Met, MoMA ve Dedektif Clouseau

Güvenlik kameralarında ekose şapkalı, yağmurluk giymiş, takma top sakalıyla polisiye kahraman Dedektif Clouseau’yu andıran bir erkek görününce, müze müdürleri ‘Bu Banksy. New York’a da dadandı’ dediler. Bu İngiliz geçen yıl Paris’te Louvre Müzesi, Londra’da Tate Gallery’de benzer hınzırlıklar yaparak Rönesans eserleri arasına mizah konusu olacak resimler yerleştirmeyi başarmıştı.

YAŞAMLARI, eli-yüzü, gömleği-pantolonu rengarenk boya içinde, tuval karşısında geçmiş ressamlar var yerkürenin dört bucağında. Amaç yapıtlarını ilgi göreceği çizgiye yükseltmek, imzasını gelecek kuşaklara miras bırakmak. Oysa kolay bir iş değil bu. Üstün yeteneğin yanısıra sabır ve azim, maddi-manevi destek, basında övgülü yazılar gerekiyor. Toplu ve bireysel sergiler, sonra galeriler... Ardından sanatın zirve noktası müzeler. Şöhretler kulübü müzelere kapağı atanın adı, eseri ölümsüzleşiyor.

Bu başarıyı yakalayanların sayısı? ’Yüzbinde bir’ dersek yanlış olmayacak. Çevrenizde soruşturun, beklemediğiniz kadar resimle uğraşan insan çıkacak. Paris’ten New York’a dünya kentleri, sokaklarında resimlerini sergileyen sanatçılarla dolu. Kaldırım sergilerinden müzelere ulaşmak için mucize gerek. Hiç mi yolu yok bu işin? Banksy için var, hem de kestirmeden giderek.

*

BANKSY İngiliz. Geçenlerde dört eseri New York’ta ünlü Metropolitan Museum of Arts (Metropolitan Sanat Müzesi / Met), Museum of Modern Art (Modern Sanat Müzesi / MoMA), Brooklyn Museum (Brooklyn Müzesi) ve Museum of Natural History’de (Doğal Tarih Müzesi) sergilendi. Kimseye zahmet vermeden. Zira müzelere bizzat koydu resimlerini. Sonra müzeye telefon açıp ‘Şu salona resmimi koydum’ diye haber verdi.

Kimliği bilinmeyen İngiliz, uyduruk bir ressam. Geçen hafta MoMA duvarına teneke kutuda domates çorbası resmini, iki dünya sanat tarihine geçmiş tablonun arasına yerleştirdi. Met’te gaz maskesi takmış bir kadın portresi, diğer iki müzede arka fonda ’Savaşa Hayır’ yazılı, elinde sprey boya tutan bir İngiliz sömürgeci subayı resmi ve cam çerçeve içinde uçak kanatlı canlı bir böcek, minyatür füze, çanak anteni resmini ünlü tabloların yanına yapıştırdı.

Met hariç diğer müzeler, bu olaylardan muzip Banksy’nin telefonuyla haberdar oldular. Güvenlik kameralarında ekose şapkalı, yağmurluk giymiş, takma top sakalıyla polisiye kahraman Detektif Clouseau’yu andıran bir erkek görününce, müze müdürleri ‘Bu Banksy. New York’a da dadandı’ dediler. İngiliz geçen yıl Paris’te Louvre Müzesi, Londra’da Tate Gallery’de benzer hınzırlıklar yaparak Rönesans eserleri arasına mizah konusu olacak resimler yerleştirmeyi başarmıştı.

Müze eylemlerini ziyaret saatlerinde yapmasına rağmen yakalanmayan Banksy’nin Avrupa’da kalabalık bir hayran kitlesi var. Galeriler resimlerini sergiliyor, resimli kitapları da iyi satış yapıyor. ‘Ben kaliteli vahşiyim’ diyen Bansky, sanat alemi ve hayranlarıyla temaslarını bir arkadaşının web sitesiyle yürütüyor. Eylemlerini ‘Galeriler bir avuç milyonerin koleksiyonlarının fiyatını yükseltmeye araç oluyor. Halk görmek istediği eserleri bulamıyor. Onlara ders vermek istiyorum’ diye izah ediyor. Banksy’nin esas kimliğini bilen, çehresini tanıyan yok denecek kadar az.

*

NEW York sanat çevreleri, hareketli bir dönem geçiriyor. Yıllardır Hilton Oteli’nin girişini süsleyen ‘Fikirlerin Yürüyüşü’ adlı dört bronz yapıttan üçü hafta içinde çalındı. 93 yaşındaki heykeltıraş Philip Pavia’nın yüksekliği üç metre, ağırlığı bir ton olan yapıtlarını Hilton’dan satın alan Hofstra Üniversitesi, eserleri sergi yeri hazırlanıncaya kadar kent merkezinde bir depoya koymuştu. Polisler şaşkınlık içinde. ‘İnanılmaz bir şey bu! Bir tonluk heykelleri nasıl alıp götürdüler?’ diyor.

*

BENCE son yılların en önemli foto-film olayı Gregory Colbert’in ‘Küller ve Kar’ adlı sergisi. Kanadalı sanatçı Colbert, Hudson Nehri kıyısında bir depodaki sergisinde insanlarla hayvanlar arasında ruhsal, duygusal bağları görüntülerle işliyor.

Japon mimar Shigeru Ban’ın 3.5 milyon dolar masrafla dekore ettiği mabet görünümlü sergide, Japonya’da elle üretilen kağıtlara yapışık, üç metre eninde tek renk resimlerde fil, pars, panter, dev kartal, vahşi atmaca, çeltik kargası, saldırgan kaplumbağa, balina gibi hayvanlar yer alıyor. İnsan unsurunu Budist rahipler, transa girmiş dansörler, uygarlığın ulaşmadığı yerlerde yaşayan yaşlı kadın, çocuklar tamamlıyor.

Karınüstü, dizleri üzerine çökmüş filin başı önünde kitap okuyan çocuk, bir kızın başından dört metre uzunlukta kanatlarını çırparak havalanan dev kartal, insan-hayvan karışımı fotoğraflara ilaveten Colbert da belden yukarısı çıplak siyah pantolonuyla kendi eserlerinde yer alıyor. Bir resimde deniz altında balinalarla burun buruna, diğerinde havada azman file yaklaşmaya çalışırken.

Resim ve filmdeki hayvanları yaşadıkları yerlerde görüntüleyen, güvenlerini kazanmak için fillerle 2 buçuk yıl geçiren sanatçı, çekimler için Hindistan, Burma, Sri Lanka ve Afrika ülkelerini 33 kere ziyaret etmiş.

Yazıyla anlatılamayacak ölçüde etkili resim, film ve dekokasyon malzemesi, 148 şilep konteynerini dolduruyor. Colbert’ın aynı zamanda ‘Göçebe Müze’ dediği sergi New York’tan sonra California, Pekin, Tokyo ve Vatikan’da gösterime sunulacak.
Yazarın Tüm Yazıları