GAZETE yazarları kağıda döktükleri satırlarla okurların düşüncelerine pencere açıyorlar. Kimi yazar olayların kulisine girip muhabirin işlediği konunun neden, niçinlerini ortaya çıkarıyor.
Kimileri ise sürekli değişim geçiren dünyada politikadan ekonomiye, bilimden sanata çeşitli alanda gelişmeleri naklederek okurlarını bilgilendiriyor. Yetenekli beyinlerin tahlilci yaklaşımı olayları prizma süzgecinden geçirip daha derin yönlere ulaşılmasını sağlıyor.
Biz de yıllardır bu köşede Amerika’da olup bitenleri okuyucumuzla paylaşma gayretini sürdürüyoruz. İşimiz göründüğü kadar kolay değil. Amerika kıta ülke. Yerkürenin tek ’süpergücü’. Uluslararası siyaset, sanayi, iş, ticaret, üretim, medya, moda, turizm ve olimpik sporlarda önder. Halkının refahı, doğa kaynaklarının bolluğu dillere destan. Yaptığımız iş, ’yorumlu habercilik’.
*
YAZIP çizdiklerimiz boş duvarlara çarpıp dökülmüyor genelde. Beğeninin yanısıra eleştiri de alıyoruz. Fikirlerimizi paylaşanlar gibi karşıt görüş gönderenler de oluyor. Bizi mutlu eden okur yelpazesindeki renklilik. Aralarında pop, hip-hop meraklısı gençler de, Amerika’da yaşamı merak eden öğrenciler, devlet memurları, yüksek eğitim görmüş ev kadınları, iş adamları, değişik meslek erbabı da var.
Sonhaftalardaki iki yazımıza hayli yanıt aldık. ‘Yazarlık herkesin harcı değil’ başlıklı olanında genel hava ‘Köşelerde kişisel çatışma değil, memleket sorunlarında öğretici unsurlar görmek istiyoruz’ idi. Prof. Ömer Baybars Tek, bu yazıyı web sitesinde ’etik’ butonunda yayınladığını, asistan ve öğrencilerine bahsettiğini bildirdi. (Prof. Tek’e teşekkür ediyorum.)
’Estağfurullah’ın İngilizcesi var mı?’ başlıklı yazımıza da, içerdiği unsurlar nedeniyle iki ayrı kesimden mesajlar geldi.
*
DOSTLARLA özlem giderme toplantımızda gittiğimiz Türk lokantasında hizmetin yavaşlığı, siparişlerin yanlışlığını, bizleri unutup iki Amerikalı müşteriyle sohbete dalan garsondan yakındığımızı belirtmiştik. Ardından Türk resmi kurumlarında Amerikalılara ayrıcalık tanınmasından yakınıp yabancı karşısında eziklikten söz etmiştik.
Başkent Washington’da garsonluk yapan Türkler ‘Biz bahşişle geçiniyoruz. Türkler ’Alo’, ’Koçum’ diye hitap ediyor bize. Çok az bahşiş bırakıyorlar. İstemeyerek servis yapıyoruz. Türk, Arap ve Latin müşterilerden nefret ediyoruz’ şeklinde şikayette bulundular.
*
İNGİLTERE’DEN bir bayan okurun, adı bizde mahfuz, yazımızın duygularına tercüman olduğunu belirttiği özetlediğim mesajı şöyle: ‘Yabancıların bizi 2’nci sınıf vatandaş görmesi yanında Türkler olarak biz de birbirimizi öyle görüyoruz maalesef. Türk olduğu için yakınlaşmak istediğim eski kapı komşum benim yerime İngiliz olan eşimle sohbeti tercih etti her oturmaya gittiğimizde. Semtimizdeki Türk kebapçı ile muhabbete yeltendim neredeyse başından atmadığı kaldı. ODTÜ’den mezun olmuş, yedi yıl kariyer yapmış benim gibi birini... Türk elçiliğine işim düştü, dış kapıda Londra ayazında saatlerce bekledim. Yıllardır burada yaşayan, İngiliz vatandaşlığını almış vatandaşlarımızın birbirlerine bağıra çağıra ‘Sen daha Türk pasaportunu geri vermedin mi oğlum? Ver gitsin ya, ne uğraşıyorsun buralarda’ şeklinde konuşmalarına şahit oldum. Biz birbirimizle dost olmadıktan sonra yabancı bize dost olur mu!’
*
KÖŞEMİZİN son kısmında yabancı diyarda korunması gereken anadilimizin dışlandığını, Türklerin düzenlediği toplantılarda İngilizcenin tercih edilmesini kınamıştık. Bu arada ifade ve duygu beyanında Türkçe’nin yoksul olmadığına işaret ederek Amerikalı dostların bazı hallerde ‘Bir eşeklik ettim’ gibi deyişlerine yanıt vermekte güçlük çektiğimi belirtmiştim. Çünkü ‘Estağfurullah’ın İngilizce’de karşılığını bilmiyorum.
Amerika’dan, İngiltere’den ve Türkiye’den sözcük tercümesi arayışıma yardımcılar çıktı. East Anglia’da yaşayan bir Türk tercüman telefonla bizi arayıp birkaç yanıt şekli önerdi. California, New York ve Florida’dan bizimle temas edenler ‘God forgive you’ (Tanrı seni affetsin), ‘It is unjust to blame yourself’ (Kendine haksızlık ediyorsun) gibi yorum getirdiler. Türkiye’den bir İngilizce öğretmeni ‘Yazınıza gönülden katılıyorum. Estağfurullah’ın İngilizcesi ‘Don’t say such a bad thing’dir. (Böyle kötü laf etme)’ mesajını gönderdi.
*
ZAHMETE girenlere teşekkür ederim ama bu tercümelerin hiçbiri ’Estağfurullah’ın anlam derinliğini yansıtmıyor. BM’de Arapça’dan İngilizce’ye simültane çevirmenlik yapan bir Mısırlı, ‘Perish the thought’ (Düşündüğünü yok et) ifadesini önerdi. Bu da gerçek karşılık değil. Bir Amerikalı kendini kötüleyen laflar etse ben gene sıkıntıya düşeceğim.