New York’un en iyi ineği nerede

Son baharın sonu. Hava, gömlekle sokağa çıkılacak kadar hoş. New York’u ziyaret eden bir çift ile kahvaltı-öğle yemeğine (brunch) çıkıyoruz. “Otelimize yakın bir lokantaya gideceğiz, arkadaşlar methettiler. Sen bilirsin mutlaka.. Bubby..”

Haberin Devamı

İlk defa duyuyorum. New York’ta lokanta sayısı 25 bin civarında, ömürler yetmez her birinin kapısından geçmeye. Hudson Street’te imiş, iki sokak ötede. Sağa-sola bakıyorum etraf köhne binalardan geçilmiyor. Ama daire fiyatlarını sorsan kalp atışların tepeye vuracak. Genç iş adamlarının gözdesi haline gelen bir muhit burası.

Köşeyi dönünce bir ‘inek’le burun buruna geliyorum. Benekli bir inek maketi, hem de Bubby’nin kapısı önünde. Çocuklar sırayla sırtına tırmanıyor, ana-babaları kaldırımda garsonun adlarını çağırmasını bekliyor. Çok bilmiş havasında bir garson kıza benekli ineğin girişte ne aradığını soruyorum, “En iyi inekler bizde” yanıtını veriyor. İnek kültürümü genişletmeye fırsat kalmadan sıramız geliyor.

Bubby’nin dış görünümü gibi iç dekoru da köy aşevlerini andırıyor. Yarım saati aşkın ayakta beklerken mönüyü de incelemiş, neyi sipariş edeceğimizi kararlaştırmışız. Burger (ızgara köfte) fiyatının McDonalds’ın üç mislini aşkın olduğu dikkatimi çekiyor.

Yan masada dört kadın hesabı istiyor garsondan, biri hariç diğerleri tabaklarındaki bifteğin sadece tadına bakmışlar, iki-üç kişiyi rahat doyuracak yemek var önlerinde.

Garsonun, eve götürmeleri için paket önerisini de geri çeviriyorlar. Mönüye göre bir et siparişinin porsiyonu 28 dolar. Bir komi, sığır etlerini, salataları, ekmek dilimlerini birbiri üstüne boca edip mutfağa götürüyor.

Tezatlar şehri New York. Ülkede 46.2 milyon insan yoksulluk sınırı altında yaşıyor ama savurganlığın sınırları da yok. Bir Hindistan sefiresi Amerikalı tanıdıklarının davetinde garsonların küllüklerde sigara izmaritlerini el değmemiş tereyağı kaselerine döktüklerini gördükten sonra, “Memleketimde yağın, peynirin tadını bilmeyen milyonlarca insan var. O tarihten sonra hiç bir davetimizi lokantada vermedik” diye yakındığını hep hatırlarım.

Amerikalıların şişmanları, obezleri dillere destan. Mimarlar dev mağaza inşaatlarına başlamadan önce yapı planlarında kafe, restoran, bar ve lokantalara ilk planda yer veriyorlar. Projelerde elektronik, giyim-kuşam, kitabevi, plak, CD, DVD, spor gibi gençliğe hitap eden malzemelerin satıldığı mağazalardan önce gıda sektörünün satış noktaları tespit ediliyor. Yiyecek içeceğe yönelik ilgi giderek artıyor toplumda.

Amerika, açlıkla mücadele eden zengin ülkelerin ön ayak olduğu kampanyalarda sefalete karşı bayrak kaldıran ülkelerin önünde. Dünya Gıda Programı (WFP) bir milyon Somalya’lıya muntazam gıda sevkiyatı yapıyor. 12 yıl önce Amerika desteğiyle faaliyete geçen Telefood 130 ülkede yoksul çiftçilerin ürün verimlerini artırmasına yardım ediyor.

Oysa Amerika kendi topraklarında açları nasıl doyuracağını keşfetmiş değil.

Yazarın Tüm Yazıları