Paylaş
Allah Rasulü’nün “gözümün nuru” olarak nitelendirdiği namaz, Allah’a imandan sonra ilk farz kılınan ibadettir. Yüce Allah, namazla ilgili “(Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab’ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir” (Ankebut, 45) buyurarak namazın önemine işaret eder.
İslam hem şekil hem de mana dinidir. Namaz dahil bütün ibadetlerde şekillerin sembolize ettiği derin manalar ve hikmetler vardır. İbadetlerin manasını göz ardı ederseniz, ortada sadece şekil kalır ve sonuç olarak namazlar sadece spora, oruçlar sadece yemek saatlerinin yeniden düzenlenmesine, kurban kesmek kasaplığa, hac ibadeti de turizm faaliyetine döner.
Namaza ellerimizi kaldırıp “Allahü Ekber/Allah en büyüktür” diyerek başlarız. Avuç içlerimiz kıbleye, ellerimizin dışı kendimize dönüktür. Adeta kendimiz dahil tüm dünyevi telaşları elimizin tersiyle iter, özümüz ve kalbimizle Allah’a döneriz. Daha sonra ellerimizi bağlarız, yani gönüllerimizi. Allah’ın huzurunda olduğunu bilip gönlünü bağlamadıktan sonra eller göbekte bağlansa ne olur, bağlanmasa ne olur! Rükuya varıp madden eğilirken, manen yükseliriz. Kulluk sultanlıktır. Secdeye gider, yüzümüzü toprağa sürer, kendimizle yüzleşiriz. “Ey insan, topraktan yaratılan Âdem ile Havva’nın evladısın, döneceğin yer de topraktır” gerçeğiyle yüzleşir, hiçliğimizi ve faniliğimizi anlarız. Secdeden sonra yeniden ayağa kalkar, diriliriz. Kıyam ve secde arasında bir ölür, bin diriliriz, ama asla yıkılmayız. “Biz günleri insanlar arasında çevirip dururuz” (Ali İmran, 3/140) buyuran Rabbimiz bir gün zafer, bir gün yenilgi nasip eder ama asla yolumuzdan dönmez, yolumuzu ve yönümüzü kaybetmez, yola çıktıklarımızı yolda bulduklarımızla değiştirmeyiz. Her seferinde yeniden doğrulur ve bunu sadece Allah için yaparız: Allahü Ekber/Allah en büyüktür.
Oturuşta “Ettehiyatu” duasını okurken Allah Rasülü’nün (sav) miraçta Allah ile konuşmasını, meleklerin şahitliğini anarız. Hz. Peygamber (sav) Allah’ın huzuruna çıktığında onun “Selam, rahmet ve bütün güzellikler, bütün ibadetler sana mahsustur ya Rabbi” selamına Allah’tan karşılık gelir: “Allah’ın rahmeti, bereketi senin üzerine olsun ey peygamber!” Bu en yüce makamda ve en müstesna bir anda bir insanın aklına hiç kimse gelmez, ama rahmet peygamberi ümmetine öylesine düşkündür ki hemen araya girer: “Selam sadece bana değil, bizlere, Allah’ın bütün salih kullarına olsun.” Böyle bir anda bile ümmetini düşünen bir peygamberin bu duyarlılığı karşısında kâinattaki bütün melekler hep birden şöyle derler: “Ben şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve ben yine şahitlik ederim ki Hz. Muhammed Allah’ın kulu ve Rasulüdur” İşte kıldığımız her namazda miraçtaki bu müstesna anı yeniden yaşarız.
Sonra “Salli-Barik” dualarını okur, peygamberlerin atası Hz. İbrahim (as) ile Rasulullah’ı (sav) birlikte anarız. Böylece İslam’ın bir türedi olmadığını, Müslümanların köksüz olmadığını, büyük ve köklü bir geleneğin son temsilcisi olduğumuzu haykırırız. İbrahim’e selam olsun! Nemrutlar, onu ateşlerde yakmaya çalışırken, tek başına bir ümmet olan Hz. İbrahim dirilmiş, Allah’ın “Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve selametli ol” (Enbiya, 21/69) emriyle ateş onun için gül bahçesine dönmüştü. Her şeyi madde penceresinden yorumlayan Nemrut bunu nasıl anlayacaktı? Ona göre ateş yakardı, İbrahim’i de imanını da yakacaktı. Ey Nemrut, kader deme, kaderin üstünde bir kader vardır. Dilerse ateşin Rabbi ateşe hükmeder, onu gül bahçesine dönüştürür. “Salli-Barik” dualarıyla, Hz. İbrahim’le son Peygamber Hz. Muhammed (sav) arasında sürekli gidip gelen bir hicret serüveni yaşar, çağımızın Nemrut’larının yakmış olduğu ateşlerin içerisinde İbrahim’in milletinden, Muhammed’in ümmetinden biri olduğumuzu hisseder ve bizim de yangınlarımızı selamete çevirmesi için Allah’a dua ederiz.
Cennetten çıkarılmış atamız Hz Âdem’in tövbesinin kabul edildiğinde şükür için kıldığı namazı her sabah yeniden kılarız. Her öğlen Nemrut’ların ateşini gül bahçesine çevirmek için namaza durur; her ikindi, karanlıklardan, kaygı ve endişelerden kurtulmuş Hz. Yunus (as) gibi selamete erişimiz için şükrederiz. Her akşam Hz. İsa gibi Allah’tan başka her şeyi reddeder ve yalnız ona kulluk eder, tevhidi sembolize ederiz. Yatsı ile beraber Allah’ın dostumuz olduğunu, bizi karanlıklardan aydınlığa çıkaracak en büyük gücün Allah olduğunu ifade eder ve vitirle cehennem ateşini söndürmek için dua ederiz. Namaz çok büyük bir imkân, Allah’ın huzuruna çıkabilmek çok büyük bir şereftir! Bu bilinçle kılınan bir namaz, insan için bir nefes alma ve dünya telaşından teneffüse çıkmadır. Yüce Rabbimizin “Sabırla ve namazla Allah’tan yardım dileyin” (Bakara, 2/153) buyurduğu, yaratıcımızla buluştuğumuz en özel ve en büyük randevudur. Evet, namaz farzdır, Allah’a karşı bir borcumuzdur, ama namazı sadece borçlu-alacaklı ilişkisi olarak değerlendirmek namaza da kendimize de yapılabilecek en büyük haksızlık olur.
Her gün beş vakit namazda kendisini bu şekilde motive eden bir insanın sizce antidepresan ilaç kullanmasına gerek kalır mı? Peygamber Efendimiz (sav) beş vakit namazı evin önünden geçen ve günde beş kere içine girip arınılan bir ırmağa benzetiyor. (Müslim, Mesâcid 284) Günde beş kere Allah’ın huzuruna çıkmak ama arınmamak! Allah’ım, bizleri içi boşalmış namazlarla huzuruna gelmekten muhafaza eyle!
Bir ayet
“GÖRDÜN mü, o hesap ve ceza gününü yalanlayanı! İşte o, yetimi itip kakan, yoksula yedirmeyi özendirmeyen kimsedir. Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar (namazlarıyla) gösteriş yaparlar. Ufacık bir yardıma bile engel olurlar.” (Maun Suresi)
Bir hadis
“ŞÜPHESİZ ki benim ümmetim, kıyamet gününde, abdest izlerinden dolayı yüzleri nurlu, elleri ve ayakları parlak olarak çağırılacaktır. Yüzünün nûrunu artırmaya gücü yeten kimse bunu yapsın.” (Buhârî, Vudû’ 3)
Bir soru bir cevap
Namaz ibadeti Hz. Peygamber’den (sas) önce de var mıydı?
KURAN’da Hz. Muhammed’den önceki peygamberlerin de namaz ibadetiyle mükellef kılındıkları belirtilmektedir. (Hud, 11/87; İbrâhim, 14/37, 40; Meryem, 19/30-31, 54-55; Tâhâ, 20/14; Enbiyâ, 21/72-73; Lokmân, 31/17).
Ayet-i kerimelerden, namaz ibadetinin sadece Hz. Muhammed ümmetine has olmayıp önceki ümmetlerde de var olduğu anlaşılmaktadır. Yine aynı şekilde, önceki ümmetlerin namazlarında da kıyam, rükû ve secde gibi temel rükûnların var olduğu bildirilmekle birlikte, namazın kılınışına dair detaylı açıklamalar mevcut değildir.
Paylaş