İleri gelen bir gazetemizin New York muhabirliğine atanan genç meslektaşımla sohbet ediyoruz. Laf lafı açıyor, sıra yasalar nezdinde oy kullanma haricinde Amerikan vatandaşlığıyla eş değerde olan Yeşil Kart’a geliyor.
Muhabir arkadaşım Yeşil Kart’ın da süreli olduğuna işaret edince şaşırıyorum. ’Bir yanlışlık var. Yeşil Kart’ı bir kere aldığında işin tamam. Sadece yılın asgari altı ayında Amerika’da kalmak gerekir’ diye itiraz ediyorum. Sakin konuşma üslubuyla üsteliyor söylediğini: ’Belirli bir süre sonra uzatılması lazım.’
Yeşil Kart’ımı yıllar önce aldım. O tarihten bu yana da ABD’ye giriş için vizeye de gerek kalmadı. Akşam eve dönünce yeşil kartımı çekmeceden çıkarıp incelediğimde 10 yıl önce Göçmen Dairesi’nin postayla gönderdiği kartın süresinin beş ay geçtiğini gördüm.
Ertesi gün telefon başına geçtim. Göçmen Dairesi’nin sesli yanıt bantlarından sıyrılıp ulaşmayı başardığım yetkili, kimliğimi, görev sorumluluklarımı açıkladıktan sonra üç hafta sonrası bir günde sabah 08.00 için randevu verdi. Akabinde doldurulması gereken belgeler sürüsünü sıraladı, renkli fotoğraflarımı, pasaport, nüfus kimliği kopyalarını, yeşil kartın orijinalini getirmemi istedi.
Resmi dairelerde, hele ABD göçmen daireleri gibi sokaklar boyu devam eden kuyrukların olduğu yerlerde beklemenin azap olacağı kesin. Ama elimiz mahkum. Üstelik genç meslektaşım söylememiş olsaydı bir dış seyahatten ABD’ye döndüğümde giriş kontrolünde tatsız bir tecrübe de yaşayabilirdim.
*
Randevu günü koltuk altımda onlarca belgeyle kuyruğa giriyorum. Sırada her milletten insan var. Hindu, Pakistanlı, çekik gözlü Uzakdoğulular, Orta ve Güney Amerikalılar, tek tük beyazlar. Bina dışında başlayan bir umut kuyruğu bu. Çoğu vatanlarında ekonomik girdaba kapılmış insanlar Yeni Dünya’da yeni hayat kurmak üzere kapağı Amerika’ya atmışlar. Konumlarını yasal şekle dönüştürme çabası içindeler.
Refah, özgürlük ve imkanlar ülkesi Amerika. Oysa herşey güllük gülistanlık değil burada. Son iki yıl içinde iki harbe girmiş, Afganistan ve Irak harplerinin 200 milyar doları aşkın faturası işsizlik ve ekonomik durgunluğu daha da derinleştirmiş, terör korkusuyla yaşayan, dış politika turtarsızlığından geleneksel dostlarıyla arası açılmış bir ülke bu.
Üstelik yoksul halkların düşündüğü gibi taşı toprağında altın yok Amerika’nın. 280 milyonluk nüfusunda altı milyonu çocuk olmak üzere 40 milyona yakın nüfusu yoksul tanımına giriyor. 20 yaş üstünde 40 milyon kişi karacahil sıfatıyla niteleniyor. Cehalet seviyesi öylesine yaygın ki The National Geographic Society’nin bir araştırmasına göre halkın yüzde 85’i Amerika’nın işgal ettiği Irak’ın haritada yerini göstermekten aciz. Aynı şekilde Amerikalıların yüzde 11’i haritada Amerika’nın nerede olduğunu da bilmiyor.
*
Dünya nüfusunun yüzde 5’inin yaşadığı bu ülke yerküredeki tüm cezaevlerindeki mahkumların yüzde 25’ine sahip. Rakamla iki milyonu aşkın tutuklu var Amerika’da. Halkının korkunç ölçüde cürüm eğilimine rağmen zenginliği de yabana atılır gibi değil Amerika’nın. Sadece Wal-Mart dükkanlar zincirinin yılda 250 milyar doları aşkın satış hasılatı, petrol zengini Suudi Arabistan’ın brüt milli hasıla toplamının üstünde.
Olumlu olumsuz yaşam göstergelerine rağmen Yeni Dünya’ya yasadışı yoldan gelip yerleşen 9 milyon yabancı var. Bu meblağın yarısını kaçak Meksikalılar oluşturuyor. Yasadışı 4.8 milyon Meksikalıya karşı tüm Avrupalı kaçak göçmenlerin sayısı ise 191 bin. İstatistiklerde Amerika’da yasadışı göçmen listesinde Polonya 47 bin, Rusya Federasyonu 46 bin ile liste başını çekerken İtalyanlar 10 bin, Fransız, Yunan, İspanyol ve İngilizler 7’şer bin, Türkler ise 6 bin ile alt sıralarda. Türkiye Avrupa Birliği’ne girmeye uğraşırken Avrupalılar ise yasadışı da olsa ABD’ye yerleşme çabası içindeler.