Dr. Gülseren Budayıcıoğlu
Dr. Gülseren Budayıcıoğlu
Dr. Gülseren BudayıcıoğluYazarın Tüm Yazıları

Saliha’nın mektubu

Sevgili okuyucularım, bu sayfada verdiğim mail adresine Türkiye’nin dört bir yanından mesajlar geliyor.

Haberin Devamı

Bunların çoğunu kadınlar yazıyor ve her biri kendi hayat hikâyesini ve sorunlarını anlatıyor bana. Bu hikâyelerin çoğu hüzün kokuyor. Bizim ülkemizin çocuklarının büyük bir kısmı, ne yazık ki doğdukları evlerde ihtiyaçları olan sevgiyi, şefkati, ilgiyi ve değeri bulamıyorlar demek ki...

Oysa bizler çok duygulu, merhametli, sevecen insanlarız. Çocuklarımızdan bu güzel duygularımızı neden esirgiyoruz acaba? Özellikle kadınlarımızdan gelen mesajlarda neden bu kadar acı, hüzün ve çaresizlik var?

Saliha’nın mektubu

Bir kısım aileler çocuklarını başlarında taşırken geri kalanı neden onların varlığını bile kabul etmiyor, hele çocuk erkek değil de kızsa, bir an önce evlendirip onlardan kurtulmaya çalışıyorlar.

Haberin Devamı

İşte o mektuplardan biri de ülkemizin güney illerinden birinde yaşayan Saliha’dan geliyor. Bakın Saliha mektubunda neler yazmış...

KURTULUŞUM HİÇ YOK MU

Gülseren Hanım, nasılsınız, iyi misiniz? Ben sizi yakından takip ediyorum. Kitaplarınız olsun, dizileriniz olsun, hiçbirini kaçırmıyorum. Bu sefer de bari ben içimi dökeyim, bari beni de biri dinlesin, anlasın dedim ve bu mektubu yazdım.

BİRBİRİMİZİ BÜYÜTTÜK

Saliha’nın mektubu

Ben evliyim ve bir kızım bir de oğlum var. İkisi de daha küçük. Kalabalık bir ailede büyüdüm. Biz beş kardeşiz. Evde bir de halamla çocukları vardı. Sofralara sığmazdık. Ben ailenin iki numaralı çocuğuyum. Çocukluğun nasıl geçti diye soracak olursanız, önce şunu derim. Biz sevgisiz ve ilgisiz büyüdük. Daha doğrusu bizler birbirimizi büyüttük. Ablam beni, ben, sonrakini...

Biz hiç baba yüzü görmedik. Bizi yedirdi, içirdi, karnımızı doyurdu ama bize babalık yapmadı. Evde durmayı hiç sevmez, işi erken bile bitse hemen kahveye giderdi. Kazandığı para evi geçindirmeyince hep birlikte İstanbul’a göçtük. Ben o zamanlar daha yeni genç kız oluyordum. Annem derseniz o da bizimle bir gün olsun oturup konuşmaz, saçımızı okşamaz, bir kere bile sarılıp öpmezdi. Öyle şapur şupuru sevmezdi. Hep işi vardı. O işlerden sıra hiç bize gelmezdi.

Haberin Devamı

APAR TOPAR NİŞANLANDIK

İstanbul’da babam daha iyi bir iş buldu ama bu sefer de her şey çok pahalıydı. Genç kız olunca insan giyinip kuşanmak istiyor. Biz kızlar dolapta ne varsa, erken kalkan kapar usulü giyer, giderdik. Ben kendimi hiç beğenmez, hiç de güvenmezdim. Beni kimse sevmez derdim. İşte o ara biri beni sevdi. Biz onunla sevgili olduk. Daha üç ay geçmeden “Evlenelim” diye tutturdu. Annem de beni sıkıştırıp duruyordu zaten. Baban duyarsa kıyamet kopar, bir an önce bu işin adını koyalım diye. Ben daha önce hiç erkek tanımamışım, karşımdaki oğlan nasıl biri, iyi mi, kötü mü bilemedim. Derken apar topar nişanlandık.

‘HASTA BU OĞLAN’ DEDİM

Biz yüzükleri takar takmaz oğlan gerçek yüzünü göstermeye başladı. Her şeye kızar, her şeye bağırır, tam bir sinir küpü yani. Meğer öfke kontrol bozukluğu varmış. Ben o zaman anladım bunu, hemen gidip anneme söyledim. “Bu çocuğun psikolojisi bozuk, hep kavga ediyor benimle” dedim. Hasta bu oğlan dedim. Annem ne dese beğenirsiniz? Madem öyle, bunu nişanlanmadan önce söyleseydin ya, artık iş işten geçti. “Ben kızı nişanlıdan ayrıldı dedirtmem. Bunlar için nişan atılmaz” dedi. Ben de istemeye istemeye evlenmeye mecbur kaldım.

Haberin Devamı

HEMEN AYRILAMAZSIN

Evlenmez olaydım keşke. Nişanlıyken öyle yapanın evlenince değişecek hali yok ya, daha beter oldu. Bu sefer de beni her gün bir bahaneyle dövmeye başladı. Evleneli altı sene oldu, daha bir iyi sözünü duymadım. Bırakın iyi sözü, adam zaten eve küfür ederek giriyor. Daha bir yıl dolmamıştı ki ben, bir gün yine çok dövünce annemlerin evine gittim. Dedim bu adam deli, beni çok dövüyor. Bir an önce beni ayırın bu adamdan, benim daha fazla çekecek halim kalmadı dedim. Annem yine yüzünü eğdi, öyle hemen ayrılamazsın dedi. Bu sefer babama gittim. Oturdum önüne, böyle böyle dedim. Beni kurtarın bu adamdan. Derken eşimin ailesi geldi, konuştular, sanki kavga eden onlarmış gibi barıştılar ve beni de peşlerine takıp geri o eve yolladılar.

Haberin Devamı

HER ŞEYE BEN KOŞTUM

Annem sonra geldi, çocuğun olursa düzelir, aile olursunuz dedi. Demedi ki kızım gel, bu ev senin evin, elin adamının kahrını çekme. Arkanda bırakacağın çoluğun çocuğun da yok, biz sana gül gibi bakarız. Onlar böyle demeyince ben hamile kaldım. Bizim adam bir gün iyi söz söylemedi, yüzüme bile bakmadı. Çocuk doğdu, dikişli halimle yine her şeye ben koştum, kayınvalidemleri ağırladım, ayaklarım üşüye üşüye mutfakta yemek yaptım, eşim de bir işin ucundan tutmadı. Çocuğa yalnız başıma baktım. Tam o biraz büyüyünce yine hamile kaldım. Bu sefer de oğlanı doğurdum.

ÇOCUKLARIM DA BABASIZ

Hani annem demişti ya, çocuk doğurursan kocan düzelir diye, hiç öyle olmadı. Çocuklar da benim başıma kaldı. Kimse yardım etmedi. Kocam iyice eve uğramaz oldu. O zaman anladım ki, benim çocuklarım da benim gibi babasız büyüyecek.

Haberin Devamı

Şimdi siz diyeceksiniz ki kızım madem bu adamdan bu kadar şikâyetçiydin, neden iki çocuk doğurdun. Peki ama hocam ben ne yapacaktım. Ailem kızım boşan gel, biz sana bakarız dedi de ben mi gitmedim? Tam tersi, çocuk yap, düzelir dedi annem. Sonra ne oldu, bu sefer de iki çocuğun var, zaten onlarla hiçbir yere sığamazsın, dediler. Sen bir başınayken sana gel demeyenler, bu halinle gel diyecek değil ya...

YALNIZLIKTAN KORKUYORUM

Sizin anlayacağınız daha otuz yaşımda, iki çocuğumla çaresiz kalakaldım. Evlenmeden önce insan evliliği iyi bir şey zannediyor. Benim de bir evim olsun, kimsenin esiri olmadan orada mutlu olurum, kocam da beni çok sever diyorsun. Biri seni biraz severse kanatlanıp uçasın geliyor.

Yalnızlıktan da korkuyorum zaten hocam. Hep etrafım kalabalık olsun istiyorum. Çocukluğum hep kalabalık evlerde geçti, acaba ondan mıdır? Bir arkadaşımla küssem, önce onu takıyorum kafama. O da beni sevmiyor diye günlerce üzülüyorum. Ama sonra hemen yeni bir arkadaş buluyorum kendime ki yanımda biri olsun, ben yalnız kalmayayım. İnsan yalnızlıktan neden bu kadar korkar? Kocam halimden anlasaydı, beni böyle hep dövmeseydi, arada iyi söz söyleseydi, ben yine yalnızlıktan böyle korkar mıydım?

‘DİKKATLİ OLAYIM DÖVMESİN’

Etrafımdaki arkadaşlarıma bakıyorum, hepsi benim gibi mutsuz mu diye, ama galiba kimse mutsuz olduğunu söylemiyor. Hele kocalarından dayak yediklerini hep saklıyorlar. En fakiri bile kendini zengin göstermeye çalışıyor. Ben de öyle yapıyorum. Kocamın beni dövdüğünü saklıyorum ama akrabalarımızın hepsi biliyor.

Kocam çocuklarla hiç ilgilenmiyor. Benimle de ilgilenmiyor zaten. Onun evde en önemli işi beni dövmek. İlk zamanlar aman dikkatli olayım da beni dövmesin derdim. Şimdi onu da bıraktım çünkü dikkatli de olsam dövüyor. Biraz da pis. Yıkanmayı sevmiyor. Çorapları leş gibi kokuyor, yine de yıkanıp yenisini giymiyor.

‘BAZEN ÖLMEK İSTİYORUM’

Şimdi eşimi hiç istemiyorum, nefret ediyorum ondan, boşanmak, ondan kurtulmak istiyorum. Bir de iş bulsam kendime filan diye hayaller kuruyorum. Bu devirde sana kim iş verir, çocuklarına kim bakar, diyorum sonra da. Öyleyse ben ömür boyu bu adama mahkûm muyum? Ben bıktım, çok yoruldum, tükendim yani. Bazen ölmek istiyorum ama çocuklar ortada kalacak. Ben ölsem onlara sahip çıkan da olmaz. Ailem zamanında bana sahip çıkmamış, benim çocuklarıma mı sahip çıkacak?

Yani benim ömrüm hep böyle mi geçecek, ben hiç mutlu olamadan ihtiyarlayıp gidecek miyim? Hiç mi kurtuluşum yok...

Bu yazıyı okursunuz inşallah. Hep dua ettim, okusun diye. O zaman cevap yazarsınız belki. Sevgiler hocam, ellerinizden öperim.

Saliha.

ALTIN BİLEZİK

Mektubu
okurken yüzümde hüzünlü bir tebessüm belirdi. Saliha bu mektubu adeta bir çocuk kalbiyle yazmış. Saf, temiz ve çok samimi bir mektup bu. Ruhu hâlâ çocuk kalmış biri yazar bunları. Düşününce onun gerçekten ne hayatı ne de kendini henüz hiç tanımadığını fark ettim. Nasıl tanısın ki... Belli bir yaşa gelinceye kadar hayat dediğin sadece bizim içinde yaşadığımız evlerdir. Dışarı adım attığı gün, karşısına çıkan ve ona biraz ilgi ve sevgi gösteren ilk erkeğe kaptırmış gönlünü. Sonra onun hiç de hayal ettiği gibi biri olmadığını anlamış ama bu sefer de aile ayrılmasına izin vermemiş. Hatta annesi bir an önce çocuk doğur, o zaman düzelir her şey, demiş. Bu devirde, işte böyle demiş. Bunlar çok eskilerde kalmış, küf kokan düşünceler değil mi?

ÇOCUK DÜZELTMEZ

Sırf bu çağda değil, hangi çağda olursa olsun, çocuğun doğumu hiçbir zaman kötü giden bir evliliği düzeltmez. Sadece sizin mutsuz olduğunuz bir eve yeni bir insan dünyaya getirmiş olursunuz ki, muhtemelen o da sizinle aynı kaderi paylaşan bir yetişkin olacaktır.

Sadece Saliha mı, belki de kendini böyle çaresiz hisseden daha kim bilir kaç bin genç kadın var bu ülkede. Hiç sevilmeden, hiç değer verilmeden, önemsenmeden büyüdüğü o evlerden çıkıp bütün umudunu evleneceği erkeğe bağlayan kadınlar...

Kendi hayatıyla ilgili kararları bile kendi alamayan, mutluluğu onu koruyup kollayacak, çocuklarına baba olacak bir erkekte arayan, henüz bireyselleşememiş, ben kimim, geleceğim için ne yapabilirim, kendi ayaklarımın üzerinde nasıl durabilirim diye düşünmeyi, kendi becerilerini keşfetmeyi, kendi sorumluluğunu almayı öğrenememiş kadınlarımız.

NEDEN SAHİP ÇIKMIYORLAR

Benim zamanımda kızlarını okutup iş güç sahibi yapan aileler bununla övünür, kızımızın kolunda altın bileziği var, o artık kendi hayatını garanti altına aldı derlerdi. Hani, nerede Saliha’nın altın bileziği? O bileziği bizim kolumuza eşlerimiz değil, ailelerimiz takardı. Şimdi artık aileler kızlarını evlendirip başka diyarlara yollarken, onların yarınlarını hiç mi düşünmüyorlar? Bundan yıllar önce aileler bütün bunları düşünüp çocuklarının geleceğini garanti almaya çalışırken şimdi o ailelere ne oldu, neden kızlarına sahip çıkmıyorlar?

KEŞKE GÖZLERİ AÇILSA

Özellikle şiddet göstermeye eğilimli erkekler, evlenmeden önce bunu nişanlılarına ya da sevgililerine mutlaka hissettirirler. Bizim kızlarımızın keşke gözleri biraz daha açık olsa da, sonradan başlarına gelecekleri önceden görüp bir an önce kurtulsalar onlardan. Esasında Saliha da evlenmeden önce nişanlısının şiddet eğilimini fark etmiş ama ne yazık ki ailesi ayrılmalarına izin vermemiş. Madem nişanlılık gençlerin birbirlerini tanımaları için düzenlenen bir ara dönem, keşke bu fırsatı kadınlarımıza gerçekten versek... Şiddet unsurlarını fark ettiklerinde ayrılmalarına, kendilerini korumalarına destek olabilsek...

Aslında kızlarımızın bu şiddet eğilimini gördüklerinden eminim ama evinde sevgi ve ilgi görmeyen, hiç değer verilmeyen kızlarımız, tek beni sevsin, gerisi önemli değil diyebiliyorlar. Yani bir insan için çocukluğunda sevilmek ya da sevilmemek, önemsenmek ya da önemsenmemek işte bu kadar önemli. Bu sevgi ve ilgi eksikliği sonradan belki de o kızlarımızın hayatına mal oluyor ama yine de gözlerini kırpmadan bir yudum sevgi uğruna ölüme bile gidebiliyorlar.

BUNUNLA MI ÖVÜNÜYOR

Kocalarından dayak yediklerini kimseye söyleyememeleri de çok acı geliyor bana. Belli ki hepsi de bundan utanıyor. Bizim halkımızın önemli özelliklerinden biridir “Kol kırılır, yen içinde kalır” demek. Bunları saklamak yerine üstüne basa basa söylesek, eşlerini döven erkekleri toplumumuz kınar mı acaba? Acaba erkekler eşlerini dövdüklerini arkadaşlarına söylüyorlar mı, merak ettim doğrusu. Bununla övünüyorlar mı yoksa?

Oysa toplumumuzda kadınlar günden güne güçleniyor ve giderek çok daha başarılı oluyorlar. Bununla birlikte acı olaylar ve trajik durumlar yaşayan kadınların sesini daha fazla duyabiliyoruz. Yani eskiden olduğu gibi şimdi artık kol kırılırsa hep yen içinde kalmıyor. Kadınlar korkmadan haklarını savunuyor, işaret parmaklarını kaldırıp cesurca asıl suçluyu göstermekten çekinmiyorlar.

Saliha sanırım kendisi gibi bir anne babanın çocuğu. Onlar zamanında sevilmemiş, değerli olamamış ki, bunu çocuklarına gösterebilsinler. Onlara göre çocuk dediğin o evde doğar, yedirirsin, içirirsin, üstünü başını da giydirirsin, kendiliğinden büyür zaten. İşin kötüsü Saliha’nın da bildiği bu... O da büyük ihtimalle doğduğu evde öğrendiğini, gördüğünü yapacak ve kendisi gibi çocuklar yetiştirecek.

‘BEN DE VARIM’ DESE

Buna öğrenilmiş çaresizlik de diyebiliriz. Yani kapılar açıkken o kapıdan çıkabileceğini hayal bile edememek... Oysa Saliha henüz çok genç bir kadın, çözümü başkalarında değil kendinde arasa, bunun için önce kendini sonra da hayatı tanısa, keşfetse, kendini geliştirse, mutluluğun sadece eşinin iki dudağı arasında olmadığını fark edebilse, ben de varım diyebilse, o hayat ona kim bilir neler verir.

Bunları başaran, her türlü çaresizliğe rağmen kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenen pek çok kadın var ülkemizde. Bir kadın kendine güveniyor ve gücünü keşfedebiliyorsa, o kadınların evlilikleri de daha iyi gidiyor, o evlerde yetişen çocuklar da doğru örnekleri görerek, öğrenerek büyüyorlar.

Umarım Saliha da bir gün kendini keşfeder, çocuklarına sahip çıkar ve onun yaşadığı çaresizliği çocukları da yaşamaz.

Haftaya görüşmek dileğiyle,

Sizlerin de mektuplarını bekliyorum.

Bana drgbudayiciogluiletisim@madalyonklinik.com adresinden yazabilirsiniz.

Hoşça kalın,

Sevgiyle kalın.

SAMURAY KILIÇLI VAHŞET

Geçen haftaki yazımda, ruh hastası erkeklerden söz etmiş, kadınları öldüren erkeklerin belli bir kısmının bu tür erkekler arasından çıktığını yazmıştım. Bizim toplumumuzda hasta erkek sayısı tahmin edildiğinden çok daha fazla. Aslında aile ve çevre onların hasta olduğunu biliyor ancak kendi imkânları çerçevesinde bir şeyler yapsalar da bu hastaların hemen tamamı sürekli bir tedaviyi reddediyor.

Devletimiz bir an önce bu konuyu gündeme alsa ve bu hasta adamların tedavisini zorunlu hale getirse, inanın pek çok kadınımız ölmeyecekti.

Bu notu son olarak medyada okuduğumuz Samuray kılıcı vahşetini görünce bir kere daha hatırlatmak istedim. O hasta adamı sadece komşuların şikâyetiyle devletimiz tedaviye alsaydı, bugün, tek suçu o saatte o yoldan geçmek olan Başak Cengiz adlı masum kızımız hayatta olacaktı.

Yazarın Tüm Yazıları