorunlar yer alabilir.

Öncelikle bir iç hastalıkları uzmanına muayene olarak organik sağlık sorunları açısından tetkik olmalısınız.
Yazının Devamını Oku

Nabzım çok düşüyor

13 Temmuz 2001
Benim yüksek tansiyonum var. Bunun için sürekli olarak ilaç kullanıyorum. Bununla tansiyonum normale iniyor ama nabzım da çok düşüyor.Sürekli olarak 55-60 civarındaki nabzım zaman zaman 50'ye kadar iniyor. Nabız çok düştüğü zaman ne yapmam lazım? Nabız hangi rakama kadar düşerse tehlike arzeder? H.Bahadırlı/İstanbul

Yaş ilerledikçe nabız sayısı azalır. Bunun yanısıra bazı ilaçlar da nabız sayısını etkiler. Özellikle yüksek tansiyon tedavisinde kullanılan beta bloker cinsi ilaçlarda bu etki daha çok görülür. Nabzın 65 civarında olması doğal. Daha düşük rakamların sorun yaratma ihtimali var. Nabzın çok düşük olması, ritm bozukluğu oluşmasına yol açabildiği gibi, tıp dilinde blok olarak adlandırılan, kalbi çalıştıran elektriğin iletiminin yavaşlaması ya da iletimin bazı yerlerde durması halinin göstergesi olabilir. Bu nedenle özellikle nabzın çok düşük olduğu anda bir hastaneye başvurarak EKG çektirmeniz aydınlatıcı olacaktır. Doktorunuz buna bakarak tedavi planınızı düzenleyebilir. Bunun yeterli olmadığı hallerde Holter adı verilen tetkik de yapılabilir. Bu tetkik, vücuda takılan küçük ve portatif bir cihazla 24 saat süreyle kalbin elektrosunun çekilmesidir. Hasta, bu cihazla tüm gününü normal yaşantısındaki gibi sürdürür. Ertesi gün yapılan incelemede 24 saat süresince kalbin çalışma düzeni hakkında bilgi edinilir. Böylece, uygulanacak tedavi daha sağlıklı olacaktır.

Dizim su topluyor

Ben 30 yaşında bir işçiyim. 97 yılında sağ dizim ağrı yapıp şişti. Su topladığı söylenip iğne ile çektiler. Ama bu olay zaman zaman tekrarlıyor. Artroskopi ile baktılar, bir şey bulunamadı. İltihap olabileceğini söylüyorlar...

K.Kurra/Almanya

Eklemde sıvı toplanması burada bir sorun olduğunu gösterir. Artroskop ile baktıklarına göre minüsküs gibi bir olay olmadığı kesin. Buna neden olan olayın aydınlatılması gerekiyor. Bazı romatizmal hastalıklarda böyle durum ortaya çıkabilir. Ancak sanıyorum ki bununla ilgili tahlilleri de yapmışlardır. Ben daha çok eklemin zorlanmasından şüphe ediyorum. Öncelikle 83 olan kilonuzu azaltmanızda yarar var. Böylece diz ekleminizdeki yükü azaltmış olursunuz. Eğer işiniz gereği uzun süreler ayakta duruyorsanız, buna çare bulmalısınız. Mümkünse işinizi oturarak yapmanız, bu mümkün değilse işinizi değiştirme çareleri aramanız uygun olacaktır.
Yazının Devamını Oku