Paylaş
Su sıralar sıcak hava dalgasının etkisi altında değiliz ama adeta olumsuz hava dalgasının etkisi altındayız. Kiminle konuşsam olumsuz bir konu sohbetin gündemine yerleşiveriyor. Ekonomi, kadına şiddet, salgın... Başlık değişse de insanı daha da karamsar olmaya iten bir sürü cümleyle sürüyor sohbet. Oysa Harvard Üniversitesi Sosyal ve Davranış Bilimleri Departmanı tarafından geçen günlerde yayımlanan çalışma gösterdi ki iyimser olmak ömrümüze ömür ekliyor. Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüleri (NIH) tarafından da desteklenen çalışmada 159 bin 255 kadın 26 yıl takip edildi. Ve optimistlerin daha sağlıklı oldukları ve daha uzun süre yaşadıkları ortaya kondu. Öyle ki bu kişilerin 90-95 yaşını geçme oranı çok daha yüksek.
Olumluya odaklan
Çalışmaya göre optimist bakış açısı ırk ve etnik köken fark etmeksizin kişinin yaşam süresine ortalama 4.4 yıl katıyor. Bu, uzmanların sağlıklı yaşam için vazgeçilmez önerisi halini alan düzenli egzersiz yapmanın etkisinden bile daha yüksek. Zira düzenli egzersiz yaşam süresini ortalama 0.4-4.2 yıl arttırıyor. Yakın zamanda yayımlanan bir başka çalışmada da daha iyimser bireylerin kronik hastalıklardan mustarip olma ve erken ölme olasılıklarının daha düşük olduğu belirtilmişti.
Kimilerinizin “İyimser olmayı isteriz de nasıl olacağız” dediğini duyar gibiyim. Tam bu noktada iyimserliğin ne olduğunu anlamak gerekiyor. İyimserlik iyi şeylerin olacağına dair genel beklenti veya geleceğin olumlu olacağına dair inanç olarak tanımlanıyor. Evet, iklim değişikliği, savaşlar, hastalıklar, ekonomik problemler hepimizin canını sıkıyor. Ama zaten iyimserlik bunları tamamen yok saymak ve ‘Alice Harikalar Diyarında’ yaşamak değil. ‘Gerçekçi iyimserlik’ negatifin farkında olarak pozitife odaklanmak anlamına geliyor.
Peki, bu farkındalıkla olaylara iyimser bir pencereden bakmak ne kadar mümkün? Bu konuda birtakım ipuçları vermek istiyorum. Öncelikle kötü bir deneyim yaşadığımızda kendimize sormamız gereken ilk soru ‘Bu durumda ne yapabilirim’ olmalı. Eğer durumu değiştirebilme imkânınız varsa hemen harekete geçmek gerekiyor. Mümkün değilse olayın tamamen negatif yönüne odaklanmak yerine olumlu yanını bulmak daha iyi hissettiriyor. Bazen sorunu ortadan kaldırmak mümkün olmayabiliyor. Mesela sevdiğimiz birini kaybetmenin acısını yaşıyoruz. O zaman profesyonel bir destek almak en iyi seçenek olabiliyor.
Virüs gibi bulaşıcı
İyimserlikle ilgili güzel haber bulaşıcı olması... Bunu bilim de destekliyor. ‘Mutluluk Doktoru’ isimli kitabımda Harvard Üniversitesi’nin bu konuyla ilgili iki çalışmasına yer vermiştim. İlki, bir kişinin mutlu olmasının eşinin mutlu olma ihtimalini de arttırdığını ortaya koyuyor. Diğer araştırmada bir ağ içindeki 12 binden fazla kişi 30 yıl izleniyor. Burada da kişinin doğrudan bağlantıda olduğu bir arkadaşının mutluluğunun, kişinin mutluluğunu yüzde 15’e kadar, doğrudan bağlantısı olmayan birininse yüzde 10’a kadar arttırabildiği görülüyor.
Maalesef tam tersi de geçerli. Sürekli yüksek sesle olumsuz cümleler kurmak veya söylenmek, iyimser bakış açısı benimsemeyi zorlaştırıyor. Bu noktada fazla karamsar insanlardan uzaklaşmak, pozitif insanlarla aynı havayı solumaya çalışmak bir yöntem olarak sayılabilir. Elbette kimse daima ‘iyi hissetmek’ zorunda değil. Bahsettiğim her konuya kötümser yaklaşan ve olumsuz bakış açısını size de bulaştıranlar...
Vermek istediğim diğer bir ipucu da ‘gerçekçi olmak’. İyimserliği ‘iyi şeylerin olacağına dair beklenti’ olarak tanımladıysak da beklentinin dozu önemli. Beklentinizi çok düşürmeyin ama çok yüksek beklentilerin de sizi mutsuz edeceğini unutmayın.
Karamsarlıktan korunmak içinse şu mottoyu benimseyebilirsiniz:
‘Ne geçmişe takılacağım ne de geleceği kuracağım’. Geçmiş çoktan geçti, gelecekse belirsiz. Neden iyi olacağına inanmak yerine kötüyü düşünüp endişeye kapılalım ki?
Elbette telefonlarımızı güncellediğimiz gibi hemen olmaz ama düşünce şeklimizi ‘iyimserlik’ odaklı ‘güncelleyebilirsek’ sağlığımızı ve yaşam kalitemizi de arttırabiliriz.
Paylaş