TATİL, yaşamı ev ile iş trafiğinde tutuklu, haftasonu dahi çalıştıklarıyla övünenler dışındakiler için nefis bir sözcük. Sadece yaz değil, diğer üç mevsim de dahil. Kar-yağmur demeden top peşinde koşan futbolcu da, dokuz ay huylusu-huysuzuyla öğrencisine ilim-irfan aşılamaya çalışan öğretmen de tatilleri iple çeker.
Güncelin rutinini birkaç haftalığına dondurup, bir kez daha tatil amacıyla ata topraklarına ayak bastık. Günlerdir İstanbul'un sağını solunu arşınlıyoruz şimdi. Mesleğimiz malum. Mimar-mühendislikle ilişkimiz yok. Ama güzeli daha güzel görünce sevinç duymamak mümkün değil. Beş kıtanın incisi uzak kaldığım sürede bayramlık giysiler içinde sevimli bir çocuğa benzemiş.
Yanar-döner kuleler, çelik-cam ikileminde gökdelenler, alışveriş merkezleri, balkonu çiçekle bezenmiş villalar, yonca yaprağı yollar, fabrika dolusu otoyu içine almış açık-kapalı garajlar, giderek yenilenen havalimanı ile İstanbul'un Avrupa kentlerinden aşağı kalır tarafı yok. Levent ve çevresi minik Manhattan, Ortaköy havalisi Montmartre, Sultanahmet, Ayasofya, Topkapı Sarayı, Kapalı Çarşı, Fatih, Eyüpsultan, Haliç tepeleri Roma'nın antik dönem görünümünü katlıyor.
Bir de buna yılankavi Boğaziçi'nin nefes kesen güzelliğini eklediğimizde, İstanbul doğal cazibede Rio de Janeiro, Hong Kong ve Vancouver'ı da sollayıp geçiyor. İşin garibi bu pembe tabloya insanlarımız pek göz atmıyor.
İstanbul sabahlarım, gazeteleri okumakla başlıyor. Amerika'ya Hürriyet ve Milliyet dışında gazete gelmiyor. Her sabah bir düzine gazete alıyorum. Dışarda yaşadığım için fark etmemişim. Bizim basın ‘umman’ olmuş. Köşe yazarları, muhabir-muharrirler inanılmaz sınıf atlamışlar benim zamanımdan. Hepsi bilgi küpü. IMF ödemeleri, ekonomik darboğazdan çıkış, yabancı sermaye çekimi üzerine her gün yeni teoriler üretiyorlar, ardından Irak harbinde kimin ne hata işlediğini, Filistin devletinin nasıl kurulacağını, ABD Başkanı’nın vizyon yoksunluğunun nedenlerini yazıyorlar. Ahkamlarında YAŞ yasasının eksiği-fazlası, insan hakları uygulamalarında yanlışlıklar, AB üyelik sürecinde Avrupa ile pazarlık taktiği de eksik değil.
Yazarlarımız işte böylesine bilgiç. Onları okuduktan sonra, ‘‘Saddam'a danışmanlık yapmış olsalardı Amerika harbi kaybederdi’’ dediğinizi duyar gibiyim. Keynes sağ olsa ‘‘Niye bunu düşünemedim’’ diye karalar bağlayacağı ekonomi teorilerini Ankara dikkate alsa, IMF'ye tüm borcumuzu ödeyip, enflasyonu sıfıra çekerek, işsizliğe güle güle diyecek Türkiye. Sağlık Bakanı'na da Dışişleri erkanına da akıl veriyorlar sütunlarında. Mantarlı mantı tarifi de onlarda, Beşiktaş'ı Türkiye, Galatasaray'ı dünya şampiyonu yapacak formül de.
Bir beyinde bunca bilgiye şaşmamak elde değil. Gıpta ediyorum yazarlarımızın bu denli bilgeliğiyle. İki-üç dil biliyor herhalde bu meslektaşlarım. Yazılarında ‘‘Never mind’’ (Aldırma) gibi çift sözcükler kullanıp okurların kelime haznesini yükseltiyorlar. Topluca siyasete atılıp hükümeti kursalar eminim yoksulluk, işsizlik, hortumculuk ortadan kalkar, Avrupa da, ABD de bizi baştacı eder.
Bilge deposu yazarlarımız, bazen vukuatı adiye dahi denmeyecek konuları da çok önemli buluyorlar. Mendil boyu köşede ‘‘Kapıcı Hasan, bakkal siparişini beş kat yukarı çıkarmak yerine, daire sahibi balkondan sepet sarkıtsa ne iyi olur’’, ‘‘Tıraş olurken yanağımdaki sivilceyi fark ettim. Alkolle ıslatıp üstüne diş macunu sürdüm’’, ‘‘Yemek masasının bir ayağı kısa. Reçel kavanozu kapağını ezip yerleştirdim, artık kımıldamıyor’’ benzeri görüşlere satırlar döşüyorlar.
Bir de Güzin Abla'nın kafasına tabanca dayasalar sütununa almayacağı konuları ballandıranlar var. Sapık kadın-erkek ilişkileri, kaygan betonda sevişme teknikleri, beş ayda değiştirdiği altı sevgilisiyle aşk-meşk hikayeleri son derece ateşli. Bu yazıları okuyan yetmişini devirmişlerin bir avuç Viagra'yı yutup Bodrum barlarını altüst edeceği kesin. Önceki gün okuduğum ‘Basurlu sevgili’nin hikayesi bir başka álem.
Okur ve izleyicilerin değer ölçü ve tepkileri dış ülkelerde bizden farklı. Amerikalı bir milyarder gönlünü kaptırıp evlendiği kızı yaşındaki Pia Zadora'yı aktris yapmak için ses ve tiyatro hocaları tutup servet harcamıştı. Oysa Pia'da ne ses ne de oyun kabiliyeti var. Geçen ay New York'ta, ‘‘Anne Frank'ın Hatıra Defteri’’nde başrole getirildi. Anne Frank rolünde öylesine kötü bir oyun sergiledi ki Naziler onu aramak için evine geldiğinde balkondaki izleyicilerden biri ayağa kalkıp ‘‘Çatıda saklanıyor’’ diye bağırdı.