Paylaş
Yanaklarında al al lekeler, saçları daha kırlaşmış, gözlerinde nedamet yansıyor. Flaşların biri patlayıp diğeri sönüyor üstünde, mikrofonlar nerdeyse ağzına girecek. Bill Clinton hala kağıt üzerinde dünyanın en güçlü adamı. Oysa dokunsan ağlayacak gibi.
Yerküre lideri ülkenin yöneticisi genç bir stajyerle kimin kimi baştan çıkardığı meçhul seks kaçamakları sonucu iktidarının elden kaçmak üzere olduğunun farkında. Kameralar karşısında avuçlarını ovuşturup ‘‘Artık yapacak bir şeyim yok. Konu Kongre, Amerikan halkı ve Tanrı'ya kaldı’’ diyor. Amerikan Kongresi ise halkın yüzde 70'inin icraatını tasvip ettiği Başkan'ın görevinden azledilmesine uzanacak soruşturma sürecinin başlaması kararını alıyor.
Dünya kamuoyu önünde süregelen ‘Clinton-Monica’ skandalı, Amerikan demokrasi ve yasa düzeninin özelliklerini halklarını koyun gören yabancı devlet yönetimlerine böylece ibret örneği olarak sergiliyor.
Son günlerde acınacak hale düşen ABD Başkanı'nın komik-trajedi durumunu izlerken bir lokal gazetede İmelda Marcos'la ilgili küçük bir haber olaylar arasında kaynayıp gidiyor. Filipin Yargıtay Mahkemesi, ülkenin devrik lideri Ferdinand Marcos'un eşi İmelda'yı bir demiryolu ve hastane ihalelerinde yakınlarını kayırıp milyonlarca dolar komisyon almak suçuyla altı yıldır süren davada delil eksikliğinden beraatine karar vermiş. Kararın açıklandığında başta Manila'da çeşitli kesimlerde halk sokaklara dökülerek bayram yapmış.
Saf, konuksever ama koyun gibi güdülen bir halk Filipinliler. 20 yıl süren Marcos iktidarı Uzak Doğu'nun bu en zengin ülkesini sefalet kuyusunun dibine sürüklemiş. Diktatör Marcos'un sürgünden dönüşte kocasını öldürtmesiyle muhalefetin başına geçen Bayan Aquino'nun iki generalin desteğiyle başlayan ‘Halk Devrimi’ni izlerken önümüzü kesen kir-pas içindeki küçük çocukların ‘‘Ana yok, baba yok, karnım aç’’ diye ağlamaklı yakarışları kulağımızdan bugüne kadar silinmedi.
Otel lobileri, lokantalarda bizi Amerikalı sanan birbirinden güzel genç kızların ‘‘Beni al götür buradan. Kulun kölen olayım’’ yalvarışları hala belleğimizde. İhtilal öncesi karı-koca Marcos'larla çeşitli görüşmelerimiz oldu. Ülkeleri için yaptıkları fedakarlıkları (!) dinledik. İhtilal gecesinde Manila'daki Malacanang Sarayı'nın zemin katlarında binlerce çift ayakkabı, bir düzine parfümeriyi dolduracak litrelik şişelerde parfüm ve güzellik malzemeleri, odalar dolusu elbise ve kürkler, altın süs eşyalarını gördüğümüzde halkın yoksulluğunun nedeni anladık.
Oysa bu astronomik israf ancak buzdağının su üstündeki sivri ucu idi. Zira ihtilali izlediğimiz için bize ‘Devrim Madalyası’ veren Başkan Cory Aquino'dan Ferdinand ve İmelda Marcos'un dışarıya kaçırdıkları servetin 6 milyar doları aştığını öğrendik. Geçen ilkbaharda İsviçre, Marcos'ların Zürih bankalarında sakladığı beş yüz milyon doları Filipinler'e iade etti.
Ama gel gör ki koyun Filipin halkı İmelda beraatini bayram vesilesi yapabiliyor. Ülkeyi soyan ailenin playboy oğlu ‘Bong-Bong’ Ferdinand Jr. babasının doğum kenti İlocos Norte'nin valisi, kızkardeşi İmee ise milletvekili seçildi. Kadınını fahişeliğe, çocuklarını dilenciliğe sürükleyen hırsız liderleri baştacı eden bu insanların yoksulluğa layık olmaları lazım.
Zeki, uyanık Türk insanını Filipinlilerle aynı kefeye koymak mümkün değil. Gene de 470 bin lirayı yüzlerce milyara dönüştürme sihirbazlığını gösteren, yurt dışında otel, alışveriş merkezi işleten, uzun emlak listesine ilaveten 150 kilo altına sahip olduğunu açıklayan parti liderlerinin hala niye peşinden gittiklerini anlamamız mümkün değil.
Böylesine hak, hukuk, adalet tanımaz olaylar ancak ‘astığım astık’ mantığının sürdüğü Filipinler gibi ülkelerde görülür. Kendini Avrupalı, uygar gören Türkiye'de değil. Soygunu, vurgunculuğu olmayan Clinton'ın yalnızca budalaca seks kaçamaklarını inkar yüzünden başına gelenler ortada.
Türkiye'nin seçmeni, adli mekanizması ve yasa düzeniyle Amerika'dan alacağı çok ders var.
Paylaş