Paylaş
610 yılı ramazan ayında Hira mağarasında Cebrail (as), Hz. Peygamber’e (sav) “Oku” emrini ulaştırdı. Allah Rasulü (sav), “Ben okuma bilmem” dedi. Cebrail (as) Alak suresinin ilk beş ayetini okumaya başladı: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı ‘alak’tan yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.”
Peki Allah Rasulü (sav) neyi okuyacaktı? Ortada bir mushaf yoktu, bizi bizden daha iyi bilen Rabbimiz Hz. Peygamber’in (sav) ümmi olduğunu elbette biliyordu. O zaman okunması gereken neydi? Kuran-ı Kerim’de meleklerin ilk insan ve peygamber Hz. Âdem’e (as), isimleri ve eşyanın hakikatini bildirmesi üzerine secde ettiği anlatılır. Hz. Âdem’den beri gelen bütün vahiylerin ve peygamberlerin temel gayelerinden biri de insanı kendisi, Rabbi, çevresi, yaratılış gayesi gibi konularda doğru bilgi sahibi yapmaktır. Kuran-ı Kerim pek çok ayette, “Düşünmüyorlar mı?” “Akıl etmiyorlar mı?” “Görmüyorlar mı?” “Bilmiyorlar mı?” buyurarak insanı kendi varlığı, hayat serüveni, tabiat, evren, ahiret ve var oluşa dair tefekküre ve akletmeye davet eder.
İNSAN ALLAH’IN AYETİDİR
Okuyacağımız ilk kitap kendimiz, yani insandır. İnsan, Allah’ın en muhteşem ayetidir. Melekler Âdem’e, yani insana secde etmiştir. Yüce Allah, “And olsun ki Âdem oğlunu kerem sahibi/şerefli kıldık” (İsra, 17/70) buyurur. İnsan, Allah’ın birliğinin delilidir. İnsan olmasaydı kitap da inmezdi, peygamber de gelmezdi. Allah kendisine yönelik suçları affederken kula yönelik suçları affetmez. Buradan da anlaşılmalı ki insan değerlidir. Peygamber efendimiz (sav) bir gün tavaf ederken Kâbe’ye bakar ve “Sen ne güzelsin, kokun ne kadar güzel ey Kâbe. Sen ne büyüksün, onurun ne kadar büyük ey Kâbe. Canımı elinde bulunduran Allah’a yemin olsun ki bir Müslüman’ın onuru Allah katında senin onurundan daha büyüktür ey Kâbe” buyurarak insanın izzet ve şerefinin büyüklüğüne işaret eder.
Yunus da ne güzel çözmüş: “Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil/Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil.” Gıybet, en büyük günahlardandır. Gıybet ederken insanın onur, izzet ve şerefiyle oynanır. Allah bunları affetmez. Yanımızda bir Kuran sayfası yırtsalar boğazına yapışır, hesap sorarız. Gıybet edilse ses çıkarmayız. Oysa her insan Allah’ın ayetidir. Gıybet edildiğinde, iftira atıldığında, hakkı yenildiğinde, Allah’ın bir ayetinin yırtıldığını hissetmemiz gerekir. Herkes bu duyarlılıkta olsa, İslam toplumu ne müthiş bir toplum olur değil mi?
İkinci kitap kâinattır. Yüce Allah, önce zamanı ve mekânı, sonra insanı yarattı. İnsan yokken kâinat vardı. Allah Kuran’da buyuruyor ki “Varlığımızın delillerini, (kâinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz” (Fussilet, 41/53) Peki, kâinatı nasıl hatmedeceğiz? Bizim Yüce kitabımız Kuran, kâinatı okumayı emrediyor ama biz Müslümanlar uzun süredir bunu bırakmışız. Kız çocuklarını okutmamışız ancak hastanelerde kadın doktor arar olmuşuz.
NEREDEN NEREYE!
Avrupa karanlıktayken, Endülüs’te Müslümanlar medeniyetin zirvesindeydi. Avrupa’nın en büyük kütüphanesinde altı yüz kitap varken, sadece Kurtuba’da altmış halk kütüphanesi, her kütüphanede de altı yüz bin kitap vardı. Müslümanlar nereden nereye!
İslam medeniyetinin parlak dönemleri boyunca Müslümanlar ilimle ilişkilerini ibadet anlayışı, kulluk bilinci, sorumluluk duygusu ve güzel ahlak ekseninde kurmuşlar ve geliştirmişlerdir. İlmin bütün alanlarında dev eserler veren âlimler, hayatın gerçeklerinden kopmadan, yaşadıkları çağın meselelerini dikkate alan bir yaklaşımla çalışmışlar. Sadece dini ilimlere değil müspet ilimlere de önem vermişlerdir. Hayati bir nokta olarak Müslümanlar bilgiyi ve geliştirdikleri teknolojiyi güç devşirmek, tahakküm etmek, sömürmek için değil, bütün insanlığın huzuru, refahı ve güvenliği için kullanmışlardır. O halde dinimiz ve dünyamız için gerekli olan bilgileri öğrenmeli, bu konuda çocuklarımızı yetiştirmeliyiz. Ecdadımız öyle yapmıştı. Sadece dini ilimlerde değil, diğer ilimlerde de zamanlarına göre ileri gitmiş, müspet ilimlerin temellerini atmışlardı.
‘İLİM KENDİN BİLMEKTİR’
Üçüncü kitap hadisattır, yani olaylar. Her olay bir kitaptır. Bakın bir cenazeye... Neler anlatır, neler düşündürür? Dördüncü kitap ise vahiydir. “Oku” emri bize “Vahyin penceresinden insanı, kâinatı oku ve olaylara bak” diyor. Allah peygamberlere vahyeder, insanlara ilham eder ve insanlarla olaylar vasıtasıyla konuşur. Her olayın bir dili vardır. Sadece bilimsel çalışma doğruya götürmez, vahyin penceresinden olursa bir anlam ifade eder. Bilgi bir üstünlük sebebidir. Çünkü Kuran-ı Kerim’de “Kime hikmet verilmiş ise ona çok hayır verilmiş demektir” (Bakara, 2/269) buyurulmuştur. Ayetteki hikmet, yararlı olan bilgi demektir. İnsanlığa yararlı olan bilgi, ona sahip olan için elbette bir üstünlük vesilesidir. Allah Teâlâ bilenlerle bilmeyenlerin aynı kefeye konmasının doğru olmayacağını bildirmiş ve “(Ey Muhammed) De ki: hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür” (Zümer, 9) buyurmuştur.
İslam dininde ilim, Allah’ın rızasını kazanmak ve amel etmek için öğrenilir. İnsanoğlu için gerçek hayat ilim ve irfanla vücut bulacağından, öğrenmeyi ve öğretmeyi ihmal edenler hayatta dahi olsalar ölü sayılırlar. Öğrendiği bilgi kendisini hakikate ulaştırmayan kimse, o bilginin ancak hammalıdır. Cuma suresi 5. ayette Rabbimiz bu durumu çok çarpıcı bir şekilde anlatır: Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir.
İnsanın hayatını düzenlemeyen, insanın üzerinde eseri görülmeyen ve insanı Allah ve Rasulü’nün (sav) yoluna götürmeyen ilimde hayır yoktur. İslamiyet ile ilim, et ile tırnak gibi birbirinden ayrılmaz. İlim, Allah’ın insana verdiği anlayış ve seziş kabiliyetinin bir ürünüdür. İslam dini, ilim öğrenmeyi, bilgi sahibi olmayı ve cehaleti ortadan kaldırmayı hedefler. İlim sözde söylenen değil, hayata tatbik edilendir. Eğer ilmi sözde var yaşantıda yoksa o kişi insanlara örnek olamaz ve o kişinin arkasından da gidilmez.
Yunus Emre ile yazımızı bitirelim:
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır
*
Okumaktan murat ne
Kişi Hakkı bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru emektir
İTİKÂF NEDİR
- DİNİ bir terim olarak itikâf akıl sağlığı yerinde ve ergenlik çağına gelmiş bir Müslüman’ın beş vakit namaz kılınan bir mescitte ibadet/Allah’a yakınlık elde etme niyetiyle bir süre durması demektir. Hz. Peygamber’in (sav) ramazanda ve özellikle bu ayın son on gününde itikâfta bulunduğunu bildiren birçok hadis-i şerif vardır. İtikâfa giren kimse camide yer, içer, uyur ve ihtiyacı olan şeyleri mümkün olduğu takdirde camide tedarik eder. Bulunduğu camide cuma namazı kılınmıyorsa, cuma namazını kılmak üzere başka bir camiye gidebilir. Cenaze namazı için ise dışarı çıkamaz. Kendisine veya malına bir zarar geleceği korkusuna kapılması ya da zorla çıkarılması halinde başka bir camiye gitmek üzere içerisinde bulunduğu cami veya mescitten çıkabilir. Bu zorunlu hallerin dışında camiden çıkarsa itikâfı bozulur. Nafile olan itikâfın en azı bir gündür. Ebû Yusuf, en az süreyi bir günün yarıdan fazlası olarak belirlerken İmam Muhammed, itikâf için bir saati de yeterli bulur. Kadınlar ise evlerinin namaz kılmak üzere belirledikleri bir yerinde itikâfta bulunabilirler.
Bir ayet: (EY Muhammed) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür. (Zümer, 9)
Bir hadis: HER kim bir yola girer ve onda ilim isterse, Allah onun için cennete giden bir yolu kolaylaştırır. Melekler ilim öğrenenlere, yaptıklarından hoşlandıkları için kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde olanlar, hatta sudaki balıklar ilim öğrenen kimseye Allah’tan yardım ve bağış dilerler. İlim sahibinin ‘âbid’ten (ibadet edenden) üstünlüğü, ayın diğer yıldızlardan üstünlüğü gibidir. Âlimler, peygamberlerin varisleridir. Peygamberler ne dinar ne de dirhem miras bırakmadılar, ancak ilim miras bıraktılar. Şu halde o ilmi alan büyük paye almış demektir. (Buhârî, İlim, 10)
Paylaş