BM’den emekli arkadaşım haber vermeden çıkageldi ofisime. Nerelerdesin, dememe kalmadan söze başladı: ‘Tanrı’nın şanslı kuluymuşum.
Sabah bankamda sıra bekleyen bir kadına gözüm takıldı. Çehresi aşina ama çıkaramadım. Sıcaklık bastı içimi. Hatırladım, yıllar önce arkadaşlığımız olmuştu. Sanırım aşıktım ona. Bir-iki kez evlenme teklifimi çok erken diyerek reddetti. Sonra bir arkadaşımla evlendiği haberini aldım. Uzun süre toparlanamadım.’
Şimdi kendisini şanslı hissetmesi neden?
‘O zamanlar dal gibi ince, alımlı bir kadındı. Evlilik herhalde yaramamış, hayli kilo almış, yusyuvarlak olmuş. Teklifimi kabul etmediği için ne kadar mutluyum bilemezsin.’
*
Dostumla sohbetimiz bittikten sonra belleğimdeki anılar dizisinden bir gazetecilik olayını anımsadım.
Hürriyet’teki ilk yıllarımda, bir bahar günü yazı işleri müdürü beni odasına çağırdı: ‘Hazırlan işe gidiyoruz, yanına bir de kamera al.’
Başeditörün muhabirle haber takibi olağan bir şey değil, heyecanlandım. Yolda ‘Amerikalı bir şampiyon yüzücü Boğaziçi ve Çanakkale’de yüzecek. Rekor kırmaya çalışacak. Patronun tanıdığı bir kadın. Özel haber bu. Diğer gazeteleri atlatacağız’ diye talimat verdi.
Bebek rıhtımına geldiğimizde bizi bekleyen bir arabadan sarışın, mavi gözlü, atletik yapılı, güzel bir genç kız çıktı. Amerikalı yüzücü Mary Margaret Revel ile tanışıyorum.
Resim çekeceğim, Mary hazırlıklı. Sırtındaki pardösü altında altın sarısı pırıltılı lame bir mayo. Arka planda Boğaziçi, önde ünlü Hollywood yıldızı Esther Williams’ı andıran cazip bir kadın, nefes kesici bir tablo.
Set üzerinde resim çekiyorum. Ertesi gün ‘Uçan Yüzücü İstanbul’da’ başlığıyla verdiğim haber manşette. Sıra diğer gazeteleri atlatmakta.
*
Meslektaşlarım Hilton, Divan, Park Otel gibi yabancı ziyaretçilerin uğrağı otelleri tarayacaklar. İstanbul Otelciler Birliği’nin başkanı tanıdık. Durumu anlatıyorum. ‘Merak etme, benim Sirkeci’de düzgün bir otelim var. Kimse bulamaz orada’ diyor. Mary’yi yerleştiriyorum otele.
İkinci günü, Kız Kulesi önünde denize giriyor şampiyon yüzücü. Fotomuhabiri Firuzan Topsümer deklanşörünü çalıştırıyor.
Sonraki gün, yanımızda İstanbul Su Sporları Cemiyeti’nin başkanı, Mary’nin Rumelihisarı’ndan Anadoluhisarı’na yüzmesini kronometreyle tespit ediyor. Muhabir arkadaşlar beni arayıp yakınıyorlar: ‘Yazı işleriyle başımız dertte. Söyle nerede olduğunu?’ İçim eziliyor ama mümkün değil.
Kavaklar geçişi, gene bir rekor yüzüşü. Uçan Yüzücü’nün resimli haberleri Hürriyet’te pehlivan tefrikası gibi yer alıyor.
*
Sıra Dardanel’de. Arabayla Çanakkale’ye geliyoruz. Bizi Su Sporları Derneği Başkanı karşılıyor. Sabah 05.00 civarında arabayla başlangıç noktasına geliyoruz. Hava soğuk, deniz suyu da öyle. Mary sırtına krem sürmemi istiyor. Başkan, ’Başla’ işaretini veriyor.
Mary akıntıya karşı yüzerken zorlanıyor. Kıyıya 50 metre kala başkan ‘Yanlış yer işaret ettim. Sağda yarım mil ötede kayalıklar rekor kulvarı’ diyor.
Tekneden Mary’ye bağırıp durumu anlatınca şampiyon yüzücü ağlamaya başlıyor. Telaş sırası bende. Başkanın bileğine yapışıyorum: ‘Kız ilk noktaya çıkacak. Kulvar geçiş belgesini isterim.’
Amerikalı yüzücü, İstanbul ve Çanakkale’den birkaç rekor sertifikası aldıktan sonra ülkesine dönüyor.
*
Üç yıl sonra Londra’da Piccadilly Meydanı’nda bir dükkana film almaya gittim. Tezgahtarla konuşurken arkamdan ‘Merhaba Doğan’ diye çağrıldığımı duydum.
Geriye döndüm, karşımda vücudu, askılı emprime elbisesinden taşan oldukça cüsseli bir kadın. Çehresi yuvarlak, omuz ve kolları ağır sıklet güreşçilerini andırıyor. Tanıyamadığımı anladığı için bozuldu.
‘Ben Uçan Yüzücü’yüm’ deyince ışık yandı kafamda.
Yanında bir erkek vardı. Biraz lafladık ayaküstü. Amerika’ya dönüşünden sonra yüzmeyi bırakmış.
Ayrıldıktan sonra, aşırı kiloların birkaç yıl içinde cazip bir kadını nasıl tanınmaz hale getirdiğini düşünerek üzüldüm. BM emeklisi dostumun kendisini niye şanslı gördüğünü daha iyi anladım.